Berlin Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Mehmet Osman Gülyeşil, AA muhabirine, Almanya'da Müslümanlara yönelik suçlardaki artışı ve Müslüman karşıtlığının hukuki boyutunu değerlendirdi.
Alman nüfusunun hızla yaşlanmasına karşılık ülkedeki Müslüman sayısının artmasının aşırı sağcı siyasetçiler tarafından halkta "ülkeyi ele geçirecekler" korkusu oluşturmak için kullanıldığını kaydeden Gülyeşil, bunun da toplumu kutuplaştırıp nefret suçlarına zemin hazırladığını dile getirdi.
Gülyeşil, Almanya'nın kozmopolit şehirlerinde dünyaya gelen erkek çocuklara Müslüman isimlerinin verilmesinin aşırı sağcılar tarafından korku unsuru olarak kullanıldığını, bu durumun da Müslümanları hedef alan suçlarda artışa neden olduğunu aktararak, şöyle devam etti:
"Bu değişim İslamofobik bir zümre tarafından korku senaryolarıyla istismar ediliyor. 'İslamileşme' tezi, yani Almanya'da yakın gelecekte toplumsal hayatın İslami dogma ve doktrinler tarafından şekilleneceği fikri birçok kişiyi etkiliyor. Bu korkuyu körükleyen aktörler arasında bazı siyasetçiler, akademisyenler, yazarlar ve kurumsal manada Almanya için Alternatif (AfD) Partisi sayılabilir. Bu tavır nefrete dönüşünce İslamofobik suçların artması da doğal."
"Müslümanları hedef alan saldırılar bazen sıradan adi suçlar olarak da ele alınabiliyor"
Alman hükümetinin, Ağustos 2023'te Sol Parti Meclis Grubunun ülkede işlenen Müslüman karşıtı suçlara ilişkin soru önergesine verdiği cevaba atıfta bulunan Gülyeşil, Almanya'da Haziran 2023'te 258 İslam karşıtı suçun kayıtlara geçtiğini, bu sayının 2022'in aynı döneminde 142 olarak tespit edildiğini belirtti.
Gülyeşil, Müslüman karşıtı bazı saldırıların Alman polis teşkilatındaki ırkçı yapılanmalar tarafından "bile isteye örtbas edildiğine" dikkati çekerek, şu ifadeleri kullandı:
"Kriminal istatistiklerin temel zaaflarından biri gerçekleşen vakalardan sadece bir kısmını yansıtmasıdır. Şüphesiz gerçek rakam daha fazla. İslam karşıtı suçlarda yaygın bir motif ise saldırganların patolojik bir halde oldukları görüşüdür. Müslümanları hedef alan saldırılar bazen sıradan adi suçlar olarak da ele alınabiliyor. Bu noktada son yıllarda polis teşkilatında yaşanan kurumsal krize değinmek gerekir. Aşırı sağın en önemli stratejilerinden biri polis, adli merciler ve askeriye gibi devletin hassas güvenlik kurumlarına sızmalarıdır."
Almanya'da 2000-2007 yıllarında 8'i Türk toplam 10 kişiyi öldüren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütünün cinayetlere rağmen korunduğunu hatırlatan Gülyeşil, "Kriminal vakaların gizlenmesinde emniyet raporları kullanılıyor ve burada şüpheliler, Neonazi gruplar değilmiş, Türklerin ve Müslümanların kendi kavgalarıymış gibi yansıtılmaya çalışılıyor. Bu da polis teşkilatında ırkçı ve Müslüman karşıtı yapılar var mı sorusunu akıllara getiriyor." dedi.
Gülyeşil, Alman İçişleri Bakanlığının güvenlik birimleri içindeki Neonazi faaliyetlere yönelik araştırmalar başlattığına değinerek, askeriyede ve polis teşkilatında her sene 100'den fazla Neonazi bağlantılı kişinin tespit edildiğini söyledi.
Müslümanlara karşı işlenen suçlarda polisin ön yargılı tutum sergilediğini vurgulayan Gülyeşil, Alman emniyet teşkilatının 2021'de Alman Yüksek Polis Okulunda yaptığı bir araştırmaya göre polis memurlarının ön yargıyla yaklaştığı konulardan birinin İslamofobik suçlar olduğunu kaydetti.
"Hakimlerin tavır ve takdirleri kabul edilemez bir noktaya ulaştı"
Gülyeşil, hukuk alanında da Müslümanların inanç ve özgürlüklerinin tehdit altında olduğuna dikkati çekerek, "Müslümanların dahil olduğu bazı davalarda özellikle hakimlerin tavır ve takdirleri kabul edilmez bir noktaya ulaştı. Karar gerekçelerinde hakimlerin İslamiyet ile ilgili sordukları sorulardan, vardıkları neticelere kadar skandal tavırlara şahit oluyoruz." diye konuştu.
Özellikle hakimlerin, tıpkı polisler gibi bir olayla ilgili hükme varırken kişilerin din, inanç veya etnik kökeninden bağımsız değerlendirmede bulunamadıklarını, ırkçı saiklerle tartışmalı kararlar verdiklerini ifade eden Gülyeşil, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Baden-Württemberg eyaletinde 2020'de verilen bir karardan bahsetmek istiyorum. Almanya'ya entegre olmuş, sabıkasız ve meslek hayatında başarılı Lübnanlı bir doktorun Alman vatandaşlığı başvurusunun reddedilmesi gündem olmuştu. Vatandaşlık işleri dairesinde görevli bir kadınla tokalaşmadığı için Alman vatandaşı olamayan davacı, bu kararı mahkemeye taşımıştı ancak duruşmada inanılmaz bir tablo ortaya çıkmıştı. Hakim, davacıyı Kur'an-ı Kerim'den bazı ayetlerle sorgulamış ve tabiri caizse fikir dünyasını mikroskop altında incelemişti. Cihat, kadının statüsü, ifade özgürlüğü ve gayrimüslimlerin durumu gibi geniş alanları ele alan hakim, Lübnanlı doktora bir 'vicdan testi' uygulamıştı. Almanya'da bir hakimin eğitim aldığı alan Alman hukuk sistemidir. İslamiyet'in şeri boyutunu değerlendirmek onun alanı ve yetkisi dışındadır."
Gülyeşil, Alman toplumunda Müslümanların çatı örgütü olarak sayılabilecek bir kurumun eksikliği nedeniyle bu olayların artarak devam ettiğini kaydederek, sözlerini şöyle tamamladı:
"İslamiyet Almanya'da en büyük dini azınlık olduğu halde, federal devlet seviyesinde İslamofobi'ye karşı mücadele eden ve gerekli tedbirleri teklif eden bir özel temsilci henüz yok. Antisemitizm, Roman ve Sinti düşmanlığına karşı ise böyle temsilciler var. Fakat genel olarak Müslümanları temsil eden bir kurumun olmaması büyük bir sorun."