Büşra Nur GÜLER
İstanbul Üsküdar Kur’an Kursu Öğreticisi

İslam’ın Endonezya’ya Nüfuzu 

Hint ve Pasifik Okyanusu’nu, Asya ile Avustralya kıtalarını kucaklayan, ekvatorun iki yanına serpilmiş yaklaşık on beş bin adadan oluşan, denizleri, yağmur ormanları, volkanları ve bataklıklarıyla dünyanın en büyük ada ülkesi Endonezya, verimli bitki örtüsü, zengin yeraltı kaynakları, ticaret ve deniz yolları üzerindeki stratejik konumu ile tarihin gözdelerinden olmuştur. VII. yüzyılda Arap Yarımadası’ndan, İran’dan ve Hindistan’dan Nusantara’ya (Endonezya), XII. yüzyılda ise Sumatra kıyılarına gelen Müslüman tacirler İslam’ı bu bereketli topraklara taşımış, onun ticari, hukuki ve ahlaki ilkelerini yaşayarak göstermiştir. Şüphesiz bir disiplin olarak tasavvuf, bölgenin İslamlaşma sürecini hızlandırmıştır. Coğrafi keşiflere kadar bölgede hâkim siyasi güç olarak Müslüman sultanlıklar nezdinde temsil edilen İslam, keşifleri takiben sömürgecilik yolunda Hint Okyanusu’na ilerleyen Portekizlilerin, İspanyolların ve Hollandalıların işgalleri, yoğun misyonerlik faaliyetleri ve baskılarına rağmen gücünü korumuştur: Söz gelimi, 1603 yılında Gowa hükümdarının Müslüman olmasıyla Sulavesi’nin güney bölgesi, 1844 yılında Balaang-Mongondu Krallığının son Hıristiyan kralının Müslüman olmasıyla Selebes bölgesi topluca İslam’ı kabul etmiştir. İlgi çekicidir ki bölgedeki İslam devletlerinin hükümdarları bizzat Mekke’ye gidip hac farizasını ifa ettikten sonra sultan unvanına sahip olabilmiş, bazı bölgelerde müezzinler “Bilal” ya da “Bilal-i gayri Habeşi” olarak isimlendirilmiştir. Endonezya’nın İslam’a ve İslam tarihine sadakati sömürge döneminde de devam edecektir.

Hollanda sömürgesi

XVII. yüzyılda Hollanda’nın Hollanda Doğu Hindistan Şirketi adı altında özerk devlet statüsünde bölgeye nüfuzu yaklaşık 350 yıl sürmüş, bu dönemde Endonezya halkını ayakta tutan en büyük gücü ve motivasyonu yine İslam olmuştur. Sömürge yönetimine, sömürgeciliği desteklemeyi hedefleyen idari reformlar ve misyonerlik faaliyetlerine karşı hoşnutsuzluğun Müslümanlarca devamlı surette canlı tutulması, ulema, sufiyye ve aristokratların öncülüğünde yürütülen mücadelenin daima İslami nitelik taşıması, İslam’ı, sömürge idarecilerinin gözünde temel bir siyasi problem hâline getirmiştir. Nitekim XX. yüzyılın başında Hollanda aleyhtarlığında uzlaşan İslami ve seküler teşekküllerin etkilerinin kısa zamanda geniş halk kitlelerine ulaşması, idarenin baskıcı politikasını beraberinde getirmiştir. Sömürgeden kurtuluşun ortak zeminini bağımsızlık ve milliyetçilik ideolojisinde arayan Ahmed Sukarno’nun siyasi mücadelesi bu sebeple hapisle sonuçlanmış, 1942’de Endonezya’nın Japonya tarafından işgali ise Sukarno’nun tahliyesiyle yeni bir dönemi başlatmıştır. Bağımsızlık mücadelesinin Japonlar vasıtasıyla kazanılabileceğine inanan Sukarno, milliyetçi liderlerden Muhammed Hatta ile birlikte 17 Ağustos 1945’te Cakarta’da Endonezya’nın bağımsızlığını ilan ederek ülkenin ilk devlet başkanı olmuştur. (Syed Muhammad Naquib al-Attas, “Endonezya”, DİA, XI, 194-197; İsmail Hakkı Göksoy, “Endonezya”, DİA, XI, 197-203; “Ahmed Sukarno”, DİA, XXXVII, 478-479; A. Nurhalim Jamjuri, Endonezya’nın İslamlaşma Süreci, s. 123-140.)

Bir bağımsızlık sancağı

Sukarno’nun İslamcılık, Marksizm ve milliyetçilik ideolojilerini birleştirmeyi hedefleyen siyasi mücadelesine rağmen, ülkesini bölgesel bir güç olarak konumlandırılmasını hızlandırma arzusunda aracı modernizm olmuştur. Bağımsızlık ilanını takiben ülkenin altyapı stratejisini açıklarken Endonezyalıların vizyonunu belirleyecek, Endonezya’yı dünyaya tanıtacak ve kabul ettirecek, meydan okuyucu bir mimari söylemi benimseyen Sukarno, modern mimariyi Endonezya’nın yeni yüzünü inşada, dinî ve millî ufkunu biçimlendirmede anlamlı ve ikonik bir araç olarak görmüştür: “Çok muhteşem olan İstanbul, Lahor, Delhi ve Mısır’daki camilerden çok daha büyük, çünkü bizim milletimiz büyük!” sözleriyle ilan ettiği cami inşasına yön verecek en uygun planın tespiti için açılan tasarım yarışmasını Mimar Silaban kazanmış, inşaat mühendisliği ve mimarlık alanında eğitimini tamamlayan Sukarno, caminin inşa komitesine kendisini teknik amir olarak atamıştır.

İstiklal Camii, Sukarno’nun işareti üzerine başkent Cakarta’da, merkezinde Ulusal Anıt’ın olduğu Merdeka Meydanı’nın yanı başında, devlet başkanının resmî ikametgâhı olan Merdeka Sarayı’nın odağında, Tjiliwung Nehri’ne bağlanan kanalın ortasında, Cakarta Katedrali’nin tam karşısında dokuz hektarlık bir alan üzerine inşa edilmiştir. Cami, millî kimlik tanımının ayrılmaz parçası olan İslam’ı temsille Cakarta Katedrali’ni gölgeleyerek, katedralin sembolik önemini yerinden ederek ülkedeki dini ve dinî üstünlüğü simgelediği yorumlarına sebep olsa da bu kararın Sukarno’nun dinî çeşitliliğe yaptığı vurgunun ve bağlılığın bir tezahürü olduğu düşüncesi öne çıkmıştır. Nitekim katedral ile camiyi birbirine bağlayan, “bir dayanışma sembolü” olarak tanımlanan tünel de bu tezahürün bir yansıması olmalıdır. 

İstiklal Camii

Geleneksel Endonezya üslubu yerine modern mimariyi benimseyen Endonezyalı protestan bir Hristiyan olan Mimar Friedrich Silaban, caminin tasarımına 1953 yılında başlamıştır. 1950’lerde Avrupa’da ortaya çıkan, estetik ayrıntı ve tezyin ile temayüz etmiş geleneksel mimariye karşı basit görünümlü, sert hatlara sahip, ucuz ve verimli, işlevsel, blok özellikli betonarme yapılarla tanımlanan Brütalist mimari akımı Silaban’ın tasarımında etkili olmuş, Sukarno’nun tam da işaret ettiği gibi, “… betondan yapılmış, depreme ve zamanın erozyonuna dayanıklı” yapı 1961’de inşa sürecine girmiştir. Bol yağış, aşırı nem ve sıcaklığın hâkim olduğu muson ikliminde yapının dayanıklılığı sıralı sütunlardan oluşan duvar sistemi ile sağlanmıştır. Sütunların aralarındaki boşluklar tamamı Almanya’dan ithal edilen altıgen paslanmaz çelik fikstürlerle doldurulmuş, bu tasarımla kısmen petek görünümlü estetik bir görüntü sağlanmıştır. Yine bu boşluklarla caminin hava ile temasının kesilmeyerek sirkülasyonu sürekli hâle getirilmiş, yağmur suyunun içeri girmesi engellenmiş, güneş ışığı ise iç mekân aydınlatmasında etkin kılınmıştır. Dış cephenin sade tasarımı iç mekânda da sürdürülmüş, beyaz mermerlere vuran çelik gölgeleri yeşil, turuncu ve sarı yansımalar aydınlatmıştır.

Mimarın sunduğu ilk planda caminin kubbesiz, düz bir çatı ile örtülen tasarımı, kubbenin bir cami için ayrılmaz unsur olduğu itirazıyla reddedilmiş, kubbe eklenmesiyle plan yenilenmiştir. Ayakkabısız girilen avluda, harime geçişi sağlayan 8 metre çapındaki kubbe göze çarpar. Kubbenin çap ölçüsü bağımsızlığın ilan edildiği Ağustos ayını, gün ışığının etkisiyle kimi zaman zümrüt yeşili, kimi zaman parlak sarı yansımalarla ihtişamı artan, harimin üzerindeki kubbeyi yüklenen 12 dev çelik sütun Hz. Peygamber’in doğum günü olan Rebiulevvel’in 12. gününü,  bu yarım küre kubbenin 45 metrelik çap ölçüsü ise bağımsızlık yılı 1945’i temsil eder. Caminin müştemilatındaki havuz, suyu 45 metre fışkırtan fıskiyelere sahiptir. Caminin silindir biçiminde tek bir minareye sahip olması Allah’ın birliğini, 66.66 metre uzunluğunda olması halk arasında yaygın bir söylem olan Kur’an-ı Kerim’deki ayet sayısını, minarenin ucunu belirleyen 30 metre uzunluğundaki metal yapı 30 cüzü, caminin 5 katı İslam’ın 5 şartını sembolize eder.  Merkezinde kelime-i tevhidin olduğu, mermer oyma tezyinli mihrab ve minber oldukça sade olup iç cephede sülüs hatla yazılmış Kur’an ayetleri ve hadis-i şerifler göze çarpar. (Natalie Koch vd, “Mosques as monuments: an inter-Asian perspective on monumentality and religious landscapes”, s. 194-195; Aden Achmaduddin Kamil, “Estetika Kaligrafi Arab Masjid Istiqlal”, s. 1-4.)

Caminin inşası 17 yılda tamamlanmış ve 1978 yılında Müslümanların hizmetine açılmıştır. İbadet mahalli olmanın yanı sıra eğitim merkezi, konferans ve sergi salonu olarak da kullanılan camide yaklaşık 200.000 kişi aynı anda ibadet edebilmektedir. Şehirde okuma kültürünün geliştirilmesi, kitap fuarlarının düzenlenmesi, güncel problemlerin tartışıldığı bir mecra oluşturması maksadıyla müştemilata eklenen İstiklal Camii Kütüphanesi,  kitaplar, süreli ve dijital yayınlar koleksiyonuna ev sahipliğiyle başkentin dinî ve sosyal hayatının yanı sıra kültürel hayatının da nabzını tutmaktadır.

İstiklal Camii, her ne kadar İslam’ın bölgeye nüfuz ettiği dönemde Hinduizm ve Budizm etkiliyse ve yüzyıllara dayalı yoğun misyonerlik faaliyetleriyle ülkede Hıristiyanlık desteklenmişse de bugün yüzde 87 oranıyla dünyanın Müslüman nüfusu en yoğun ülkesi olan Endonezya’nın bağımsızlık mücadelesinde en büyük motivasyon oluşturan İslam’ın simgesi olarak başkentin sembolik kalbine yerleştirilmiştir. İstiklal Camii hâlen bağımsızlık sancağını, adında taşıyarak Endonezyalı Müslümanlara tarihi, İslam’ın bu coğrafyada neşvünemasını ve mücadelesini hatırlatmaya devam etmektedir.