Yücelerden Yüce olan Rabbimizin her işi isabetli, her sözü doğrudur. O Reşîd’dir. Rüşd O’nun adıdır. Doğrudur, doğruyu gösterir, doğruya erdirir. Hiçbir takdirinde hikmetsizlik bulunmaz, hiçbir tedbirinde yanılmaz. İstediğini yapar, amacına ulaşmasına hiçbir şey engel olamaz. O’nun hak dediği hak, batıl dediği batıldır. Kendisi hak, işleri hak, sözleri hak olduğu gibi kullarını da hakka irşat eder, kendi hâllerine bırakmaz. O’nun irşadına uyan iki cihanda selamet bulur, uymayan yolda kalır, perişan olur.
Âlimler der ki Reşîd isminin iki ciheti vardır. Biri O’na bakar, diğeri bize. O’na bakan taraf O’nu tanımlar. Buna göre O, her işinde, her sözünde doğrudur ve amacına ulaşmak için kimsenin rehberliğine ihtiyacı yoktur. Bize bakan tarafı ise her bir yarattığına yaratılış amacı doğrultusunda yolunu göstermesi, mükemmel bir nizam içinde nihai amacına ulaştırmasıdır.
Buna göre birinci mana Hakîm ismine, ikinci mana Hâdî ismine yakın olur. O’nun irşadı öyle tesirlidir ki O’nun gösterdiği yolu izleyenin tabiatı hâline gelir.Reşîd kelimesi, rüşd kökünden türemiştir. İstikamet üzere dosdoğru olma, doğru yolu bulma yeteneği demektir. Zıddı, sapkınlık anlamındaki “gayy” kelimesidir. Bu kökten türeyen irşat, doğru yolu göstermek ve ulaştırmak, mürşit de doğru yola rehberlik eden demektir.
Kur’an-ı Kerim’de Rüşd
Kur’an-ı Kerim’de “rüşd” kökünden türeyen kelimeler on dokuz yerde geçmektedir. Dinde zorlama olmadığına dair ayette (Bakara, 2/256), “Şüphesiz doğruluk (rüşd) sapkınlıktan (gayy) ayrılmıştır.” buyrularak rüşd kelimesi zıddı ile açıklanmıştır. Hz. Musa ile kendisine ilim verilen kişi (Hızır) arasında geçen olayların söz konusu edildiği Kehf suresinin 66. ayetinde rüşdün “doğru yola, hakka götüren ilim” anlamına geldiği belirtilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de reşîd ismi yer almakla birlikte zat-ı ilahiyyeye nisbet edilmemiştir. Bunun yanında bir ayette rüşd (Enbiyâ, 21/51), üç ayette de reşed kelimesi Allah’a izafe edilmiştir. (Kehf, 18/10, 24; Cin, 72/10) Ayrıca “Allah kime hidayet verirse o hakka ulaşmıştır. Kimi de yoldan saptırırsa artık öylesini doğru yola yöneltecek birini bulamazsın.” mealindeki ayette (Kehf, 18/17) mürşit ismi dolaylı olarak Allah’a izafe edilmiştir.
Rüşd kavramı Kur’an-ı Kerim’de hem Allah’a hem insanlara nisbet edilmektedir. Bunun bir örneğini Hucurât suresi 7 ve 8. ayetlerde görürüz. Bu ayetlerde Rabbimiz, lutuf ve ihsanının bir eseri olarak imanı Muhammed (sas) ümmetine sevdirip gönüllerine yerleştirdiğini, küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdiğini belirtmekte, bu niteliklere sahip kimselerin de rüşd çizgisi üzerinde bulunduklarını bildirmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de mürşit kelimesi de Kehf suresinin 17. ayetinde, “insanlara doğru yolu gösterecek olan rehber” anlamında geçer. Reşîd kelimesinin geçtiği Hûd suresinin 78. ayetinde ise Lût peygamberle kavmi arasındaki tartışma konu edilmiş ve Hz. Lût kavmine, “İçinizde reşit bir adam yok mudur?” derken aklı başında, olgun ve tutarlı bir kişiyi kastetmiştir. Hucurât suresinin 7. ayetinde de rüşd kökünden çoğul ism-i fail kalıbında “râşidûn” kelimesi “doğru yolda olup haktan ayrılmayanlar” manasında geçer. Ayete göre bu şekilde nitelendirilenler Allah’ın kendilerine imanı sevdirip onu kalplerinde süslediği, küfür, fısk ve isyanı çirkin gösterdiği kimselerdir.
Rüşde Eren Kullar
Rüşd kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de geçtiği ayetler bize Reşîd olan Allah’ın rüşde eren kullarının kimler olduğunu açıkça gösterir. Bunlar Allah’a iman ve itaat edenler (Bakara, 2/186; Cin, 72/14), imanı sevip kalbine yerleştiren, inkâr ve isyandan nefret edenler (Hucurât, 49/7) ve aklı başında olup kârını zararını bilenlerdir. (Nisa, 4/6)
Kur’an bize rüşde erenlerin kimler olduğunu böyle detaylı bir şekilde anlattığı gibi rüşde eremeyip sapkınlık içinde kalanların karakteristik özelliklerini de haber verir. Buna göre kendilerinde büyüklük vehmedenler (A’râf, 7/146) rüşdü/doğruyu görseler bile ona uymazlar. Öyle ya kibir, hakikatin kendi dışında biri tarafından gösterilmesini nasıl kabul eder?
Cin suresi 21. ayette ise insanların iyiyi kötüden ayırt etmelerine yarayan rüşdü ihsan etmenin Allah’tan başka kimsenin elinde olmadığı vurgulanır. Bu demektir ki kulun dininde ve dünyasında reşîd olması Yüce Allah’ın kendisine verdiği hidayete bağlıdır. Reşîd olan Allah istediği her şeyi bize icbar ile yaptırmaya gücü yeteceği hâlde O’ndan gelen rüşde kendi irademizle tabi olmamızı istemiş, o rüşdün neticesi olan mükâfatlara hak kazanmamızı tercih etmiştir. Bu yolda mürşidimiz başta Rabbimizin kelamı, sonra da O’nun bize bu yolda örnek gösterdiği (Ahzâb, 33/21) peygamberinin sünnetidir. Bu irşadı kabul eden önce kendisi doğru yolda ilerler, sonra da reşîd isminin tecellileri ile diğerlerini doğru yola sevk eder.
Kararlarda ve davranışlarda doğruluk, en küçük insan birliği olan aileden en büyük topluluklara varıncaya kadar tüm kademelerde insanları sevk ve idare görevini üstlenenlerde aranan birinci vasıftır. Bu açıdan rüşd sadece bir akıl ve zekâ değil; aynı zamanda ahlak meselesidir. Nice akıllı ve zeki insan vardır ki asla güven uyandırmaz, peşinden iki sokak öteye dahi gidilmez. Reşîd isminden nasibini almak isteyen daima doğruluğu ve hakşinaslığı kendisine şiar edinmelidir. Konevi’nin ifadesiyle hâlinde istikamet olmayanın cehdi zayi olur. Bir kimse yolunun dosdoğru olmasına dikkat etmezse yol alsa bile maksuduna ulaşamaz.
Sözlerimizi biri Kur’an-ı Kerim’den biri de Efendimizin sünnetinden iki dua cümlesi ile bitiriyoruz. Bunlardan biri mağaraya sığınan ashab-ı kehfin duası. Kur’an’ın bildirdiğine göre onlar, o kritik anda şöyle yalvarmışlardı: “Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi başarılı kıl!” (Kehf, 28/10) İkincisi ise Efendimizin (sas) sahabesine öğrettiği bir dua: “Allahım! Bana benim için her şeyin iyisini, doğrusunu (rüşd) ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru!” (Tirmizî, Daavat, 69) Âmîn Yâ Muîn!