Dr. Mustafa Derviş DERELİ
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Bilim kurgu romanları geçmişten bugüne teknoloji dünyasındaki yeni kavramsallaştırmalara ilham kaynağı olmaktadır. “Metaverse” de Amerikalı yazar Neal Stephenson’ın 1992 yılında kaleme aldığı Snow Crash isimli bilim kurgu romanından hareketle yeni bir dönemin habercisi olarak konumlandırılmaktadır. Son birkaç aydır hemen herkesin bir şekilde karşılaştığı bu kavram, yeni medyaya geçişin en görünür platformu olarak yeni bin yılın başında Facebook’u kuran Mark Zuckerberg ve ekibinin yakın tarihte sosyal ağlarının marka ismini Meta olarak değiştireceklerini açıklamalarıyla birlikte çok daha fazla ön plana çıkmaya başladı. Radyo yayınlarından televizyon programlarına, teknoloji haber platformlarından sosyal medya ortamlarına, akademik metinlerden kitap isimlerine kadar Metaverse gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.
Peki, Metaverse’ü nasıl tanımlamak gerekmektedir? Kısaca ifade etmek gerekirse şimdiye kadar gelişimine ve sofistike hâl alışına aşama aşama şahit olduğumuz dijital evrenin çok daha ileri bir seviyeye ulaşması olarak görebiliriz. Metaverse evreniyle, bugüne dek pek çok insanın 3D-4D filmlerle de olsa bir şekilde tecrübe ettiği “sanal gerçeklik” (virtual reality) teknolojisindeki arttırılmış gerçeklik düzeyinin daha da ötesine geçileceği görülmektedir. Sanal gerçeklik; akıllı saat, akıllı bileklik, akıllı gözlük, elektronik giyim eşyaları, vücut sensörleri, kişisel video kayıt cihazları gibi giyilebilir teknoloji ürünleriyle kısa bir süreliğine de olsa bambaşka bir dijital evrende vakit geçirmeyi simgelemekteydi. Bu teknoloji, bireylerin daha çok eğlence amaçlı olarak yer aldıkları ve çoğunlukla gündelik hayat gerçekliklerinden bağımsız bir dünyaya katıldıklarının son derece farkında oldukları bir dijital düzleme karşılık gelmekteydi. Söz gelimi bir asansör genişliğindeki sanal gerçeklik odasına akıllı gözlük takarak girdiklerinde, her ne kadar içerisinde bulundukları süre boyunca hayret ettikleri bir dünyayla karşı karşıya kalsalar da o odadan çıktıklarında fiziki dünyaya döneceklerini biliyorlardı. Fakat Metaverse evreninin hiç de bu şekilde olmayacağı ve insanların sıradan etkileşim örüntülerinin bir sonucu olarak daha kalıcı biçimde eylemde bulunacakları yeni bir dijital düzleme ev sahipliği yapacağı anlaşılmaktadır.
Adlandırılması elbette ilerleyen dönemlerde değişebilir; farklı bir kavram üzerinde uzlaşı mümkün olabilir. Fakat Metaverse evreninin -bir nevi meydan okurcasına- insan olmaktan kaynaklanan niteliklerimizde değişiklikler yapma teşebbüsünde bulunacağı net biçimde gözükmektedir. Gündelik hayatın farklı bir yaşam formunda yeniden formatlanmasına yönelik imalar ya da en azından beklentiler barındıran bu yeni teknolojik düzlemde bireysel, sosyal, kültürel, ekonomik ya da hukuki, hemen her alanda tartışmalar nasıl yoğunlaşacaksa benzerinin, hatta daha fazlasının dinî alanda da yaşanması beklenmektedir. Dijitalleşmenin bu yeni evresinde dinî alanın, diğer alanlara kıyasla çok daha somut sonuçları beraberinde getireceği; bireysel, toplumsal veya kurumsal düzeyde alabildiğine çeşitlenmiş farklı perspektifleri gündeme taşıyacağı ve bu bakış açılarından hareketle farklı arayışların peşinden gidileceği bir fotoğrafı karşımıza çıkaracak gibi görünmektedir.
Doktora çalışmamızın ürünü olarak ortaya çıkan Sanala Veda: Sosyal Medya ve Dönüşen Dindarlık (Nobel Yayınları, 2020) isimli kitapta gündelik gerçeklik düzleminden kopuk sanal ortamların yerini, çevrim dışı ve çevrim içi uzamlar arasında yoğun etkileşimlerin görüldüğü akışkan dijital ortamların aldığını öne sürmüştük. Bilhassa genç kuşak üzerinde yaptığımız gözlem ve saha araştırmasından hareketle ulaştığımız bu sonuç, bir yandan yaşadığımız çağda artık fiziki etkileşimlerimiz ve eylemde bulunuşumuzla çevrim içi etkileşimlerimizin birbirinden keskin şekilde ayırt edilemeyecek kadar iç içe hâle geldiğine dikkat çekerken diğer taraftan bu konuda kuşaklar arasında önemli bir farklılığın ortaya çıktığına işaret etmekteydi. Örnek vermek gerekirse dijital dünyayla sonradan tanıştıkları için “dijital göçmen” şeklinde adlandırılan kuşağa mensup bireyler, zihinlerindeki fiziki – çevrim içi dünya ayrımından dolayı, bir bilgiye söz gelimi kitap okuyarak mı yoksa internet aracılığıyla mı ulaştıklarına ya da kiminle yüz yüze ortamda veya sosyal medyada tanıştıklarına dair bir farkındalıkları vardır. Fakat dijital dünyanın içerisine doğan ve bu teknolojiyle neredeyse doğumlarıyla birlikte tanışan “dijital yerliler”, zihinlerinde fiziki ve dijital ortamlar şeklinde kategorik ve dikotomik bir ayrım söz konusu olmadığı için hangi eylemlerini hangi ortamda gerçekleştirdiklerine dair özel bir dikkatleri de bulunmamaktadır. Burada konumuzu teşkil eden Metaverse evreninin, bahsini ettiğimiz bu iç içeliği, yani çevrim içi – çevrim dışı uzam bütünlüğünü çok daha yüksek seviyelere çıkartacağını ve hatta bu yüzden de (belki de çok büyük oranda) insan varoluşu açısından korkutucu bir hâl alabileceğini söyleyebiliriz. Kimliklerimiz açısından kaçınılmaz bir son gibi gözüken bu durumun hayatın diğer alanlarından farklı olarak din alanında çok daha girift bir mahiyete bürüneceğini ve gerek fıkhi gerekse akidevi anlamda önemli tartışmalara kapı aralayacağını ifade etmek mümkündür.
Bilgisayar teknolojilerinin gelişmeye başladığı 1970’lerin sonlarından günümüze dek her dönemde görünür olan dijitalleşme ve din ilişkisi, akıllı telefon teknolojisiyle birlikte hayatımızın doğrudan merkezine taşınarak “dijital din” olgusunu karşımıza çıkardı. Dijitalleşmenin dinî alanda meydana getirdiği değişim ve dönüşümler; dinî bilgilere, fetvalara ulaşma veya dinî pratikleri çok daha kolay şekilde yerine getirme gibi birtakım avantajlarının yanında dinî içeriklerin otantikliği, dinî otoritenin muğlaklaşması, din dilinin magazinleşmesi ve bayağılaşması, dinî kavram ve temaların içlerinin boşaltılması gibi yeni problemler de doğurdu. Fakat burada bahsini ettiğimiz Metaverse evreninde söz konusu sorunlu alanlar arasında en ciddi tartışmalar, kanaatimizce çevrim içi (dinî) ritüel konusunda yaşanacaktır. İki yılı aşkın bir süredir yaşamakta olduğumuz pandemi dönemi öncesinde dijital bir cihaz / ortam vasıtasıyla söz gelimi bir imama uyarak namaz kılma konusuna çok daha ironik ve mizahi bir dille yaklaşırken tam kapanmayı yaşadığımız süreçte bu hususun ciddi şekilde tartışıldığı ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığına konuyla ilgili yoğun şekilde sorular sorulduğu hatırlanacak olursa çevrim içi dinî ritüel hususunun niçin bu kadar kritik bir konumda yer alacağı çok daha iyi anlaşılacaktır.
Dindarlık veya dinî kimlik, insanla ve toplumla somutlaştığı için tarihin her döneminde değişimler yaşar. Fakat teknolojinin değişime hız kazandırdığı dikkate alınacak olursa yeni medyayla birlikte bu hususlar özelinde yaşanan tartışmaların Metaverse düzleminde çok daha farklı bir boyut elde etmesi kaçınılmaz görünüyor. Dinî hayat elbette bütünüyle dijital evrende yaşanmayacak, dinî gruplar ya da cemaatler bütünüyle bu evrende oluşmayacak, ibadetler bu ortamlar aracılığıyla gerçekleştirilmeyecektir. Fakat Metaverse evreni, insanlığı, dinî konularda bugüne kadar hiç merak etmediği veya öğrenme ihtiyacını hissetmediği yeni meselelerle karşı karşıya getirecektir.