Sözlükte “bir şeyi gözetimi altına alıp korumak ve onu yönetmek” manasındaki “heymene” kökünden türeyen “Müheymîn” kâinatın bütün işlerini idare eden demektir. Bir şeye göz kulak olup onu koruyan kişi o şeyin müheyminidir. Allah Teâlâ yarattığı mahlukatın varlığını sürdürebilmesi için gereken tüm şartları bilir, onları kollar, gözetir; amellerini, rızıklarını, ecellerini bilip muhafaza eder. Onları varlıklarını tehdit eden tehlikelerden korumak da bu ismin tecellilerindendir.
Bu tecelliler sayesinde biz varlığımızı bir bütün hâlinde koruyabilir; dağılıp gitmekten kurtuluruz. Fiziki bütünlüğümüz nasıl maddi hayatımızın devamı için şartsa ruhi bütünlüğümüzü korumamız da manevi varlığımız için öyledir. Yani düşüncelerimiz, duygularımız, hedef, istek ve arzularımız yekdiğerini destekleyecek bir bütün hâlinde olmalıdır ki akıl ve ruh sağlığımızı koruyabilelim. Bu nedenle bu ismin kalp huzuruyla yakın ilişkisi vardır. Her şeyin farkında olan, tüm ihtiyaçlarımızı bilen ve onları gidermeye mutlak kudret sahibi olan, bizi en yakından gözetip kollayan bir Rabbimiz olduğunu bilmek; olmasını istediğimiz şeylerin bilindiğini, olduğunda O’nun ihsanı, olmadığında da O’nun takdiri olduğunu kabullenmek kâinatla kusursuz bir uyum içinde olmamızı sağlar. Huzurun kaynağı da budur.
Her An O’nun Huzurundayız
Rabbimiz “evrenin bütün işlerini” gözetip yönettiği gibi o evrenin en mümtaz unsuru olan insanları da daima murakabe ve muhafaza eder. Sufiler bu ism-i şerifin daha çok bu manası üzerinde dururlar. Çünkü insanı “ihsan” mertebesine ulaştıracak olan ancak bu bilinçtir. Hayat devam ederken yapıp ettiklerimizin daima gözetim altında olduğu bilinciyle yaşamak bizi ileri götüreceği gibi hayatımız sona erdikten sonra dahi en küçük iyilik ya da kötülüğümüzün kaybolmayacağını bilmek amellerimizdeki sürekliliğin en büyük teminatıdır. Çünkü ancak Allah’ın her hâlimizi gördüğüne, en gizli niyetlerimizi dahi murakabe ettiğine inandığımızda insanların fark etmesine, bilmesine, takdir etmesine gerek görmeden iyiliğe devam edebilir; insanların vâkıf olmadığı en gizli kötülüklerden bile sakınma bilinci geliştirebiliriz. Buna huzurda bulunma bilinci diyoruz.
Daima Allah’ın gözetimi altında olduğumuzu bilmek, “İslam insanı”nı Batılı anlayışta olduğu gibi insanın doğasının kaçınılmaz bazı yönlerini asli günah sebebi olarak görüp reddederek hastalıklı yönlere sapmaya götürmez. Çünkü İslam’a göre insanı yaratan Allah, onun tüm insanlık hâllerini -meşru sınırlar çerçevesindeibadet gibi kutsamıştır. Ailenin ağzına koyduğun her lokma sadakadır, eşinin elini sevgiyle tuttuğunda günahların parmaklarının arasından akıp gider, bedenin de senin üzerinde hakkı vardır gibi ilkeler bunun en bilinen örnekleridir.
Gazzâlî’ye göre Müheymîn’in etkisini icra etmesi ilahi ilim, kudret ve fiilin kemal mertebesinde bulunması sayesindedir. Bilgi olmadan, olsa da gereğini yapmaya gücü yetmeden yönetmek, hakkıyla koruyup kollamak mümkün müdür? Hepimiz bunu kendi hayatlarımızdan biliriz. Bazen gidişatın yanlışlığını görürüz, ne yapılması gerektiğine de aklımız erer ama elimizden bir şeycik gelmez. Yüce Allah için ise hiçbir konuda yetersizlik düşünülemez. Diğer bütün isimlerde olduğu gibi ilim ve kudret de bütün kapsamları hatta insan muhayyilesinin alamayacağı tüm yönleriyle sadece Allah’ta bulunmaktadır. Bu bilgilere göre Müheymîn niteliğinin unsurları şunlardır: Bilmek, bilgiye dayalı kudretle hâkimiyet sağlamak, hâkimiyeti altındaki şeyleri korumak. Bu üç hususta muvaffakiyet ilim, kudret, akıl ve hikmetle olur. Bu ismin tecelli ettiği kişi de bütün işlerini bu vasıflara göre idare eder. Rabbimiz nasıl bu âlemi devamlı gözetip kollayarak mükemmel bir nizam içinde idare ediyorsa insan da işlerini dikkatli, düzgün, itinalı ve her şeyin/herkesin yerini/hakkını koruyarak bir nizam (sistem) içinde yürütmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de Müheymîn
“Müheymîn” vasfı Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçmektedir. Haşr suresinde 22-24. ayetler arasında sayılan esma-i hüsnadan diğer isimlerle birlikte Yüce Allah’ın isimlerinden biri olarak zikredilirken Mâide suresi 48. ayette Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in vasfı olarak anılır. Buna göre Kur’an Allah’ın “Müheymîn” isminin tecellisi olarak “müheymin” vasfını kazanmış kitabıdır. Bu ayetin tefsirinde Elmalılı der ki: “Bu ayet Kur’an’ın Müheymîn olan Allah’ın gözetimi altında her türlü tahrif ve tağyirden korunmuş olduğunu gösterirken aynı zamanda onun kendinden önceki tüm kitaplar için bir delil ve şahit, onların doğrusunu ortaya çıkaracak, tahrifatını da iptal edecek bir miyar olduğunu ispat eder. Onun tasdikinden geçmeyen veya ona muhalif olan kitap ve şeriatların hükümleriyle amel etmek de bu sebepten batıldır.”
Sufilere göre varlık âlemi Allah’ın isimlerinin çeşitli kombinasyonlar şeklindeki tecellilerinin sonucudur. Bu nedenle her bir isim diğerleriyle ilişki içindedir. Esma-i hüsna müelliflerine göre Müheymîn ismi de Allah’ın; Mü’min, Rakîb, Hafîz, Hâlık ve Şehîd isimleriyle anlam yakınlığı içindedir ve Rabbimizi tanımlamadaki önemi sebebiyle kadim ilahi kitaplarda da Allah’ın isimlerinden biri olduğu söylenir.
Müheymîn İsminin Tecellisi
Gazzâlî’ye göre bu ismin bir insana tecelli etmesi için o insanın öncelikle kendi iç dünyasını iyi tanıyıp (kendini tanıma) Allah’ın ihsanı olan bütün yetenek ve güçlerini ahlak ve gidişatını istikamet üzere kılmaya sarf etmesi (kendini gerçekleştirme) ile olur. Bu suretle kalbine (düşünce ve duygularına) hâkim olan kul bu vukufiyetin sınırlarını genişleterek diğer insanlara da istikamet üzere olmaları konusunda tesir etmeye başlar. Etrafını gözetip kollar (sosyal ilgi ve sorumluluk bilinci). Bu durumda Müheymîn isminin tecellileri de artmış demektir. Böyle biri artık sezgi sahibidir, dış görünümlerden yola çıkarak iç dünyalara nüfuz edebilir (yorumlama kabiliyeti); sadece kendini kurtarmakla kalmayıp başkalarının da kurtuluşlarına vesile olur.