Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
Manevi hayatın ciddi zaaflara uğradığı, yalnızlık, çaresizlik ve güvensizlik duygularının yaygınlaştığı, şiddet, intihar, toplumsal çözülme göstergelerinin daha da belirginleştiği bir süreç yaşıyoruz. “Yiğit düştüğü yerden kalkar.” misali, kaybettiğimiz değerlerin yeniden kazanılması tek çözüm yoludur. Bunu başarmak için gerekli faaliyetler bütününe irşad diyoruz. Bu başlık altında toplayabileceğimiz bütün faaliyetler, İslam’ın hidayete erdirme hedefinde birleşen, ama durum ve maksada göre bazı farklılıklar barındıran davet ve tebliğ, vaaz ve nasihat gibi değişik şekillerde icra edilirler. Bu uygulamaların her biri, esaslarını Kur’an’ın belirlediği inzâr (uyarma, korkutma) tebşir (müjdeleme), tezkîr (öğüt verme) ve iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma gibi yöntemlerle hayata geçirilir. Resmî görevli olsun ya da olmasın, irşad faaliyetinde bulunacak din gönüllülerine, dikkat edilmesi gereken dil ve üslup ilkelerini hatırlatmak yararlı olacaktır.
Kur’an, irşad faaliyetleri için üç teknik ilke belirler: Bunların ilki, akla hitap edip onu mantıki yolla verimli kılmaya çalışmak (hikmet); ikincisi, insan vicdanını ve duygu dünyasını harekete geçirmek (güzel öğüt yöntemi); üçüncüsü ise kabul ettiği, doğru bulduğu birtakım ölçülere dayanarak ilzam etme tekniğidir (en güzel yolla mücadele). Bu üçüncü teknik, iknadan çok muhalifleri kırıp dökmeden susturarak kalabalık halk kitlelerine verecekleri zararı en aza indirmeyi hedefler. (Nahl, 16/125.)
Hikmet ya da güzel öğüt teknikleri, tek başına beklenen etkiyi gösteremezler. Her ikisinin birleştirilerek “hikmet yüklü güzel öğüt” şeklinde sunulması çok daha müspet sonuç alıcı olacaktır.
Tebliğ ve irşad, esasen fikrî bir meseledir. Belli bilgi ve fikirleri insanlara aktarma aracı değil toplumu, dinî değerleri diri ve tekil tutmak noktasında dönüştürme ve iyileştirme faaliyetidir. Genellikle sözlü anlatım üslubu şeklinde algılanan “irşad dili” içeriğine eklenmesi gereken başka bileşenler de dikkate alınmalıdır. Bunları, irşad gönüllüsünün sahip olması gereken yeterli bilgi ve kültür zemininde işleyen dürüstlük, samimiyet, sistemli ve disiplinli çalışmada süreklilik, azim ve sebat şeklinde işaretlemek mümkündür.
Konusu insan olan her iş zordur. Hele günümüzde olduğu gibi sorgulayan ve eleştiren bir toplumda işiniz gönüller dünyasına girerek inanç, anlayış ve davranışları biçimlendirmek ve yön vermek ise bu iş daha da zor ve karmaşık hâle gelir. Herkes her konuda kendince bilgi sahibi olabilme imkânına sahip bulunuyor. Bu sebeple irşad erlerinin din alanında ihtisas sahibi olmaları yanında kaçınılmaz şekilde âdeta birer psikolog da olmaları beklenir. Tahakkümcü, genellemeci, hedef gösterici, aşağılayıcı üsluplar yapıcı olmak yerine yıpratıcı olur. Buyurganlıktan ve zorlamadan uzak, bilgilendirme, müjdeleme, hatırlatma ve telkin yolu ile yönlendirme, temel ilkedir. (Azhab, 33/45-46.)
Gereksiz ihtilaflardan kaçınılmalı, düzeltilmek istenen yanlış/kötülük belirgin olmalıdır. Henüz ortaya çıkmamış, duyum ya da tahmine dayalı şeyleri zikretmekten kaçınmalıdır. Henüz yaygın hâle gelmemiş olumsuzluklar ise kamuya açık yöntemle değil, özel yollarla ele alınır. Muhatapların eğitim, bilgi, kültür ve algı düzeyleri göz önünde bulundurulmaya çalışılır. Çünkü algılanmasında zorluk çekilecek meseleler cevapsız kalmış yeni soruların doğmasına sebep olabilir. Bazı meseleler ise yer, zaman ve muhatabın durumuna göre ertelenmelidir. “Her doğru her yerde söylenmez.” Camiler, ev sohbeti ortamları, hoca-talebe ilişkisi niteliğindeki ortamlar, muhatabın hazır olması bakımından irşad için uygun birer zemin olarak değerlendirilir.
Davet ve irşad gönüllüsü, yer ve zaman ayrımı yapmadan faaliyetini sürdürür. Hz. Nuh’un (a.s.) örnekliğinde olduğu gibi gece gündüz davet ve irşad üzere olacaktır. (Nuh,71/5.) İrşad eden kişi, muhataplarını ümide sevk edecek ve Allah’ın azabına karşı güvence ve Allah’a isyan konusunda ruhsat vermeyecek bir üslup takip etmeli.
Muhataplara/hedef kitleye karşı dengeli bir dil ve üslupla hitap etmek elzemdir. Kötü söz ve hakaret, tebliğin etkili olması bir yana dursun, kabulüne çağırdığımız değerlere tepki ile hakaret edilmesine sebep olur. Yanlış üslup, doğru sözü katleder. Allah Teâlâ, kullar olarak aramızda saygı, sevgi ve hürmet yüklü ifadelerle konuşmamızı istemekte, aksi takdirde şeytanın aramıza bozgun sokacağına işaret etmektedir. (İsra, 17/53.) Kur’an bunun da ötesine giderek Musa (a.s.) ve kardeşi Harun’u, kendini ilah yerine koyan Firavunu Hakk’a davetle görevlendirirken ona yumuşak söz söylemeleri uyarısında bulunuyordu. (Taha, 20/43-44.) Zulmün ve küfrün sembolü konumundaki insanlara karşı böylesine hassas davranılmasını emrediyor Allah. Hatalı ve günahkâr ama mümin ya da gönlü hakikate henüz muhatap olmamış kişilere karşı nasıl bir tutum içinde olunmalıdır; düşünmek gerekmez mi? Bu noktada ne kadar hassas davranılması gerektiği konusunda ölçüyü ise Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e yönelttiği bir ilke ile tespit etmektedir: “Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile.” (Âl-i İmran, 3/159.) Merhamet duygusu, ilahi bir armağandır. Bu duygunun etkin olmadığı davet ve irşad etkinliğinin temeline katı kalplilik ve kabalık yerleşir. Sonuç ise başarısızlıktan başka bir şey olmaz. (Âl-i İmran, 3/159.)
Beşerî ilişkilerde tatlı dil olgusunun ne derece etkili olduğu bilinen bir gerçektir. İrşad olgusuna, “emri bi’l-ma‘rûf nehyi ani’l-münker” yöntemi üzerinde bakılacak olursa bu görevin yerine getirilmesinde bütün Müslümanların yükümlülük altında olduğu hakikati anlaşılır. Her Müslüman bilgi, kabiliyet ve sosyal konumu itibarıyla dinin hakikatlerini insanlara ulaştırmakla görevlidir.
Gündemi işgal eden bir meseleye temas etmek, bu hususta bir yanlış düzetilmek isteniyorsa kişiselleştirmeye düşmeden, kimseyi hedef almadan, aşağılamadan, tahrik etmeden olay üzerinde durulmalı; bireylerle değil, olgularla meşgul olunmalıdır. Birilerine cevap yetiştirmeye çalışmak, verilmesi gereken doğrunun etkisini zayıflatır, enerjinin boşa gitmesine sebep olur.
Her yaş ve konumdaki insan için bir ihtiyaç olan öğüt ve nasihat olgusu, tekrarı gerekli kılabilmektedir. Tekrar eylemi, fikir ve öz itibarı ile olabileceği gibi belli kalıpların zaman zaman aynen aktarılması şeklinde de olabilir. Tekrar yönteminin en güzel örneklerini ise Kur’an’da görüyoruz.
Gerek cami merkezli gerekse cami dışı irşad faaliyetlerinde, hedef kitlenin ıslaha muhtaç yönlerini somutlaştırarak gündeme getirmek, muhatapları suçluluk duygusuna sokarak ve ümitsizliğe düşürerek irşada kapalı hâle getirir. Muhataplara gerektiğinde tanıma amaçlı sorular sorulabilir. Ancak bu, gizli eksikliklerin açığa çıkarılmasına çalışan bir sorgulama işlemine dönüşmemelidir. İrşad gönüllüsünün görevi hatırlatma ve öğüt verme sınırlarını aşmamalıdır. (Ğaşiye, 88/21.)
Belli bir kişi ya da kesimin sergilediği olumsuz davranışı, diğer insanlar da yapmış gibi toptancı bir değerlendirme yerine “bazı kişiler”, “bazı yerlerde…” gibi ifadelerle kişiyi değil, yanlış davranışı öne çıkarmak temel ilkedir. “Beşer olarak hepimiz günahkârız.”. “Çok kere farkında bile olmadan günaha girebiliyoruz.”, “Kul olarak hepimizin zaafları var…” gibi ifadelerle “dinleyenlerin arasından” konuşmak, sonuç alıcı bir etkiye sahiptir.
Peygamber Efendimizin de (s.a.s.) asli görevi olan tebliğ ve irşad (Maide, 5/67.); ilgililerin/sorumluların, muhataplarını İslami hükümlerden ve ilahi bilgilerden haberdar etmek, müminleri ve insanlığı ebedî hayat hakkında bilgilendirmek, tebliğ ve irşad etmek olarak algılaması gereken bir meseledir. Bu süreçte, tıpkı müjdeleme yöntemi gibi “korkutma” yöntemi de irşad faaliyetlerinde amaca götürücü bir unsur olarak kullanılır. İrşadçı bunlardan hiçbirini tek başına öne çıkarma yoluna gitmemelidir. Her iki duygu da yeri geldikçe ölçülü bir üslup içinde devreye sokulmalıdır. Müjde ayetlerini azap ayetlerine ya da azap ayetlerini müjde ayetlerine “feda” etmemelidir. Önemli olan her ikisinde ölçüyü kaçırmamaktır. Azap ayetlerinin mesajları inzar (kötü akıbet hakkında uyarı) ve bilgilendirme çerçevesinde ele alınmalıdır. İlahi merhamet ve onun yansıması olan müjde ayetleri de tuzu kuru bir tavır ve yersiz güven duygusuna sevk edecek bir üsluptan uzak tutulmalıdır. İrşadçının bu noktadaki temel aracı, muhataplarını korku ile ümit arasında ama hayata olumlu bakan bir ruh hâline getirecek dil ve üslup olmalıdır. “Sevgi dili” yaftalı, “Mevlana ve Yunus felsefesi” merkezli, dinin hayata yön veren hükümlerini devre dışı bırakan yaklaşımlara tabiatıyla itibar edilmeyecektir. Sevgi ve hoşgörü yönelişleri, dinin ilkelerini devre dışı bırakmadıkları ölçüde makbuldüler. Din ne ise o kendi ölçüleri içinde ve doğru şekilde yansıtılır.
Vaaz ve nasihat genellikle cami içi faaliyetler olarak algılanır olmuştur. Ama irşad, yer ve zaman gözetmeyen bir muhtevaya sahiptir. Cami dışı irşad faaliyetlerinde dikkat edilmesi gereken bir husus da genel muhatap kitlesi karşısında akademik üsluptan kaçınılmasıdır. Sade ve kolay anlaşılır ifadeler kullanılmalıdır. Günceli yakalamak da önemlidir. Yapmacık üslup yerine samimi ve tabii bir eda ile hitap edilmelidir. Bu ilkeye dikkat edildiğinde yerel şivelerle konuşan, zaman zaman espriler yapan konuşmacıların daha ilgi ile dinlendiği, bilinen bir gerçektir.
Sosyal medya alanında yapılan vaaz ve sunumlarla aynı konuları ihtiva eden kısa metrajlı özgün videoların sosyal mecralarda yayılması, geleneksel irşad dilinin yeni imkânlar araması ve onları müspet manada kullanabilmesi sevindiricidir. Ancak son derece dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur ki irşad faaliyetlerini, sanal mecrada ortaya çıkabilecek her türlü olumsuz etkenlerden korumak elzemdir.