Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Kasım 2020
İnsanı, varlık âleminde önemli ve anlamlı kılan husus; eşya, tabiat ve kâinatla ilişkisinde üstün özelliklere sahip bir varlık olarak yaratılış amacının gereklerini yerine getirme sorumluluğudur. Bu bağlamda insana rehberlik eden ve ideal davranışı belirleyen en büyük imkân ise, vahiy ve onu hayata taşıyan peygamberlerdir. Kuşkusuz vahyin son ve evrensel kitabı Kur’an-ı Kerim, peygamberi de Hz. Muhammed Mustafa’dır. Böylece insan, Kur’an ve sünnetin rehberliğinde hayata bütünlüklü bir değerler dünyası içerisinde bakabilmeyi öğrenerek güzel ahlaka dayalı bir hayat inşa edebilmektedir.
Güzel ahlakın benimsenmesi ve gelişmesindeki en önemli imkân, dünyayı ve ahireti anlamlandıran imandır. Bunu takip eden en önemli aşama ise kulluğun en özel boyutu olan ve insanı Rabbine yaklaştıran ibadetlerdir. Vücuttaki kalbi besleyen ana damarlar mesabesindeki bu iki değer, güzel ahlakın membaıdır. Bu açıdan güzel ahlakın varlığı, iman ve kulluktan neşet eden değer ve erdemlerin bireysel ve sosyal hayata taşınmasıyla ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, iman ve kulluk bilinci ne kadar sağlam ise ahlak da o denli muhkem ve müstakim olacaktır. Nitekim güzel ahlaka dönüşmeyen bir inanışın en bariz menfi yansıması, şekle ve söyleme indirgenen yüzeysel bir dindarlık anlayışıdır. İmanın tahkiki boyuttan taklidî zemine çekilerek asli hüviyet ve fonksiyonunu kaybetmesine sebep olan bu anlayışta, içinde birçok hikmeti barındıran ibadetlerin özünün ve kulluğun gayesinin yitirilmesi söz konusudur. Buna göre, sağlam bir inanç ve onun tabii neticesi olan içselleştirilmiş bir kulluk bilinci olduğunda güzel ahlak tabi bir davranış haline gelecektir.
Güzel ahlak, insanoğlunun selim fıtratının gereklerini yerine getirmesi ve dinimizin “münker” olarak vasıflandırdığı kötülük ve çirkinliklerden uzak durmasıyla kök salacaktır. Bu da rubûbiyet ve ubûdiyetin en yalın tezahürü tevhit akidesinin ve insanlar arası ilişkinin vazgeçilmez değeri vahdet ilkesinin gereğini yerine getirmekle gerçekleşecektir. Bu açıdan yüce dinimiz İslam, bize tevhit ile Allah’a kullukta; güzel ahlak ile insani değerlerde buluşmayı öğretmektedir. Hiç şüphesiz hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in temel hedefi de güzel ahlaka sahip bir insan, toplum ve dünya inşa etmektir. Bu meyanda, İslam’ın kurucu değerlerinin ortaya çıktığı Mekke döneminin en büyük özelliği de iman, tevhit, sabır ve fedakârlık ile yoğurulmuş bir ahlak ve karakter inşasıdır. Nitekim Mekke’de Kur’an ile inşa edilen söz konusu ahlaki yapı İslam medeniyetinin temel harcı olmuştur. Bu ruh ile sağlam bir karakter inşa eden Müslümanlar, güzel ahlak ile şekillenecek bir toplum idealini gerçekleştirmek için azami gayret göstermişler ve nihayetinde, yeryüzünde iyilik ve güzelliğin teminatı olan bir medeniyet inşa etmeye muktedir olmuşlardır.
Yüce dinimiz İslam, insanın fıtratındaki iyilik cevherini yeryüzü ile buluşturarak dünyayı imar etmeyi hedeflemektedir. (Hud, 11/61.) Bu üstün gayeye ulaşmada da en önemli imkân, peygamberlerin varlığı, örnekliği ve mücadelesidir. Nitekim peygamberler, bütün insanlığa sunduğu rahmet iklimiyle, her türlü eylemi zarafetle tezyin eden üstün ahlak ilkeleriyle bizlere ufuk çizip yön tayin eden vahyin, doğru anlaşılıp en güzel şekilde yaşanan bir hayata dönüşmesinde şüphesiz en büyük örneklerdir. Her konudaki rehberimiz Hz. Peygamber de (s.a.s.) ashabını iyiye ve güzele yönlendiren tavsiyelerde bulunarak onları güzel ahlak membaından beslemiş ve neticede, bütün insanlığa en güzel örnek olmuştur. Bu noktada, yüce Allah’ın Peygamber Efendimize yönelik; “Şüphesiz sen en güzel ahlak üzeresin” (Kalem, 68/4.) hitabı, onun ahlakını bize örnek göstermesi açısından mühim bir referanstır. Bu bağlamda Allah Resulü de; “En hayırlınız, ahlaken en üstün olanınızdır” (Buhari, Edeb, 39.) ve “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XIV, 513.) buyurarak varlık gayesini ve mücadelesini güzel ahlakın ikamesi olarak özetlemektedir.
Her şeyin hızla akıp gittiği, ilgi ve algıların sıkça değiştiği bir zamanda insani değerlerin ve vicdani erdemlerin muhafazası da zorlaşmaktadır. Söz konusu alanda yaşanan savrulmalar, maalesef ciddi bir ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bu da açıkça göstermektedir ki, yerel ve küresel ölçekli krizlerin gündemden düşmediği günümüzde yaşanan en büyük problem, bütüncül bir ahlak krizi ve esaslı bir değer aşınmasıdır. Genellikle dinî şuur ve hassasiyetin zayıflayıp örselendiği toplumlarda müşahede edilen bahse konu ahlaki aşınmanın, beraberinde bireysel ve toplumsal çöküşü hızlandırdığı da bir gerçekliktir. Buna göre iyiliklerin toplumda kök salıp kötülüklerin izale edilmesi; dolayısıyla, güzel ahlaka dayalı bir dindarlığın ve toplumun inşası için bireysel ve toplumsal değerlerin ihya edilmesi gerekmektedir.
Bir Müslüman olarak en değerli ziynetimiz olan güzel ahlak, hayatın merkezine alındığında, Kur’an ve sünnetin hedeflediği erdemli ve faziletli toplum ortaya çıkmış; bu idealden uzaklaşıldığında ise iyilik yeryüzünde zayıflamış ve kötülük hâkim güç hâline gelmiştir. Özetle bugün, İslam âlemi de dâhil olmak üzere, yeryüzünde yaşanan ahlaki erozyon, kaybedilen huzur ve güven, insanlığın kanayan yaralarının merhemi mesabesindeki güzel ahlak değerinden uzaklaşmanın tabii sonucudur. Bu sebeple, bütün insanlık için daha güzel bir gelecek adına atılması gereken en önemli adım; bireysel, toplumsal ve küresel boyutta bir ahlak inşasıdır. Bunun için de sadece belli alanlara mahsus olmayıp bilakis hayatın tamamını içeren bir davranış biçimi olarak güzel ahlakı egemen kılmaktır. Müşterek ahlaki ilkeleri ortak bir davranış bilincine dönüştürerek teoriden ziyade, yaşayan değerler manzumesi olarak ideal hayat tarzı hâline getirmektir.
Bu itibarla, İslam’ın yeryüzüne sunduğu rahmete, hiç kimseden esirgemediği sevgi ve şefkate, iç ve dış dünyamızı sekinetle buluşturan barış çağrısına bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir zamanda; güzel ahlak üzere yaşadığımız bir hayatın, gerçek anlamda iyiliğe ulaşma adına daha huzurlu bir dünyanın inşasına vesile olmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyorum.