Herkesin kendine göre bir hakikat ölçüsü vardır. Kimi faydası kimi iyiliği kimi de güzelliği ile belirler eşyanın değerini. Gerçeği sadece gerçek olduğu için beğenip seven pek azdır. Hele de söz konusu din ise dinin sahibi öyle elle tutulur gözle görülür biçimde karşımızda olmadığından mı nedir, miri mal gibidir; herkes onun gerçeğini gönlüne göre belirler. Oysa nasıl ki doğanın –bizim hoşumuza gitsin gitmesin- bir gerçekliği varsa yaratıcının da bir gerçekliği var. Doğanın gerçekliğini onu gözlemleyerek öğreniriz, yaratıcının gerçekliğini de O’nu dinleyerek. O’na ulaşmanın başka yolu yoktur çünkü.

Hakk nedir?

Diğer pek çok manası yanında gerçek, doğru ve hakikate tam uygun olma anlamına gelen hak kelimesi mastar kalıbındadır. Rabbimizin mastar olan diğer isimlerinde olduğu gibi o mastarın ifade edebileceği bütün anlamları kendinde toplar, yani hakkın bizzat kendisi olduğunu gösterir. (Lokmân, 31/30) Ebu Bekir İbnü’l-Arabî’nin dediği gibi O’nun sözünde yalan, vaadinde aykırılık ve fiilinde hikmetsizlik bulunmaz. O’nun varlığı hak olduğu gibi isim ve sıfatları, sözleri ve fiilleri de haktır. Ne yapıp eylemişse, ne söyleyip emretmişse hepsi haktır. Gönderdiği peygamberler, indirdiği kitaplar haktır. Kısacası Allah’ın dini, peygamberi, emri, işi gibi O’na nispet edilen her şey haktır. Hak Allah olmasa idi hakikat diye bir şey olmazdı. Evrendeki gerçekliği O’nun varlığını hesaba katmadan anlayabilmek imkânsızdır. Bir şey hakikat olsun da Allah (cc) ile bir bağı olmasın, bu imkânsızdır. Hangi zihin ki Allah’tan kopuk çalışır ve ulaştığı hakikatin Allah ile ilişkisini kuramaz, hakkaniyetli bir sistem ve toplum inşa edemez. İşte bu yüzden O’nun “hak”kını vermeyen bilimler bütün içinde anlamlı (ve faydalı) olabilecek konumlarını bulamayıp tüm varlıklara eziyet veren sonuçlar üretip durmaktadırlar. Çünkü Hakk’ı tanımayan hakikatle mutabakat kuramaz.

Kur’an-ı Kerim’de Hakk

Kur’an-ı Kerim’de hak kelimesi çeşitli formlarda kullanılır. Bu zengin kullanım içinde pek çok yerde Allah’a nispet edilmekte olup bunların bazısında doğrudan zat-ı ilahiyyeye izafe edilir. (Kehf, 18/44; Hac, 22/6, 62; Nûr, 24/25; Lokmân, 31/30) Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce kez tekrarlanan hak kavramı Allah’tan başka Hz. Peygamber’in (Bakara, 2/119; Tevbe, 9/62; Neml, 27/79) ve dinin (Tevbe, 9/29, 33; İsrâ, 17/81) hak olduğunu da ortaya koyar. Hak aynı zamanda Kur’an’ın ismidir. (Bakara, 2/176; Yûnus, 10/94) Fussilet suresinin 42. ayetinde açıkça dile getirildiği üzere Kur’an baştan sona haktır; batıl onun yanına bile yaklaşamaz. Allah’ın indirdiği kitapların gerçekliğini göremeyenler aslında Allah’ın Hakk oluşunu layıkıyla takdir edemeyenlerdir. (En’âm, 6/91) Hakk ismi Kur’an-ı Kerim’de Melîk (Tâhâ, 20/114; Mü’minûn, 23/116) ve Mevlâ (En’âm, 6/62) gibi otorite bildiren sıfatlarla birlikte gelerek Allah’a karşı hiçbir güçte gerçeklik görmemek gerektiği vurgulanır.

Kur’an-ı Kerim’de “Hakk” kavramının neredeyse bütün boyutlarıyla ve kuvvetle vurgulandığı yer Yûnus suresidir. Surenin 30. ayetinde kıyamet gününde Hakk olan Mevlâ’nın huzuruna çıkıldığında kendisine tanrı gibi muamele ettiği tüm varlıkların kişiyi tek başına bırakacakları hatırlatıldıktan sonra 31. ayette Hakk ilahın evsafı sayılıyor ve kâinatın sevk ve idaresini yürüten, bütün işleri elinde tutan gerçek tanrıya neden kulluk edilmediği soruluyor. Asıl dikkatlerinize sunacağımız 32. ayette ise “Bu hakikat kabul edilmediğinde geriye sapıklıktan başka ne kalır?” diye sorularak iman meselelerinde yalnızca hak ve batılın olduğu; ikisinin arasında belirsiz bir alan olmadığı vurgulanıyor. 33 ve 34. ayetlerde Allah hakkında yanlış inançlara sapanların hâlleri kısaca özetlendikten sonra 35. ayette “Sadece Allah insanı hakka/doğru yola iletir.” denilerek vahyin ışığı olmadan hakka ulaşmanın imkânsızlığı gösteriliyor.

Hakk-Batıl

Hakkın zıddı batıldır. Gerçek dışı ve asılsız anlamına gelir. Bir şey hak ise onun varlık içinde bir anlamı ve yeri vardır; batıl ise anlamsız ve amaçsızdır. O yüzden batıl yok olmaya mahkûmdur (İsrâ, 17/81; Enbiyâ, 21/18; Şûrâ, 42/24) ve Allah’ın yarattığı hiçbir şey batıl değildir. (Âl-i İmrân, 3/191; Sâd, 38/27)

Hakikat bizatihi hakikat olduğu için güzel; batıl da batıl olduğu için çirkindir. Hakkın ve batılın sonuçta neler kazandırıp neler kaybettirdiğine bakılmaksızın böyledir bu. Hakikate saygı duymayıp onu istediği gibi evirip çevirmeye kalkanlar Yüce Allah başta olmak üzere O’nun dinini, kitabını, peygamberini kendi arzu ettikleri gibi tanımlamak isterler. Böyle olunca da hakkı batılla karıştırmış olurlar. Oysa bir kez batıl ile karıştırılan hak, artık hak olma ve doğruya ulaştırma niteliğini yitirir. (Yûnus, 10/30-35; Mü’minûn, 23/7) Hak geldikten sonra batılın ortaya bir şey koyma veya durumu haktan önceki hâle geri döndürme gücü asla yoktur. (Sebe’, 34/49) Kur’an-ı Kerim hak ile batılı karıştırmama konusunda bilhassa dikkatlerimizi çeker. (Bakara, 2/42) Tarih boyunca hakkın karşısına batılla çıkarak onu yok etmeye çalışanların sonlarını haber vererek bu yola girmememizi söyler. (Kehf, 18/56; Mü’-min, 40/4-6) Bütün bunlara rağmen tek hedefi bu dünyanın gösterişli hayatı olduğu için batıl yollara sapanların öbür dünyada amellerinin batıl çıkacağını haber verir. (Hûd, 11/15-16) Pek çok yerde de malların batıl yollara başvurularak ele geçirilmesi eleştirilir. (Bakara, 2/188; Nisâ, 4/29, 161; Tevbe, 9/34)

Hakk’ın Tecellisi

Bu isim bize bir gerçeklik anlayışımızın olmasını ilham ettiği gibi etrafımızda olup biten her şey hakkında da gerçekçi olmamızı, her şeye hakkını vermemizi hatırlatır. İbn Arabî’ye göre bu isim kime tecelli ederse o, işlerin hakikatine vâkıf olur; asılsız düşünce ve davranışlardan korunur. Artık onun bütün hareketleri hak çerçevesindedir. Hakk’a böylesine tabi olan elbette Hakk’ın himayesinde olur. (Kehf, 18/44)

Hakk’ın tecellisine mazhar olanlar için hak her şeyden alidir. İbn Abbas’tan bir rivayette hak veya batıl birtakım tavsiyelerle muhatap olanlara hakkın hatırının yüceliğini gösteren bir hatırlatma yapılır: “Sana hakkı getirenden hakkı kabul et! Küçük, büyük ya da hoşlanmadığın birinden de olsa. Batılı da reddet! Küçük, büyük veya hoşlanıp sevdiğin birinden de olsa.” Ayrıca İslam’a göre hakikat gizli saklı değildir. Gazzâlî’nin de işaret ettiği gibi alenidir ve herkesin erişimine açıktır. Bu yüzden hakikate ulaşmak için bizi sırlı bilgilere erdirecek gizemli yollara ihtiyacımız yoktur.