Kâmil BÜYÜKER
Şehirler canlı birer organizma gibidir. Medeniyeti/şehirleri insanlar kurar ama mekânlar da insanları dönüştürücü, inşa edici rolüyle özne konumuna yükselir. Bu manada Braudel’in ifadesiyle “Her şehir, ait olduğu medeniyetin eseridir.” Ve şehirler ait oldukları medeniyetin yüz ve ruh hatlarını taşırlar. (Mustafa Özel, İstikbal Köklerdedir, İz Yay. İst. 1996, s. 119.)
Gelen gider, konan göçer ama geride ilmek ilmek izler bırakırlar, medeniyetin nişaneleridir onlar; unutmayalım, unutturmayalım diye… Nasıl unutabiliriz ki gidenleri ve peşi sıra bıraktıkları nişaneleri! Her şey silinmemiş bir hatıra kadar taze iken… Daha dün gibi deriz ya. Sanki daha dün gördümdü Akşemsettin’i, Fatih’i, Hacı Bayram Veli’yi, Somuncu Baba’yı, Molla Gürani’yi, Mimar Sinan’ı ve daha nicelerini… Kudretli elleriyle bir tarihi yazdılar, sahnelediler ve bir şehri/medeniyeti yücelttiler… Şehirlere ruhlarından üflediler, ete kemiğe büründü bir medeniyet…
Daha nice konup göçenler için bu dünyada ne ilk ne son durak olacak bu şehirde taşı işleyen nakkaş, şehadet parmağı gibi göğe doğru yükselen minareler, yağmurun değdiği ve deldiği asırlık mermer, sözün, hikmetin aksinin yankılandığı taş medreseler hep bir şeyin şahidesidirler: Biz bir şehir/medeniyet kurduk, şehir de bizi boyasına büründürdü.
Kemalin de zevalin de zirvesi şehirde yaşanır
Şehir, aynı zamanda kemalin ifadesidir. Şehirde kemalin zirvesi yaşanır. Kemalin zirvesinin yaşandığı şehir, aynı zamanda zevalin de nihayet bulduğu yerdir. Erdemli şehrin ve aynı zamanda erdemli olmayan şehirlerin haritasını Medinetü’l-Fazıla adlı eserinde çizen Farabi; “Hayrın eftali ve kemalin âlâsı medineden/şehirden daha küçük olan merkezlerde değil, medine/şehirlerin sınırları içinde elde edilir.” dedikten sonra şöyle devam eder “Sakinlerin birbirleriyle yardımlaştıkları bir Medine/şehir, fazıl bir Medine/şehir olur... Onun içinde bulunan ve saadete erişmek maksadıyla el ele vererek çalışan bir millet de fazıl bir millettir.” (Farabi, El - Medinetü’l Fazıla, Çev. Nafiz Danışman, MEB Yay., 1956, s.65.) Faziletin, kemalin, erdemin yoğrulduğu, harmanlandığı bir şehirde âlim, fazıl, kemal ehli insanlar hüküm sürerler. Bu ise içinde yaşayanlar adına serapa bir güzelliktir.
Şehirlerde siyasa, beledi işler düzene kavuşurken din de kendini şehirde bulur ve şehirde bir ahenge bürünür. Bu ahenk sebebiyledir ki şehirde doğmuş, şehirle bütünleşmiş, yola yordama bürünmüş kişiye şehirli anlamında “medeni” denilmektedir. Dolayısıyla medine/şehir, aslında medeni olarak hayatını sürdürmesi gereken insanın kendi varlığını gerçekleştirdiği alandır. Medine’ye bağlı bir şekilde hayatını idame ettirmeyen kişiye İbn Haldun’un ifadesiyle “bedevi” denilir. Bedevi, medeninin olduğu kadar “hadari”nin de zıddıdır. Müslümanlar Medine’ye sadece kişinin kendisini gerçekleştirdiği alan olarak da bakmamışlardır. Onlara göre İslam dini de ancak böylesi mekânlarda tam olarak yaşanabilmektedir. İslam dini medinede/şehirde doğmuş, ibadetlerinin büyük bir kısmı toplumsal nitelikli olup yerleşik olmayı (mukim) ve cemaat hâlinde ifa edilmeyi gerektirmektedir. (Farabi, El - Medinetü’l Fazıla, Çev. Nafiz Danışman, MEB Yay., 1956, s.65.) Faziletliler şehri de ancak içinde yaşayan sakinlerinin aynı hissiyatla yoğrulduğu demlerde hayat bulur, değerlerin ikamesinin yitirildiği durumda da durum tersi bir vaziyet alır.
Farabi’nin “Medine/şehir” tasavvuru ile Antik Yunan’ın “Polis/şehir” farkı
Şehirlerin bu manada doğumu ve yitimi söz konusudur. İnsanlar gibi tarihin bağrına doğan şehirler/medeniyetler gün gelir doğarlar, büyürler ve ölürler. Farabi “el-Medinetü’l Fazıla” isimli eserinde siyaset felsefesi, erdemli şehirler, erdemli şehirlerin insanlarının ve yöneticilerinin vasıfları ve bunun tam tersi olan toplumları konu edinir. Ve bu hususu son on iki faslında incelenmektedir. Farabi’nin buradaki amacı ahlaki ve fikrî erdemlere dayalı ideal bir devlet düzeninin projesini sunmaktır. Dolayısıyla bu eserlerde Farabi’nin kullandığı “medine”yi (şehir), antik Yunan’daki “polis” kelimesinin karşılığı saymak doğru olmaz. Zira medeni toplulukları aileden başlayarak mahalle, köy, şehir, devlet ve birleşik devletler şeklinde inceleyip en büyük mutluluğun ihtiyaçların en üst düzeyde (birleşik devlet düzeninde) karşılanacağını savunan filozofun prototip olarak “polis”i düşünmüş olması tarihe ve sosyal realiteye aykırı olur. (Mahmut Kaya, “el-Medinetü’l-Fazıla”, DİA, 28. Cilt, s.319.)
“Erdemli şehirler tam ve sağlıklı bedene benzer”
Farabi eserine varlık felsefesi ile başlamakla aslında özün/hakikatin insanın kendisini, yaratıcısını tanımakla mümkün olduğu gerçeği ile bizleri yüzleştirmiştir. Ardından erdemli şehri, bütün organları canlı varlığın hayatını tam kılmak ve onu bu canlı durumda tutmak için birbirleriyle yardımlaşan tam ve sağlıklı bir bedene benzetir. Bedende nasıl amir bir organ (kalp) ve mertebe bakımından bu amir organa yakın ve onu destekleyen organlar varsa erdemli şehrin imar edicisi olan insanlar için de aynı durum söz konusudur. Zira Farabi şunu da ifade eder: “Ancak şu noktayı da belirtmek gerekir ki bedenin organları tabiidir ve onların sahip oldukları istidatlar, tabii kuvvetlerdir. Buna karşılık şehrin kısımları tabii olmakla birlikte bu kısımların, şehirde fiillerini meydana getirirken başvurdukları istidat ve melekeler tabii değil iradi şeylerdir.” (Farabi, İdeal Devlet, Çev. Ahmet Arslan, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 11. Bas. 2020, s. 99.)
İnsanların tabiatlarına ve taleplerine göre şekillenen şehirler
Bir sonraki safhada şehrin kısımları gündeme gelir ki burada şehrin kısımları, tabiatları bakımından, insanların birbirleri için şunu değil de bunu yapmalarının kendilerine daha uygun olacağı noktasında birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Farabi, erdemli, mükemmel şehre zıt olan şehirleri şu şehirler olarak tasnif eder: “Cahil şehir, bozuk (fasık) şehir, karakteri değişmiş (mubaddala) şehir, doğru yolu bulamamış şehir, yanlışlık içinde olan (dâlla) şehir.” Burada zikredilen şehirlerin halkı da erdemli şehre zıttır. İnsanların taleplerinin, tabiatlarının ve fıtratlarının şekillendirdiği bu şehirleri tek tek tanımlar Farabi.
Farabi’ye göre cahil şehir, halkı mutluluğu bilmeyen, onu hatırına bile getirmeyen şehirdir. Onlar mutluluk konusunda aydınlatılsalar bile onu ne anlayacak ne de inanacaklardır. Onların bildiği tek iyi şey, görünüşte iyi oldukları zannedilen bazı şeylerdir ki bunlar beden sağlığı, zenginlik, şehevi zevkler, insanın kendi arzularının peşinden koşma serbestliği, saygı ve itibar görme gibi hayatta gaye oldukları düşünülen şeylerdir.
Cahil şehri kendi içinde birçok şehre ayırır: Onlardan biri zaruret şehridir. Bu, halkının bedenlerinin varlığının devamı için zaruri olan yiyecek, içecek, giyecek ve cinsel ilişki miktarı ile yetindiği ve bu amaca ulaşmak için birbiriyle yardımlaştığı şehirdir. Bir diğeri ticaret (beddâle) şehridir. Bu, halkının servet ve zenginlik elde etmek için birbirleriyle yardımlaştığı şehirdir. Bir başkası bayağılık (hassa) ve düşüklük (sukût) şehridir. Bu, halkının amacı yiyecek, içecek, cinsel ilişki özellikle duyular ve tahayyülle ilgili şeylerden zevk almak ve her biçimde, her yolla eğlence ve oyun peşinde koşmak olan şehirdir. Bir başkası şeref (karâma) şehridir. Bu, halkının milletler arasında ün kazanmak, övülmek, söz ve yazı ile yüceltilmek, itibar görmek ve hem başka insanların gözünde hem de kendi aralarında şeref ve saygınlık kazanmak için birbirleriyle yardımlaşma amacı içinde olduğu şehirdir. Bir başkası güç, kuvvet (tagallub) şehridir. Bu şehir halkının gayesi başkalarına hükmetmek, başkalarının kendisine hükmetmesine engel olmaktır. Bir başkası demokratik (cima’iyya) şehridir. Bu şehir halkının amacı, hiçbir şeyde arzularına gem vurmaksızın kendi istediğini serbestçe yapan insanlar olmaktır.
Farabi’nin erdemli şehir dışında tanımladığı ikinci şehir ise bozuk (fasık) şehirdir. Bu şehir, fikirleri erdemli şehrin fikirlerinin aynısı olan bir şehirdir. O, mutluluğu, aziz ve yüce Tanrı’yı ikinci dereceden kutsal varlıkları, faal aklı ve erdemli şehrin halkı tarafından bilinmesi ve inanılması mümkün olan her şeyi bilir. Ancak bu şehrin insanlarının fiilleri, cahil şehrin insanlarının fiillerinin aynıdır.
Erdemli şehrin karşısında duran üçüncü şehir ise Karakteri değişmiş (mubaddala) şehirdir. Bu şehir, fikirleri ve fiilleri eskiden erdemli şehrin fikirler ve fiillerinin aynısı olan, ancak artık değişmiş bulunan ve yerini fikirlere, fiilleri de yerini farklı fiillere bırakmış olan şehirdir.
Farabi’nin son olarak erdemli şehrin karşısında zikrettiği şehir ise doğru yolu bulamamış, yanlış görüş içinde (dâlla) olan şehirdir. Bu dünyadaki hayattan sonraki mutluluğu amaçlayan, ancak aziz ve yüce Tanrı, ikinci dereceden yüce varlıklar, faal akıl hakkında, gerçek mutluluğun temsilleri (tamassulât) ve tahayyülleri ( tahayyulât) olarak ele alınsalar bile yanlış ve yararsız görüşlere sahip olan şehirdir. (Farabi, İdeal Devlet, Çev. Ahmet Arslan, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 11. Bas. 2020, s.111-113.)
Hülasa
Bir şehri faziletli yahut cahil şehir kılan elbette insandır. Yani insanın talepleri, arzu ve istekleridir. Fıtrat elbette bu noktada öne çıkacaktır ama fıtratta olan iyi güzel hasletleri besleyecek, kötü duyguları dizginleyecek olan da şehri imar eden ve şehri yaşanabilir bir yer hâline getirenlerin oluşturduğu iklimdir. Hülasa, şehre istikamet veren, ona ruhundan üfleyen de insandır. İster bedevi, ister hadari olsun, İnsanların nefesi şehre siner ve bu hayat veren bir nefes ise şehri dingin ve sakin bir şehir kılar. Farabi’nin de ifade ettiği gibi “hayrın efdali, kemalin âlâsı”, işte o vakit yerini bulur.