Vedûd isminin türediği “vüdd” kökü katıksız, mutlak sevgi anlamındadır. Vedûd ise mübalağa kalıbıdır ve Rabbimizin çok sevip çok sevildiğini ifade eder. Yüce Allah’ın sevgisini fiil olarak ifade etmekle yetinmeyip zatını süreklilik bildiren bu isimle tanımlaması varlığın esası olan sevginin O’nda sıfat hâline gelecek kadar baskın olduğunu gösterir. Bu durum O’nun sevgisine mecbur olan biz kullar için kesintisiz bir mutluluk ve büyük bir ikramdır.
Cenab-ı Hakk’ın kullarını ne kadar çok sevdiğini anlatmak üzere Efendimiz (sas) bir benzetme yapar ve çölde devesini kaybedip bütün yaşam umudunu yitiren birisi ölmek için uzandığında devesini yanı başında görse ne kadar sevinirse Yüce Allah da günahlarla kendisinden uzaklaşan bir kulu tövbe edip kendisine döndüğünde ondan daha çok sevinir, der.
Diğer isimlerinden farklı olarak Yüce Rabbimiz bu ismin tanımına bizim de O’nu sevmemizi içkinleştirmiştir. O’nun rahmeti, affı, cömertliği vb. sadece zatından kullarına yönelik tarif edilirken Vedûd ismi iki yönlü olarak “hem seven hem sevilen” diye tanımlanmış ve Kur’an-ı Kerim’de de açıkça O’nu her şeyden çok sevmemiz istenmiştir. Yücelerin yücesi, varlığının devamı kendiliğinden olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah Teâlâ’nın biz kullarından böylesine yüksek bir sevgi talebi O’nun sevgisinin kalbimizde en üst noktada olmasına bizim ihtiyacımızdan dolayıdır. Zira bunun tersi durumda Allah gibi sevdiğimiz herhangi bir şeye üzerimizde tanrılık etme yetkisi vermiş oluruz ki bu bizim akıl ve ruh sağlığımızı iğdiş eder, haysiyetimizi sıfırlar, zulmün en önde gelen sebebi olarak toplumumuzu çökertir, hâsılı sonumuz demek olur.
Kur’an-ı Kerim’de Sevgi ve Muhabbet
Kur’an-ı Kerim’de Vedûd ismi iki yerde Rahîm ve Gafûr isimleriyle birlikte geçmektedir. (Hûd, 11/90; Burûc, 85/14) Bu seçim bize sevginin bağışlayıcılıkla yakınlığını net bir şekilde vurgular. Seven merhamet ve mağfiret eder; bu merhamet ve bağışlayıcılığın sürdürülebilmesi için de sevmek şarttır. Kur’an-ı Kerim’de merhametle sevginin birbirini tamamlayacak şekilde bir arada olduğu bir başka yer eşler arasındaki huzur veren ilişkinin anlatıldığı Rûm suresi 21. ayettir. Orada da ailede huzurun sevgi ve merhamet üzerine kurulmuş bir bağla mümkün olacağını görürüz. Âl-i İmrân suresi 31. ayetteki “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Yüce Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’” ifadesi bağışlamayı sevgiden hemen sonra getirerek sevgi ile affın bir aradalığına işaret eder. Aynı zamanda bu ayet Allah’ı sevenin O’nun elçisi olan Efendimize (sas) tabi olmaktan kaçınmaması gerektiğini de kuvvetle vurgular. Allah ve Resulü’nü sevmenin insanda nasıl büyük bir fark meydana getirdiğini büyük günahlardan bazılarını işledikleri için cezalara çarptırılan sahabilerini eleştirenlere Efendimizin “Ona öyle demeyin, vallahi o Allah ve Resul’ünü çok seviyor.” deyişinde de görürüz. Onların Allah ve peygamber sevgisi günahtan uzak durmalarına yetmemişse Efendimizin onlara olan sevgisi de cezanın uygulanmasına engel olmamıştır. Fakat yapılan suçtan şahıslarını uzak tutmuş; onları işledikleri hata ile değil, kalplerindeki sevgi ile anmıştır.
Sevgi imana delalet ettiği gibi neyi sevdiğimize bağlı olarak şirke de delalet eder. Bakara suresi 165. ayet birtakım insanların bazı şeyleri Allah’a denk ve ortak gördüklerini ve onları Allah’ı sever gibi sevdiklerini söyler. Ayetin devamında ise iman edenlerin Allah’a olan sevgisinin daha yüksek olduğu hatırlatılır. Bu ayet ilah oluşun en önemli özelliklerinden birinin sevilmek olduğunu gösterir. Elmalılı’nın ifadesiyle “Mabut en ziyade mahbup olandır.” Demek ki sevgimizin nesneleri inancımızın mahiyetini ortaya koyar. Bu ayet bizden en çok Allah’ı sevmemizi istemektedir. Bu da sevgide esas olanın tahsis değil tertip olduğunu gösterir. Yani sevginin bir sıralaması vardır ve herkesi hak ettiği sıraya koymak kişinin erdemini ve kulluğundaki samimiyeti gösterir. Hatta denir ki bir adamın değerini öğrenmek isteyen onun neyi ve kimi sevdiğine bakmalıdır.
Bazılarına göre kulun Rabb’ini sevmesi Allah’ın lütfu iledir. Kulun gücü ve kabiliyeti sebebiyle değildir. Zira Allah kulunu sevince sevgiyi onun kalbine yerleştirir. Kul da bu ikramla Rabb’ini sever. Nitekim Mâide suresi 54. ayette Yüce Allah ile kullarının sevgisinden aynen bu sırayla bahsedilmiştir. Belki de sevginin bu esaslı yeri nedeniyle bazıları Allah’ı sadece sevgi ilahı olarak takdim ederler. Oysa O’nun kitabına baktığımızda sevdikleri kadar sevmediklerinin de olduğunu görürüz. Rabbimiz Kelam-ı Kadim’inde muhsinleri (Bakara, 2/195), çok tövbe edenleri ve tertemiz olanları (Bakara, 2/222), müttakileri (Âl-i İmrân, 3/76), sabredenleri (Âl-i İmrân, 3/146), tevekkül edenleri (Âl-i İmrân, 3/159), adil olanları (Mâide, 5/42) ve Allah yolunda saflar hâlinde savaşanları (Saff, 61/4) sevdiğini söylerken; haddi aşanları (Bakara, 2/190), fesat çıkaranları (Bakara, 2/205), nankör ve günahkârları (Bakara, 2/276), kâfirleri (Âl-i İmrân, 3/32), zalimleri (Âl-i İmrân, 3/57), müsrifleri (En’âm, 6/141), hainleri (Enfâl, 8/58), müstekbirleri (Nahl, 16/23) ve kibirlileri (Lokmân, 31/18) de sevmediğini açıkça söylemiştir. Buradan anlıyoruz ki Allah’ın kullarına olan sevgisi -haşa- onlara duyduğu bir zaafın sonucu değildir. Prensipleri olan bir sevgidir. Bu noktada varlığın esasını oluşturan koşulsuz sevginin yokluktan varlığa çıkarken Rahmân ismi ile herkese, hiçbir şart aranmaksızın tecelli ettiğini ama kendisine bahşedilen varlık imkânını çarçur edenlerle kemale doğru gitmek için kullananlar arasındaki farkın da bu ilkeli sevgiyi anlatan Rahîm ismi ile tezahür ettiğini hatırlamak gerekir.
Vedûd Tecelli Ederse
Gazzâlî’ye göre bu ismin tecellisine mazhar olan insanlar kendileri için arzu ettikleri her şeyi Allah’ın bütün mahlukatı için de sevip arzu ederler. Bu sevgi doruk noktasına ulaştığında ise kalpte sevgiye engel olacak öfke, kin vb. duygulara yer kalmaz. İbn Arabî’ye göre de şartlar ne olursa olsun bir kulun kalbine Allah (cc) sevgisi ve onun sevilmesini emrettiklerinin muhabbeti yerleşmişse o kişide bu isim tecelli etmiştir. Böyle birinin Allah’a duyduğu sevgi Allah’ın ona neler verip neler vermediğine bağlı değildir. Böyle biri insanları sevmek için onlar tarafından sevilmeyi beklemez. Sevmek için bahaneler bulur, kızmak için değil. Sevmek için kendini zorlaması gerekmez. İnsanın bu dünyada görebileceği en saf ve pür sevgi olan Allah (cc) için sevmek de Yüce Allah’ı sevmenin doğal sonucudur.
İnsan sevilmek için uğraşacağına düzgün bir inanca ve diğer insanlara faydalı olmaya (salih ameller işlemeye) odaklanırsa ayrıca çaba sarf etmesine gerek kalmadan sevilme ihtiyacını karşılayacaktır. Tek gereken perspektifini değiştirmek ve özgür iradesi ile iman ve amele yönelmektir. Aslında insan bütün özüyle imana ve salih amele yöneldiğinde insanlar tarafından sevilmek artık onun birincil amacı olmaktan çıkar. Öyle olunca da sevilmek onun için beklenen bir amaç değil, Rabb’inin fazladan bir ikramı hâline gelir.