Büyüklenmekle büyüklüğünü göstermek arasındaki farkı bilirsiniz. “Bana karşı büyüklendi.” dediğimiz zaman yergi, “büyüklük gösterdi” dediğimiz zaman ise övgüyü işaret ederiz. Kendisinden bir büyüklük yapmasını beklediklerimiz de vardır, böyle bir büyüklüğü göstermesini hiç beklemediklerimiz de... Gerçekte büyük biri olmadığı hâlde büyüklük taslayanlar yanında büyüklüğünü mahviyet perdesinin arkasına gizlemiş, hatta büyüklüğünün kendi bile farkında olmayacak denli tevazu kanatlarını indirmiş, toprakla bir olmuş olanlar da...
“Mütekebbir” sıfatı büyüklüğün bu olumlu ve olumsuz anlamlarını içinde barındırır. İnsanlar için kullanıldığında olumsuz olarak büyüklük taslamak; Âlemlerin Rabbi’ne isim olduğunda ise olumlu anlamda büyüklüğünü göstermek manasınadır. Hatırlayacağınız gibi Cebbâr ismi de böyleydi. İnsanlar için kullanıldığında zorba, Allah’ın ismi olarak ise “sözünü herkese geçiren” anlamındaydı.
Büyüklük taslamak haddizatında büyük olmayan birinin kendinde bir büyüklük varmış gibi göstermeye çalışmasıdır ki bunu yapmanın zorluğuna binaen eskiler buna tekellüf demişlerdir. Oysa hepimiz kendi hayatlarımızdan biliriz ki küçük, zorlamayla büyük olmaz. Ulema Mütekebbir ismini tahlil ederken “Mezmum olan gurur ve kibir anlamını değil de teferrüt ve tahassusu ifade eder.” demişlerdir. Yani büyüklüğün Allah’a mahsus olduğunu ve Rabbimizin ululuktaki tekliğini... O’nun büyüklüğü insan tasavvurunun o denli üstündedir ki lisanlarımızın büyüklüğü tarif etmek için ürettiği tüm deyişler O’nun büyüklüğü karşısında yetersiz kalır. O’nun büyüklüğünü ancak eserlerini inceleyerek hayal edebiliriz. Kur’an daima bizi buna davet eder. Hatta bu konuda bir sivrisineği bile delil göstermekten çekinmez. (Bakara, 2/26)
Rabbimiz insanlar hakkında eleştirilecek bir hâli ifade eden bu kavramın kendi ismi olduğunu bize ilan ederek (Haşr, 59/23) büyüklüğün O’nun şanından olduğunu, kim hakkı olmayan şekilde büyüklenmeye kalkarsa Allah’ın ona kendi büyüklüğünü göstereceğini ihtar etmiş oluyor. Bu sayede insanların birbirine zulmetmesine sebep olacak bütün farazi büyüklenmelerin -daha gün yüzüne çıkmadan- önüne geçiliyor. Kendini yüksek görmeğe çalışmak hakikatte kendinin iflasına uğraşmak demektir. Çünkü tekebbür denen illet üstün meziyetlerin karakterimizde yer tutmasına engel olur. Gökten inen rahmetin yüksek yerlerde durmayıp engin yerlere dökülmesi gibi... Üstelik o yüksek yerlerden geçerken oralarda bulunan kıymetli toprakları beraberinde o engin yerlere sürükler.
İzzet ve Büyüklük Allah’a Mahsustur
İnsan Allah’ın takdiriyle bu dünyada diğer insanlara nasip olmamış bir güce ulaşmış olabilir. Eğer bu durum onda büyüklenme, kendini üstün ve her şeye muktedir görme hissine yol açıyorsa işte orada çöküş başlar. Çünkü bu istiğna ve kibir hâli insan egosunu her türlü uyarıya kapalı duruma getirir (kalbin mühürlenmesi). (bkz. A’râf, 7/146 ve Mü’min, 40/35) Oysa Rabbimize mahsus olan kibriya vasfı, iyi düşünüldüğünde insanın olası kibir ve isyanına en ciddi engeldir. Kur’an-ı Kerim’de on sekiz yerde aynı kökten gelen çeşitli vasıflarla büyüklüğün Allah’a mahsus olduğu anlatılır ve âdeta insana “Sen kime karşı büyükleniyorsun?” denir. Kişinin Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğüne dair marifeti arttıkça takvası da artar.
Allah’ın Mütekebbir oluşunu aklı ve kalbiyle idrak eden birinin bu idrakle aynı anda O’na isyanı imkânsız hâle gelir. Bir günah işlediğimiz sırada iman ve akıl nurunun kişiyi terk ettiğini söyleyen hadisler işte bu hâli ifade ederler.
Bir kutsi hadiste Cenab-ı Hakk azamet ve yüceliğin (izzet ve kibriya) -kişiyi örten elbisenin kendisine özgü oluşu gibi- zat-ı ilahiyyesine has olduğunu, bunlardan biri konusunda zatına rakip çıkanı ateşe atacağını beyan ederek şeytanla başlayan kibirlenmenin akıbetini bize önceden haber verir. (Ayrıca bkz. Câsiye, 45/37)
Esma-i hüsna müellifleri de bu ismi izah ederken yukarıdaki kutsi hadisteki anlamı göz önünde bulundurmuşlar ve bu isme “kulları arasında azamette kendisiyle yarışmaya cüret edenlere karşı büyüklüğünü izhar edip onlara gereken cezayı veren” anlamı vermişlerdir. İbn Arabî’ye göre Allah Teâlâ’nın Mütekebbir olması zatı için yaratılmışların sıfatlarından münezzeh olma anlamına geldiği gibi büyüklenmeye kalkan azgın ve zalim insanları kahır ve galebesi altına almayı da ifade eder. Yine ona göre bu ismin kula tecellisi onun kendi şerefinin farkına varmasını sağlar. Kul, yaratıklarından hiçbirisine karşı kendisinde bir üstünlük görmediğinde Allah Teâlâ onu Mütekebbir isminin mazharı yapar. İşte asıl büyüklük budur. İnsan bu sayede kendi gibi varlıkları yücelterek şirke düşmekten korunmuş olur.
Bu İsmin Tecellisi
Bu ism-i şerif hükmünce insan çalışıp çabalamalı, büyük adam olmalı fakat hiçbir zaman büyük görünmemeli. Tekebbürden tevazuya sığınmalı. Zaten tevazu ancak gerçekte büyük olanların gösterebileceği bir ahlaktır.
Gazzâlî kullara yakışan tekebbürün, manevi hayatlarını olumsuz yönde etkileyebilecek her türlü dünyevi çeldiriciyi hakir görüp bunlara tenezzül etmemekten ibaret olduğunu söyler. Ona göre bu ismin tecelli ettiği kişi Cenab- ı Hakk’ın büyüklüğünü layıkıyla idrak ederse O’na yaraşır bir teslimiyetle her türlü çirkin hâlden kendini korur. Arzularının ve hazlarının esiri olmaz. Böyle olunca da insanlar arasında itibarı artar. Sözü dinlenen, görüşüne değer verilen, kadri yüce, hürmet gören, izzetli biri olur. Büyüklük taslamakla büyük olmak arasındaki fark da burada ortaya çıkar.