El Zâhir ve El Bâtın anlamları nedir?
Rabbimiz, varlığını açık ve kesin delillerle bilmek mümkün olduğu için Zâhir; zatının gerçek mahiyetini kavramak imkânsız olduğu için de Bâtın’dır. Sözlükte “ortaya çıkmak, belirgin olmak; üstün olmak, galip gelmek; yardım etmek” anlamlarındaki “zuhûr” kökünden türeyen zahir, terim olarak “varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilin bulunması açısından belirgin olan” manasında kullanılır. Zâhir ismine “hiç kimsenin yenilgiye uğratamayacağı galip ve hâkim” manası da verilir. Bâtın kelimesinin mastarını oluşturan batn ve butûn ise “gizli olmak; bir şeyin iç yüzüne ve bir kimsenin sırlarına vâkıf olmak” manalarına gelir. Bu iki isim bir arada Rabbimizi şöyle tanımlar: Varlığını belgeleyen birçok delil bulunmakla birlikte duyulardan gizli olup gözle algılanamayan; mahiyeti bilinemeyen, kemiyet ve keyfiyetle nitelenemeyen, zihnin tasavvur sınırlarına girmeyen; mümin kuluna zahir olmakla birlikte münkirin nazar ve tefekküründen gizlenen; âlemdeki bütün nesne ve olayların açık olanlarını bildiği gibi bunların gizli olanları yanında tümünün bütün gizli yönlerini de bilen.
Aslında O’nun Bâtın oluşu zuhurunun şiddetinden dolayıdır. Aşırı parlak ışıkta hiçbir şey göremediğimiz gibi Rabbimizin varlığının tecellilerinin şiddetinden, bir noktadan sonra O’nu göremez oluruz. Ayrıca varlığı son derece Zâhir olduğu hâlde bizim
göremediğimiz birçok varlık vardır. Onları, varlıklarının yol açtığı neticelerden biliriz. Gazzâlî, Allah Teâlâ’nın akıl yoluyla bilinmesi, kesin ve inkâra izin vermeyecek derecede açık seçik olması durumunda O’nu inkâr edenlerin bulunmaması gerektiğini söyler. Daha sonra Cenabı Hakk’ın varlığının bazılarına gizli kalmasının O’nun çok belirgin (şiddet-i zuhûr) oluşundan olduğunu söyler. Ona göre yazının bir yazıcıya ihtiyaç duyması gibi tabiattaki her nesne ve olayın olağanüstü bir düzene sahip olması da onun bir yaratıcı ve düzenleyicisinin bulunduğunu kanıtlar. Bununla birlikte, bu düzen hiç aksamadığı ve her olan bitene egemen olduğu için akli melekelerini ve psikolojik güçlerini yeterince kullanamayan insanlar düzenin kendi kendine sürekli çalıştığı yanılgısına düşerler. Buna alışkanlık körlüğü diyebiliriz. Bu nedenle Zâhir’in tezahürlerine şahitlik edebilmek için bize sıradan görünen olaylardaki mucizevi işaretleri görebilmek ve hayretimizi sürekli koruyabilmek gerekir.
Evvel – Âhir – Zâhir – Bâtın
Bu dört isim Rabbimizin kuşatıcılığını anlatır. Allah’ın Evvel ve Âhir oluşu zamanın tamamını, Zâhir ve Bâtın oluşu da mekânın tamamını kuşattığını ifade eder. O Evvel olmakla her şeyin ilkidir, Âhir olmakla her şeyin sonu ve arda kalanıdır. Zâhir olmasıyla her şeyin üstündedir, Bâtın olmasıyla her şeye aslından daha yakındır. Bu dört isim bir arada tevhidin bütün kapsamını ifade eder.
Abdülkadir el-Bağdadi, Allah’ın gözle idrak edilemeyişinin perdelere bürünmesi gibi sebeplerden ötürü olmayıp göze O’nu görme gücünün verilmeyişinden ileri geldiğini belirtir ve söz konusu ilahi isimlerle ilgili olarak ileri sürülen yorumların en doğrusunun, Hz. Peygamber’in şu duasında yer aldığını söyler: “Allah’ım! Sen Evvel’sin, senden önce hiçbir şey yoktur; sen Âhir’sin, senden sonra da hiçbir şey yoktur. Sen Zâhir’sin, fevkinde hiçbir şey yoktur; sen Bâtın’sın, dununda (senden öte) hiçbir şey yoktur.” (Müslim, Zikir, 61; Ebû Dâvûd, Edeb, 98)
Kur’an-ı Kerim’de Zâhir ve Bâtın
Bu iki isim, fiil ve isim kalıbında, toplam altı ayette bir arada gelerek Rabbimizi tanımlar. (En’âm, 6/120, 151; A’râf, 7/33; Lokmân, 31/20; Hadîd, 57/3,13) Hadîd suresi 3. ayette Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın isimleri peş peşe gelir. Bu ayetin tefsirinde Elmalılı, Zâhir isminin Rabbimizin varlığının her şeyden aşikâr oluşunu ifade ettiğini, çünkü âlemdeki her şeyin O’nun varlığını apaçık bir şekilde gösterdiğini söyler. Ona göre bütün varlıklar, daha kendileri varlık sahasına çıkmadan O’nun varlığını ispat ederler. Bununla birlikte bu zahir oluş bizi hataya sürükleyip de zahir olan şeyleri O zannetmemeliyiz çünkü O Zâhir olmakla beraber Bâtın’dır. Duyular, hisler ve hayal ile tahayyül olunamayacağı gibi O’nun varlığının hakikati akılların idrak ve ihatasına sığmaktan münezzehtir. Binaenaleyh ne yalnız Zâhir ne de yalnız Bâtın diye hükmetmemeli, bu iki sıfatı birlikte düşünmelidir. Bu olmadığında birçokları gaflet ederek vahdet-i vücud namına hatalara düşmektedirler.
En’âm suresi 120. ayet ise bize günahların da zahir ve bâtın olanları olduğunu ve sadece herkesin gördüğü zahirî günahları değil, sadece Yüce Allah’a malum olan en gizli günahları da terk etmemiz gerektiğini söyler. Bu gizli günahlar Allah Teâlâ’nın nazargâhı olan kalbimizle işlediğimiz günahlardır.
Lokmân suresi 20. ayet Rabbimizin bize sadece görünen nimetleri değil; akıl, kalp ve vicdan gibi hatta hakkında hiçbir bilgimiz olmadığı için farkında dahi olmadığımız nice nice nimetler verdiğini hatırlatır. En akıl almaz yollardan bize ulaşan bu gizli ve açık nimetlerin farkında olmak kulun şükür ve minnettarlık duygularını pekiştirir. Bu da kalp huzuru ve ruh sağlığının en önemli şartıdır.
Zâhir ve Bâtın Tecelli Ederse
Allah’ın Zâhir ve Bâtın isimleri, O’nun hem görünen hem de görünmeyen âlemlerin yaratıcısı ve yöneticisi olduğu manalarını vurgulamaktadır. Bu nedenledir ki iman sadece bir vicdan işi değildir, onun zahire bakan bir tarafı da vardır. Bu iki isme layıkıyla inanmak insanın iç dünyasını, niyetlerini ve kalbini tam anlamıyla temiz tutmaya dikkat ettiği kadar bu temizliğin söz ve davranışlarına da yansımasına özen göstermeyi gerektirir.