Halil KILIÇ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz, onları ‘Allah’ın emânı’ ile aldınız ve Allah’ın adını anarak (nikâh kıyıp) kendinize helal kıldınız…” (Müslim, Hac, 147.)

Yüz bini aşan ashabıyla birlikte Veda Haccı’nı ifa eden Hz. Peygamber (s.a.s.), -belki de birçoğuyla bir daha görüşme fırsatı olmayacağı için- bu kalabalık topluluğa İslam’ın özeti olarak nitelenebilecek bir konuşma yapmıştı. Bugün kayıtlarımıza Veda Hutbesi olarak geçen bu manifestoda can alıcı mesajlar vermişti. Âdeta son sözlerin söylendiği bu hutbede “Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz, onları ‘Allah’ın emânı’ ile aldınız ve Allah’ın adını anarak (nikâh kıyıp) kendinize helal kıldınız…” cümleleri, kadınların hak ve hukukuna riayet edilmesine dair ashaba yapılmış son bir uyarı mesabesindedir.

Bu sözlerde özellikle altı çizilmesi gereken iki nokta bulunmaktadır. Bunlardan ilki, “Kadınlar hakkında Allah’tan korkun.” cümlesidir. Bu ifadeyle kadınların hak ve hukukunun çiğnenmemesi gerektiğine ve bu konuda yapılacak bir ihlalin âdeta Allah’tan korkmama anlamına gelebileceğine işaret edilmiştir. Altı çizilmesi gereken ikinci kısım ise “Onları Allah’ın emânı ile aldınız.” cümlesidir. Bu cümleyi anlayabilmek için Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşadığı coğrafyadaki “emân” uygulamasının ne olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Kabile hâkimiyetinin olduğu Arap toplumunda bir güvence sözleşmesi mahiyetinde olan ve bir başkasının veya kabilenin can, mal ve namus dokunulmazlığını garanti altına alan “emân akdi” olarak isimlendirilen bir uygulama vardı. Bu kapsamda; güvenli bir şekilde ticaret yapmak isteyen Mekkeli tüccarlar, yol güzergâhlarındaki kabilelerle emân anlaşması yaparak canlarını ve mallarını koruma altına almak isterlerdi. Aynı şekilde bir kabile reisinin emânını alan kimseye artık kimse ilişemezdi. Bu kişiye gelecek her türlü saldırı emân veren kabileye yapılmış sayılırdı. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), amcası Ebu Talib’in himayesi ve emânı altında olduğu için Mekkeli müşrikler onu öldürmekten çekiniyorlardı. Yine Taif halkına İslamiyet’i anlatmak için Mekke’den ayrılan Peygamberimiz, o günkü âdetlere göre birinin emânı olmadan Mekke’ye girememiş ve Mut‘im b. Adiyy’in kendisine emân vermesiyle Mekke’ye güvenli bir şekilde girebilmişti. İşte hadiste ifade edilen “emân” tam olarak bu şekilde anlaşılmalıdır. Nasıl ki bir kimsenin emânını alan kişi artık dokunulmazlık zırhına bürünüyorsa Allah’ın emânını alan kadın da dokunulmaz olmuştur; her hakkı mahfuzdur, koruma altındadır, kimsesiz değildir. O artık Allah’ın himayesindedir. Bu emân, sadece evlenen kadınlara has bir durum da olmayıp evlensin ya da evlenmesin bütün kadınları kapsamaktadır. Kız evlat, kız kardeş, anne, eş… Hepsi Allah’ın emânı altındadır. Bu hususu Peygamberimizin şu sözlerinde daha net bir şekilde görmek mümkündür: “(Sen şahit ol) Allah’ım! Ben iki zayıfın yani yetimin ve kadının hakkına el uzatılmasını yasaklıyorum.” (İbn Mace, Edeb, 6.) 

Tarihin her döneminde hakları çiğnenmiş bu iki sınıf hususunda Hz. Peygamber (s.a.s.), Yüce Allah’ı da şahit tutmak suretiyle hem ashabını hem de onların nezdinde bütün Müslümanları uyarmaktadır. Yine Allah’ın Kutlu Elçisi, “...Bilin ki sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır...” (Tirmizi, Rada, 11.) buyurmak suretiyle hanımların da erkekler üzerinde hakları olduğunu açıkça beyan ederek bu konuda titiz olunmasını istemiştir. Allah Resulü (s.a.s.), hayattayken bu konunun bizzat takipçisi olmuş ve herhangi bir konuda mağduriyet yaşayan kadınlar hiç çekinmeden ona başvurabilmişlerdir. Ama onun vefatını müteakiben, “Hanımlarınızla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” (Nisa, 4/19.) ilahi buyruğu göz ardı edilmiş; “Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davranandır.” (Tirmizi, Rada, 11.) buyuran Allah Resulü’nün (s.a.s.) öğretileri unutulmaya başlanmış; kadınların elde ettikleri kazanımlar yavaş yavaş yerini yine eski örf ve âdetlere bırakmıştır. Öyle ki Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) bu hususta şöyle bir itirafta bulunmuştur: “Biz Hz. Peygamber zamanında hakkımızda vahiy iner de azarlanırız korkusuyla kadınlarımıza karşı kötü söz söyleyemez ve istediğimiz gibi davranamazdık. Ne zaman ki Hz. Peygamber vefat etti, işte o zaman ağır konuşmaya ve rahatça dilediğimizi yapmaya başladık!” (Buhari, Nikâh, 81.)

Evet; Abdullah b. Ömer’in dediği gibi maalesef bugün de Müslümanlar olarak kadınlar konusunda güzel bir tablo ortaya koyduğumuz söylenemez. Bu husustaki imtihanda başarısız olduğumuzun ve sınıfta kaldığımızın en büyük kanıtı ise her gün haber bültenlerinde ve manşetlerde kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin eksik olmamasıdır. Bu konuya dair pek çok toplantı yapılarak şiddetin sebepleri tespit edilmeye çalışılmış ve çözüm önerileri sıralanmıştır elbette. Ama hiç şüphesiz bu konuda asıl sebep, kadının Allah’ın emânında olduğunu unutmamız ve kendisine tabi olmakla emrolunduğumuz Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarından yüz çevirmemizdir. Bugün tüm dünyanın problemi olan kadına yönelik şiddet meselesinin yegâne çözümü hiç şüphesiz yine İslam’dadır. “Huzur İslam’dadır” ifadesini sadece bir slogan olarak görmeyi bırakıp Kur’an ve sünnete sarılarak İslam’ı hakkıyla yaşadığımızda bu sorun kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Zira “Sakın incitme bir canı, yıkarsın arş-ı Rahman’ı” sözünü söyleyen, Allah’ın her an kendisini görüp gözettiğini bilen ve en küçük kötülüğün bile hesabını vereceğine inanan gerçek müminler şiddet uygulamak şöyle dursun şiddetin her türlüsüne karşı duracaklardır.

Başta kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddet olmak üzere şiddetin her çeşidinin sona erdiği günlere en kısa sürede kavuşabilme dua ve temennisiyle…

Hadisten öğrendiklerimiz

1. Kadına yönelik her türlü şiddet kul hakkı ihlalidir; Allah’tan korkmamanın bir tezahürüdür.

2. Allah’ın emânını alan kadın dokunulmazdır; koruma altındadır, kimsesiz olmayıp Allah’ın himayesindedir.

3. Her türlü ahlaki zafiyetin ilacı İslam’da olduğu gibi kadına yönelik şiddetin ilacı da İslam’dadır.