El Ganî ve El Mugnî ne demektir?
Ganî kelimesi “gınâ” kökünden sıfat olup “zengin, kendi varlığıyla yetinip başkasına muhtaç olmayan, müstağni” anlamına gelir. Zıddı “fakr”dır. Gına ve istiğna malın çokluğu ile değil, yeterliliği ile gerçekleşen, tam ve eksiksiz olma durumudur. Mugnî ise Ganî olan Allah’ın dilediği kişiyi bu güçten istifade ettirerek her türlü ihtiyaçtan kurtarması demektir.
Allah, varlığı açısından başkasına muhtaç olmadığı gibi ilahlığını ve kâinatı yaratıp idare edişini dile getiren sıfatlara sahip olması ve bunları fonksiyonel kılması bakımından da bütün yaratıklardan müstağnidir. Ganiyy-i mutlak sadece O’dur. O’ndan başkasına izafe edilen bütün zenginlikler nispi ve mecazi bir nitelik taşır. Nitekim “Zenginlik fazla servete sahip olmak değildir; asıl zenginlik gönlün ihtiyaç duygusundan uzak kalabilmesidir.” (Buhârî, Rikak, 15; Müslim, Zekât, 120) mealindeki hadis de buna işaret etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de Ganî ve Mugnî
Gına kökü Kur’an-ı Kerim’de fiil ve isim kalıplarıyla çok sayıda ayette geçer. Ganî ismi on sekiz ayette Allah (cc) için kullanılmıştır. Mugnî ise bu kalıpla Kur’an-ı Kerim’de geçmemekle beraber Rabbimizin dilediği kuluna zenginlik ihsan ettiğini gösteren, dolayısıyla da Allah Teâlâ’nın “el-Mugnî” olduğuna delalet eden ayet-i kerimeler bulunmaktadır. (Tevbe, 9/27,74; Nûr, 24/32-33; Duhâ, 93/8)
Kur’an-ı Kerim’de Ganî ismi öncelikle Rabbimizin tartışmasız mutlak zenginliğini, buna mukabil insanların her daim O’na muhtaç birer fakir olduklarını ifade eder. (Yûnus, 10/68; Lokmân, 31/26; Fâtır, 35/15; Muhammed, 47/38) Allah’ın bizden yapmamızı istediği mali ibadetler O’nun buna ihtiyacı olduğu için değil tam tersine bizim sağlıklı bir toplum olarak yaşayabilmemiz içindir. (Bakara, 2/263, 267) Bu ismin zikredildiği bazı ayetlerde de kullarının küfür ve isyanlarından Allah’ın asla zarar görmeyeceği gibi ibadet ve taatlarının da Allah’ın yücelik ve yetkinliğine asla yeni bir şey katmayacağı hatırlatılmıştır. (Âl-i İmrân, 3/97; Nisâ, 4/131; En’âm, 6/133; İbrâhîm, 14/8; Neml, 27/40; Ankebût, 29/6; Lokmân, 31/12; Zümer, 39/7; Mümtehine, 60/6; Tegâbün, 64/6) Bu nedenle cimrilik eden sadece kendine zarar vermiş olur. (Hadîd, 57/24) Son olarak Kur’an’ın bizlere, neye sahip olursa olsun kendini her şeye yeterli gören müstağnilerin mutlaka azacağını ve onların iflah olmaz bir durumda olduklarını haber verdiğini de hatırlatalım. (Alak, 96/6-8; Abese, 80/5-7; Tebbet, 111/1-2)
Kur’an-ı Kerim’de Ganî isminin birlikte geldiği diğer üç ismin “Hamîd”, “Halîm” ve “Kerîm” olması da gına sahibi olanların edinmesi tavsiye edilen vasıfları işaret etmesi bakımından manidardır.
Ganî ve Mugnî Tecelli Ederse
İnsan zenginliğin son raddesine ulaşmış olsa da muhtaç olma durumu devam ettiği için Rabb’inin Ganî ve Mugnî isimlerine muhtaçtır. Zira bu yaratılışın yasasıdır. Kendini kendine yeterli gören, kendi dışında kimseden yararlanma ihtiyacı duymayan fertler, aileler, kuruluşlar, topluluklar er geç geride kalıp çökmeye mahkûmdur. Ganî ismine imanın edebi, neye sahip olursa olsun insanın Allah’a muhtaç olduğunu, asla kendi kendine yetmeyeceğini ve sahip olduğu her şeyin emanet olduğunu bilmesidir. Bu bilinç insanı şımarıp küstahlaşmaktan korur. Rabbimizin güzel isimlerini şerh eden merhum Ali Osman Tatlısu bu iki ismin tecellilerinde ortaya çıkan çeşitli görünümleri şöyle yorumlar: “Yüce Allah kullarının canları ve malları üzerinde dilediği gibi tasarruf etme yetkisine sahiptir. Bu tasarruflarda bazen bize acı gelen şeyler varsa da Rabb’inin hikmet ve kudret sahibi bir Raûf olduğunu bilenler bu icraatlara gönül hoşluğu ile rıza gösterirler. Alırken bir edeple aldıkları gibi verirken de edebe riayet ederek verirler. Rabbimizin bu icraatları her kulun ayarını gösteren bir mihenktir. Kiminde teslimiyet ve sadakat, kiminde de itiraz ve şikâyet görülür. Herkes bu vesile ile boyunun ölçüsünü ve mahiyetinin aslını gösterip geçer gider. Maksat zenginlik fakirlik değil, maksat imtihanı geçmektir. Bu da Allah Teâlâ’nın münasip gördüğünü canla başla kabul etmekle olur. Maddi varlık Yüce Allah katındaki makbuliyete işaret etmediği gibi fakirlik de O’nun katında mahrumiyeti göstermez. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz üzere nice güçlü ve zenginler perişan olmuş, nice kimsenin umursamadığı insan cennetin yüce mertebelerini kazanmıştır. (Sâd, 38/62-63)
Allah’ın gücü bütün insanları zengin, güçlü ve müreffeh kılmaya elbette yeter. Fakat Allah Teâlâ öyle dilememiş; aksine insanın ihtiyaçlarını karşılamak için mücadele etmesini, her daim bir şeylerin eksikliğini hissederek kul oluşunun idrakinden gafil olmamasını dilemiştir. Ayrıca ihtiyaç kavramı üzerinde düşünüp ihtiyaçların sonsuzluğu ve kaynakların kıtlığı yaklaşımı yerine ihtiyaçların gerçek ve üretilmiş ihtiyaçlar diye temelde ikiye ayrıldığını ve Allah’ın yeryüzünde yarattığı imkânların aslında tüm kullarına yetecek kadar zengin ve çeşitli olduğunu gördüğümüzde bu iki isim bizde tecelli etmiş demektir. İnsan kendi saygınlığını da ancak bu durumda koruyabilir. Bu mertebede olan kişi gerçek ihtiyaçlarının farkında ama onları elde etmek için gözlerini başkalarının elinde olana dikmeyen, gözü tok, gönlü zengin, verileni reddetmeyen ama kimseden de bir şey beklemeyen insandır.
Esma-i hüsna şarihleri, Mugnî isminin tecellisi olarak Yüce Allah’ın insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşıladığına vurgu yaparlar.
Maddi açıdan tatmin, yoksulluğunu giderecek kadar servet sahibi yaparak onu başkasına yardım edebilir hâle getirmek suretiyle olabileceği gibi kanaat duygusu lütfetmesi sayesinde gönül zenginliğiyle de gerçekleşebilir. Manevi tatmin ise kişiyi güzel davranışlara sevk edip onu Hakk’ın rızasına yöneltmekle olur. Kuşeyrî de asıl zenginliğin bundan ibaret olduğunu söyler. Zira insanların hâl sahibinin himmetine olan ihtiyacı mal sahibinin lokmasına olan ihtiyacından fazladır.
Sufilere göre sıradan insanın zenginliği ihtiyaçlarını karşılayacak kadar mala sahip olup onunla kanaat etmesi, insan-ı kâmilin zenginliği ise Hakk’ın rızasına erdiği ve mahlukattan beklentisini kestiği zamandır. Zira Hak ile zengin olan zenginler zenginidir.