Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için ayetleri ayrı ayrı açıkladık.”
(Enam, 6/126)
Resul-i Ekrem, dalalet içindeki Mekkelileri, Rabbinin dosdoğru yoluna çağırıyor ve bu uğurda büyük bir mücadele veriyordu. Ancak Mekkelilerin büyük çoğunluğu, önceki toplumların da tutulduğu bir hastalıkla malullerdi. Onları Hakk’a uymaktan alıkoyan hastalıkları, içinde yaşadıkları toplumun inanç ve alışkanlıklarına körü körüne tutunmuş olmalarıydı. Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiğinde verdikleri cevapla bunu ortaya koyuyorlardı: “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız.” Yerleşik inanç ve düşünceleri sorgulamadan ve kendilerine aktarıldığı şekilde inanma yolunu seçenlere yani zihinsel konforlarından ödün vermeyenlere ayetin devamında uyarı, sarsıcı bir soruyla geliyordu: “Peki ama ataları bir şey anlamayan ve doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” (Bakara, 2/170)
Mekkeli müşrikleri Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve onun getirdiği hak dine inanmaktan alıkoyan engel, kendi zihin dünyalarının konforunu bozmamak adına atalarından miras kalan inançlarını sorgulama yoluna gitmemeleriydi. Sadece Mekkeli müşrikler değildi bu şekilde inanan; Kur’an, onların toplumu gibi nicelerinin kıssalarını bize anlatır. Zira tarihin her döneminde, toplumda süregelen yanlış birtakım düşünce ve alışkanlıkların muhafaza edilmesi ve aksini ifade eden seslere kulak verilmemesi insanın hak ve hakikate ulaşmasında en büyük engel olmuştur. Bu sebeple olsa gerek Cenab-ı Hak bizleri ısrarla aklımızı kullanmaya, düşünmeye davet eder. Kendilerine gözler, kulaklar ve derinlemesine kavrayacak kalpler verdiği hâlde bunları hakikati bulmak için kullanmayanların ise hayvandan da aşağı gafiller olduklarını söyler. (Araf, 7/179)
İlahi vahyin son halkası olan Kur’an-ı Kerim’in bizleri kendimiz, çevremiz ve hayat hakkında tefekküre davet eden çağrıları her dönemde olduğu gibi çağımızda da dikkatle düşünülmesi gereken yol gösterici uyarılardır. Düşünmek, tefekkür etmek, tezekkür etmek hakikati anlamanın ve yanlış yaşayış ve anlayışları bertaraf etmenin yegâne yoludur. Bugün insanlık hiç olmadığı kadar kendini ve yaşadığı çağın hayat tarzını sorgulamaktan uzağa düşmüş durumda. Hızın ve hazzın sersemlettiği insanlık, konformizmin kıskacında âdeta can çekişiyor.
Küresel çağın küresel dayatmaları
“Ah, kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya”
Son yüzyılda baş döndürücü gelişmelere şahitlik etti dünyamız. Her şeyin hızla ölçüldüğü ve ne kadar hızlanırsa o kadar muteber sayıldığı zamanlarda hiç kimsenin durup düşünmeye vakti olmuyor. Daha hızlı arabalar, daha hızlı trenler, daha hızlı uçaklar yapıldı. Araçların hızla seyrettiği yollar inşa edildi. Hızı gittikçe artan makineler, teknolojiler geliştirildi. Bilgisayarlar saliselerle ifade edilen hızda işlem yapmaya başladı. İnternet hızını katladıkça mesafeler ortadan kalktı ve dünya küresel bir köye dönüştü. Her şeyin ölçüsü hız olunca, hayatlarımız da bu hıza uyum sağladı. Hızlı yaşıyor, hızlı yiyor, hızlı düşünüyor, hızlı hareket ediyoruz artık.
Hızla yaşarken hızla aynılaşmaya da başladık. Yerel olan, farklı olan, toplumların kültürlerinden neşet eden doğal yaşam tarzları unutulmaya terk edilmiş durumda. Şimdi dünyanın neresine gidilse birbirinin benzeri insanlar ve yaşam tarzlarını görmek mümkün. Küresel kültürün etkisini ekonomiden sosyal hayata, eğlenceden müziğe, modadan yeme içme biçimlerine kadar hayatın her alanında görüyoruz. Günümüz dünyasında Pekin’deki bir gençle Londra, New York ya da İstanbul’da yaşayan bir genç arasında çok fazla fark yok. Elbette bu benzerlik sadece görünüşte değil. Özellikle herkesin çok kolay bir şekilde ulaşabildiği medya araçlarıyla insanların düşünceleri de tek tipleştirildi. Benzer düşüncelere, yargılara ve inançlara sahip insanların manipüle edilmesi de daha kolay oldu.
Kur’an-ı Kerim insanlar ve kültürler arasındaki farklılıkları Allah’ın bir ayeti olarak görür. Bu Yüce Allah’ın kudretinin bir eseridir. İnsanları tanışsın, bilişsin ve bir araya gelerek birbirinden öğrensin diye farklı özelliklerde yaratmıştır Yaradan. Her farklılık, insan için bir tefekkür vesilesi kılınmıştır. Ancak insanı çepeçevre saran modern dünyanın her yeni teknolojisi, farklılıkları silikleştirdiği gibi bizleri düşünmekten de uzaklaştırdı. Yeni teknolojiler hayatımızı kolaylaştırdı, konfor ve rahatlık sundu. Aslında işler göründüğü ya da bize gösterildiği gibi değildi. Her yeni gelişmenin sorgulanma süzgecinden geçirilmeden âdeta kutsanarak kabul gördüğü çağımızda insanoğlu küresel kültürün istilasına uğradığını dahi fark etmedi. Çünkü çok hızlı yaşamaya, çok hızlı hareket etmeye, çok hızlı tüketmeye başladık her şeyi. Bu hızın insan ruhunu örselediğini anlamak için de sanırım bir virüsün hayatımıza dur demesini bekledik.
Hayatı yavaşlatan virüsle hayatı sorgulamak
“Kalp kendisine usulca söylenen her sözü duyar.”
Herkesin evlerine kapandığı bu karantina günleri, yaşadığımız dünyayı sorgulama ve zihinsel konforu bir yana bırakma zamanıdır diyebiliriz. Çünkü hızla akan hayatın girdabına kapılan insan esasında kendinden, hakikatle yüzleşmekten kaçıyor. Hızın modern dünyanın dehşet ve kuraklığına karşı bir kalkan işlevi gördüğünü ve hatırlamak istemediklerimizi hızlanarak unuttuğumuzu söyleyen Kemal Sayar, tam da bu yüzleşmeden nasıl kaçtığımıza işaret ediyor: “Peki hız, hayattan mı yoksa ölümden mi bir kaçış? Hız, bir bakıma insanın kendi ölümünün, ölümlülüğünün farkına varmasını engelliyor.” (Kemal Sayar, Yavaşla, Timaş Yay., İstanbul 2007, s. 56)
Evlerimize döndüğümüz bu günlerde biraz da kalplerimize dönerek kendimizle yüzleşme cesaretini gösterebiliriz. Rabbimiz, hayatı ve ölümü, hangimizin daha güzel işler yaptığını denemek için yarattığını buyuruyor Mülk suresinde. Bu ayet-i kerime bizlere hayatın anlamını sorgulamak için önemli bir başlangıç noktası olabilir: “Yaşadığım hayatta güzel işler ortaya koyabildim mi? Rabbimin rızasına uygun ameller işledim mi? Bana verilen ömür sermayemi nasıl harcadım?” sorularını sorarak başlayabiliriz sorgulamamıza.
Akıl, kalp, ruh gibi manevi kuvvetlerle yaratılan insan bu soruları kendisine sorduğunda, doğru cevaplarını da mutlaka bulacaktır. İnsan yeter ki kendi özündeki güzellikleri görmek için iç âlemine dönüp tefekkür edebilsin. Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz insana yollarını göstererek, onu kendi hakikatiyle buluşturacaktır. İnsanın kendisini bilmesiyle başlayan içsel tefekkürü hayatına anlam katacak, değerler ve erdemlerle bezeli bir hayatı yaşamayı tercih edecektir.
Yaşadığımızı fark etmek
“Ömrünü şu içinde bulunduğun bugün say”
İnsan hayatı anlamlı kılmak için kendisi kadar çevresindeki hayatın da ayırdında olmalı. Hıza ve hazza ayarlı konforlu hayat, insanı anlamı bulmaktan alıkoyuyor. Ya geçmişi yaşıyor ya da gelecekle ilgili planların peşinde anı yaşamaya vakit bulamıyor. Hâlbuki hayatta, anlam da anda olanı fark etmekten ve keyifle onu yaşamaktan geçiyor. Sufiler ibnülvakt tabirini kullanırlar bunun için. Anın çocuğu anlamına gelen ibnülvakt, kendini tamamıyla yaşadığı ana veren kişi demektir. Her ne yapıyorsa o anda, orada olmak, onu yaşamak ve deneyimlemektir ibnülvakt olmak. İnsan yaşadığı anın ne kadar farkındaysa kendisi ve hayat hakkında o kadar anlam üretir.
Hayatın hengâmesinde ve hızında ne çok şeyi ıskaladığımızın farkında mıyız acaba? Her sabah usulca doğan güneş, baharla günbegün yeşillenen dallar, çiçekten soyunup da meyveye duran ağaçlar, çiçeklerin renkten renge boyadığı dingin kırlardan öğrenebiliriz yavaşlamayı. Bir karıncanın yuvasına rızkını hiç telaş etmeden taşıdığını izlediniz mi? Ya da yeni doğan yavrularının rızkı peşinde endişesiz uçan kuşları… Belki de tam bir sükûnetin hâkim olduğu doğaya bakarak uzun bir tefekkür yürüyüşüne çıkmaktır ruhun ihtiyacı.
Telefonlar, mailler, eve taşınan işler arasına sıkıştırdığımız ailemizle hem dem olmaktır aradığımız huzur. Çocuklarımızla AVM’lerde tüketilen saatler değildir bizi iyi aile yapan. Birbirimizi kalben dinlemek, anlamak ve değer verdiğimizi hissettirmek. Gözümüz kulağımız telefonda olmadan sevdiklerimizle muhabbet etmek ve anın keyfini birlikte çıkarabilmek. İnsanın kalbiyle yaptığı her şey anlam kazanır ve daha güzeliyle ona döner…
Zihinsel konfordan nebevi tefekküre
“Hira, yollarını kaybedenlere doğru yolu gösteren”
Modernizmin vadettiği konformist zihin ve hayat, maalesef insanlık için hem yeryüzünün hem de insanın maddi ve manevi tükenişini getirdi. Kendinden, hakikatten ve yaşadığı dünyadan uzaklaşan insan anlamı kaybetti. Kaybedilen anlamı biz, inancımıza, değerlerimize tutunarak tekrar bulabiliriz.
Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) örnek hayatı ve sünneti hem insanın hem de toplumların selameti için şaşmaz bir ölçüdür. İnsanın kendisine sunulanları sorgulaması ve çevresine basiret gözüyle bakması Efendimiz’in (s.a.s.) düsturudur. O, daha kendisine peygamberlik gelmeden önce yaşadığı toplumu gözlemliyordu. Mekkelilerin tefessüh etmiş hayatı, Rahmet Peygamberi’ni (s.a.s.) derinden düşündürüyordu. Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.s.) çok sevdiği bir ailesi, iyi bir ticareti, toplumda itibarlı bir yeri vardı. Ancak o, dalalet içindeki toplumun hâlini görüyor ve tuttukları yanlış gidişattan dolayı üzülüyordu. Toplumdaki bozulmadan duyduğu üzüntü Efendimiz’i (s.a.s.) onlardan uzaklaştırarak Hira mağarasında inzivaya götürmüştü. Orada kendi içinde tefekküre daldı ve Rabbi ile baş başa kaldı. Hira, Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.s.) tefekkür yolculuğunda önemli bir merhaleydi. Hira’da başlayan bu nebevi tefekkür, Rabbinin ona vahyi indirmesiyle neticelendi. Rabbi ona hak ve hakikat yolunu gösterdi ve bu yoldaki mücadelesinde yardım ve inayetiyle destekledi.
Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) inen vahy-i ilahi tüm insanları düşünmeye davet ediyor. İnsanın körü körüne bağlandığı inançlarının yanlışlığını ortaya koyuyor. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere hak yolu bulmak ve her daim istikamet üzere olmak, sorgulamak ve düşünmekle mümkündür. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) ilahi vahiyle muhatap olduktan sonra da tefekkürle bezeli bir hayat yaşayarak bizlere örnek oldu.
Hz. Aişe validemizin rivayetine göre Resulullah (s.a.s.) bir gece Âl-i İmran suresinin son ayetlerini gözyaşları içinde okuyarak şöyle buyurmuştur: “Bu ayetleri okuyup da derin derin düşünmeyen kimseye yazıklar olsun.” (Münziri, et-Terğip ve’t-Terhib, II, 373) Rahmet elçisinin (s.a.s.) bizi tefekküre davet ettiği ayetleri okuyup Yüce Allah’ın sonsuz kuvvet ve kudretinin eseri olan kâinat üzerinde tefekkür edelim: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru.’ derler.” (Âl-i İmran, 3/190-191)