“Çok para kazanmak için az da olsa elde bir sermaye olması…” gerektiğini anlatmak için “mayasız yoğurt tutmaz” deriz. Bu atasözünü, bir işe girişirken sermayenin şart olduğunu, aksi hâlde beklentilerin suya düşeceğini belirtmek için kullanırız. Bir işten en büyük beklentimiz ise düzenli kazanç sağlamaktır. Nasıl ki sütü mayalamak için bir miktar yoğurda ihtiyacımız varsa en küçük bir işletmeyi açmak veya yürütmek için de mayaya, daha doğrusu sermayeye gereksinim duyarız.

“Sermaye” deyip de geçmeyelim lütfen!

Eğer temiz bir başlangıç yapmak istiyorsak, kazancımıza haram bulaştırmayalım. Siz de takdir edersiniz ki haramla başlanan işlerin içinde bet bereket olmaz. Hâlbuki helal ama az olan bir sermayenin bereketi içinde olur ve o bereket size mutluluk getirir. Önemli olan bu mutluluğu bir ömür boyu devam ettirebilmektir.

Peki, bunun için ne yapmak gerekir?

Kesinlikle dürüst olmak gerekir.

Dürüstlük de bir sermaye olup onu yalanla dolanla kirletmeyelim lütfen. Yoksa itimadımız zedelenir. “İtimat” dediğimiz şey bir kez zedelenmeye görsün, binbir emekle ve hevesle yapılan nice güzel başlangıçlar sıfırın altına iner ve ne yazık ki bu durumda en hatırlı insanlar bile acınacak hâle düşebilir.

Daha başka sermaye çeşitleri de vardır.

Sözgelişi, zanaatkârın en büyük sermayesi sabrıdır. Bir mucidin en büyük sermayesi, sınır çizemediği hayalleri ile azmidir. Bir çocuğun en büyük sermayesi, aldığı güzel terbiyedir. Bir gencin en büyük sermayesi, gücünü doğru biçimde kullanmasıdır. Hatta kozanın içinde kelebek olmayı bekleyen bir tırtılın bile sermayesi vardır, dersek abartmış olmayız.

Kim bilir, tırtılın en büyük sermayesi de rüyasıdır.

Esasında bu dünya bizim kozamızdır, şu yaşadıklarımız da birer rüyadan ibarettir. Bizim gerçek ve en büyük sermayemiz ise iman ve salih amellerimizdir. Zaten bir “Müminin, ahirete dair kaygılarını azaltacak ve ebedi kurtuluş için bir umut kaynağı olacak iman ve salih amelden başka sermayesi de yoktur.” Öbür tarafa sermayesiz gittiğinizi veya iyi bir sermayeniz olduğu hâlde üzerinizdeki kul haklarından dolayı salih amellerinizin alacaklılara verildiğini ve sırf bu yüzden iflas ettiğinizi düşünsenize!

Ne ürpertici bir son değil mi?

İşte bu hâl, dünyada hatırlı bir insan iken acınacak hale düşmekten daha da beter bir durumdur. Dünyada kaybettiğiniz şeyleri bir şekilde telafi edebilirsiniz lakin ahirette bunun için zaman bulamazsınız.

O hâlde zaman sermayesini de bir ganimet ve fırsat bilip umut kaynağımız olan iman ve salih amelleri artırmanın yoluna bakalım. Ayrıca kul hakkı yemekten de sakınalım ki elimizdeki sermayeden olmayalım.

Bu hususta alacağınız her önlem yerinde, gerçek ve en büyük sermayeniz ise güvende olsun.