İslam’ın hayat veren ilkelerine amansız bir düşmanlıkla karşılık veren, Hz. Peygambere ve ilk müminlere Mekke’yi yaşanmaz hale getirenlerin en bariz özellikleri, zenginliğiyle övünen, servetiyle kibre bürünen, fakirleri, yetimleri, kimsesizleri asla gözetmediği gibi onları köleleştiren ve sömüren, toplumda kendine izole hayatlar kurmuş kimseler olduğu görülmektedir.
Bunun karşısında ise sahip olduklarını iyilik vesilesi yapan, paylaşmaktan huzur duyan, yardımlaşmayı ahlak edinen ilk Müslümanlar vardır. Zira Mekke döneminde nazil olan ayetler mütemadiyen sadece Allah’a kulluk ve tevhide davetle beraber, insana, evrene ve bütün varlığa mümince bakmayı, merhametle yaklaşmayı, temel haklara saygıyı, köleleri özgürleştirmeyi, nimeti paylaşmayı, hak yememeyi, kimsesizlere, çaresizlere, yoksul ve yoksun bırakılmışlara, yetim ve miskinlere sahip çıkmayı emretmektedir. Nitekim Mekke döneminde Müslümanlar maruz kaldıkları acımasız işkenceler ve her türlü baskılar karşısında söz konusu ahlaki ilkelerden asla vazgeçmemişlerdir.
Yetimi öteleyen, yoksulu gözetmeyen gösterişçi bir dindarlık anlayışının Allah katında asla muteber olmadığını, (Maun, 107/1-7) Müslümanların yaşadığı dünyada açlığın, sefaletin, korku ve endişenin olmayacağını (Kureyş, 106/3-4) deklare eden ilahi beyanlar İslam medeniyetini inşa eden rehber ilkeler olmuştur.
Peygamber efendimizin Medine döneminde Müslümanlar, İslam’ın iktisada ve dünyanın zenginliklerine karşı teklif ettiği ahlak ve hukuk ile toplumsal bir hayat inşa etmiştir. İyilik mefkûresi kurumsallaşmış ve çağlara örnek medeni bir toplum ortaya çıkmıştır. Vakıf ideali, zekât müessesesi, sadaka ahlakı ve iyilikte yarışma duygusuyla İslam medeniyeti kuvveden fiile geçmiştir.
İslam’ın ilk asrında üç kıtaya hâkim olan Müslümanları, asırlar boyunca, Endülüs’ten Osmanlıya, Afrika’dan Maveraünnehr’e gittiği her yerde ev sahibi konumuna getiren saik fiziki güçleri değil ahlaki erdemleridir. Çünkü insana eşref-i mahlûkat, yeryüzüne emanet bilinciyle yaklaşan Müslümanlar gittikleri yerde bütün insanlar için huzur ve güveni tesis etmenin, tabiatı ve doğal hayatı korumanın gayreti içinde olmuşlardır. Şüphesiz Müslümanların bu davranışının altında yatan temel motivasyon, insana ve evrene bakışı tevhit, adalet ve güzel ahlak ekseninde ele alarak başta yönetim olmak üzere hayatın kurallarını bu eksende oluşturmalarıdır.
Bütün bunların yanında İslam medeniyetini infak medeniyetine dönüştüren en önemli müessese vakıf kurumları olmuştur. İyiliği ebedi kılmanın yegâne yolu olan vakıflar meşruiyetini Kur’an’ın ayetlerinden, örnekliğini bizzat Peygamber efendimiz ve ashabın hayatından almıştır. Böylece İslam toplumlarında hayatın tamamını kuşatan on binlerce vakıf kurulmuştur. Haddizatında İslam düşüncesinde bireysel yaklaşımlardan sosyal organizasyonlara, özel teşebbüslerden kamusal teşkilatlara kadar bütün tavır, davranış ve teşekkülün nihai amacı insanlara faydalı olmak ve yeryüzünü imar etmektir. Dolayısıyla Müslümanların hayatında ve İslam toplumunda infakın olmadığı bir alan tayin etmek mümkün değildir. Bu manada ahilik teşkilatı başta olmak üzere esnaf örgütleri de insanlara maddi-manevi yardım temelinde kurulmuş iyilik teşkilatlarıdır. İslam kültür ve sanatının bütün eserleri de insanlığa hakikatin estetik formuyla rehberlik eden yapıtlardır. İslam düşüncesinin; hayatını serhat boylarında hakikat mücadelesine vakfeden yiğitler için gösterdiği en üst gaye de, maişetini temin için işinin başındaki esnafın kalbinin derinliklerine teklif ettiği niyet de insanlığa hizmet ederek Rızay-ı bari’ye ulaşma idealidir.