El Bedî’ ne demektir?
Bedî’ ismi, örneği ve benzeri bulunmayan bir şeyi icat etmek, ilk olmak, eşsiz ve benzersiz olmak manasındaki bed’ kökünden türemiştir. Rabbimizin ismi olarak “eşsiz bir sanatla, önceden var olan bir malzemeye ihtiyaç duymadan, yoktan var eden” demektir. Elmalılı merhumun işaret ettiği gibi buradaki benzersizlik, bir kanun ve mukayeseye, bir formül ve kurala başvurulmadan ilk misalin onunla başlaması demektir. Bu ismin tezahürü ile varlık meydanına çıkan her ne ise ilk örnek, ilk modeldir. Benzerlik ve türdeşlik gibi dayanaklarla üretilen kanunlar ondan sonra husule gelir.
Âlimlerimiz Bedî’ isminin Yaradan’a sıfat olduğu gibi yaratılana da sıfat olabileceği konusunu tartışmışlardır. Mahlukatın sıfatı olması durumda mana eşsiz ve benzersiz yaratılan demek olur. Ayrıca ilk yaratma nasıl eşsiz ve benzersizse sonradan devam eden her yaratma da eşsiz benzersizdir. Birbirinin tamamen aynı olan iki varlık yoktur.
Esma-i hüsna şarihi Ali Osman Tatlısu, Bedî’ ismi ile Mübdî’ ismi arasındaki farkı anlatırken Bedî’ isminin, eşsiz yaratmadaki sürekliğine dikkatimizi çeker ve der ki: “Önünde bir örnek olmadan velev bir tek şey olsun ortaya koyana mübdi’ denirse de Bedî’ denmez. Bedî’, hiçbirinin örneği ve misali yokken sayısız şeyler icat edip türetene, düşünmeye araştırmaya muhtaç olmadan kolaylıkla ve daima misalsiz şeyler yaratandır. Yüce Allah her türün ilk örneğini, önceden bir benzeri olmadan yoktan yarattığı gibi bir türün bütün fertlerini de birbirinin tıpatıp aynısı yapmamış, her bir ferdi diğerinden ayıran özelliklerle donatmıştır.”
Bedî’ ismi aynı zamanda Allah’ın zatında ve sıfatlarında misilsiz ve benzersiz olduğunu ifade eder ve “Muhalefetü’n lil-havadis” sıfatı buradan çıkar. Yani O’nun yaratmasıyla sonradan varlık sahasında boy gösteren hiçbir varlık, hiçbir cihetle O’na benzemez ve O, bütün bunlardan farklıdır. Bu nedenle yüceler yücesi yaratıcının zatının nasıllığı hakkında düşünmemiz doğru bulunmamış ve “O’nun hakkında ne düşünürsen, O bunun dışındadır.” denmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Bedî’
Kur’an-ı Kerim’deki iki ayette, “göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısı” anlamında, “Bedi’us semavati vel ard” şeklinde Allah’a nispet edilmektedir. (Bakara, 2/117; En’âm, 6/101) Bu iki ayette de Yüce Rabbimizin tanrısal güçler taşıyan oğul ya da kızları olduğu şeklinde Yahudi, Hristiyan veya Arap müşrikleri tarafından ileri sürülen iddialar iptal edilir ve gökleri ve yeri eşsiz ve benzersiz yaratan yüceler yücesi yaratıcının biricikliği vurgulanır. Elmalılı bu ayetleri tefsir ederken yoktan var etmenin örneksiz ve benzersiz şekilde ve kendi dışında hiçbir şeye muhtaç olmaksızın, sadece irade edivermek, yani “ol” demekle olduğunu evlat sahibi olmanın ise doğum ve güçlükle gerçekleştiğini ifade eder ve bütün bu kâinat ile O’nun arasındaki ilk ilişkinin, böyle bir yaratma ve yaratılan ilişkisi olduğunu; doğurma ve çoğalma ilişkisi olmadığını belirtir. Ayrıca “Eğer öyle olsa idi, O, bir gün gelir tükenirdi, yaratılış kesintiye uğrardı.” der. Ona göre bu nokta, bütün ilimlerin, felsefelerin ve hikmetlerin temelidir ve illiyet denilen nedenselliğin başlangıcı yaratma ve icattır, doğurtma ve çoğaltma değil. Bu nedenle Allah Teâlâ’ya oğul ve kız isnadı, Allah’ı bilmemek ve O’na şirk koşmaktır. Elmalılı sözlerini Allah’a baba demenin küfür sayıldığını söyleyerek tamamlar.
Sonuç olarak Rabbimizin Bedî’ isminin geçtiği bu iki ayette de tarih boyunca insanın ürettiği bütün şirk çeşitleri içinden bu konuya vurgu yapılması, bizlere Hz. İsa’nın bütün insanlık içinde eşsiz bir yaratılma örneği olmasına rağmen yine de bir yaratılmış olduğunu; örneksiz, benzersiz, sınırsız yaratma gücüne sahip olan Cenab-ı Hak için yaratma şekillerine sınır konamayacağını hatırlatır.
Bedî’ İsmi Tecelli Ederse
Mutlak anlamda Bedî’ sadece Allah Teâlâ olmakla beraber ilim, irfan, sanat veya herhangi maddi ve manevi bir alanda meslektaş ve çağdaşları arasında temayüz eden, yenilikler meydana getiren kişiler için izafi olarak kullanılması mümkündür. Bir insanda bu ismin tecellisine mazhariyet hâsıl olduğunda, yaptığı iş her ne idiyse onda taklit aşamasını geçmiş, orijinal eserler verme aşamasına gelmiştir. Bu lutfa mazhar olanlar eserleriyle çığır açarlar. Onlara diğer insanlara verilmeyen sezgi, idrak ve inşa kabiliyeti verilmiştir. En girift meseleleri benzersiz yollardan halleder, çözüm odaklı projeler üretirler. Her türlü sanat erbabı bunlar arasından çıkar. Yaptıkları her işte güzellik ararlar, ne yaparlarsa güzel yaparlar. Herhangi bir bilim dalında, daha önce benzeri bulunmayan herhangi bir yol, bir metot ortaya koyanlar da bu ismin tecellisine mazhar olmuşlardır.
Bütün bu saydığımız başarıları gösterenler, içlerine Yüce Rabbimizin hikmet arayışı ve isteği koyduğu, görünenden görünmeyene gidebilen, araştıran, düşünen, keşfeden insanlardır. Anlayış ve kavrayış kudretleri nispetinde, yaratıcının büyük sanatını en sıradan şeylerde dahi gözlemleyebilirler. Hayret ve merak duygularını hiç kaybetmezler. Zira bütün bu yaratılmışlar eşsizse, hiçbir yaprak dahi diğeri ile aynı değilse, her bir varlık var oluş sahnesine sadece bir kez çıkıyorsa bu gösteride hiçbir ânı kaçırmamak gerekir. Eser bu kadar ihtişamlı ise eserin sahibi ne kadar muhteşemdir, düşünmek gerekir.
Yüce Allah’ın Bedî’ ismini gerektiği gibi hissedenler O’na layık kul olma çabası ile her yaptıkları işi titizlikle ve önem vererek yaparlar. İlahi takdir gereği içinde bulundukları toplumlarına önderlik etme görevi üstlendiklerinde akla hayale gelmeyecek yollardan toplumlarını üst noktalara taşırlar. Yüce gönüllü, yüce ahlaklı ve yüce fikirlidirler.
Son olarak şunun altını çizmeliyiz ki bütün bu üstün meziyetler, Allah Teâlâ katında üst düzey sorumluluklar demektir. Elbette kendisine ilim, hikmet ve yetenek bahşedilmiş olanlar, bunlardan mahrum olanlarla aynı hesabı vermeyecektir. Onlara bahşedilen bu üst düzey yetenekler kişisel tatminler için olmaktan çok, insanlığı, her anlamda, bir adım olsun ileri götürmek, Allah’ın kullarına hizmet etmek suretiyle kendini kurtarmaktır. Zaten hayırlarda ve bolca kullanılmayan yetenekler önünde sonunda sahibini zehirler.