“O söylüyorsa doğrudur!”
“Ama dediği şey imkânsız!”
“İmkânsız olan ne?”
“Senin arkadaşın bir gecede Kudüs’e gittiğini, oradan da daha nice yerlere ulaşarak bizlere müjdeler getirdiğini söylüyor.”
Gülüşmeler…
“O söylüyorsa doğrudur!”
“……”
İnsanların bir başkasına güvenmekte zorlandıkları bir zamanda birbirine çok güvenen iki dost vardı. Bir gün herkes uykuya daldığında o güzel dostlardan biri sanki rüya gibi bir yolculuğa çıkarılmıştı. Bu yolculuk aslında bir gecede bitmeyecek kadar uzun, uyanmak istenilmeyecek bir rüya gibi etkileyici ama bir o kadar da gerçekti.
Mekke’den, Kabe’nin bulunduğu yerden başlamıştı mübarek yolculuk. Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya kadar uzanmıştı. Yüce Yaratıcının o güzel Allah dostuna nasip ettiği daha birçok maneviyata şahitlik etmişti gecenin bir kısmındaki bu kutlu yolculuk. Evet, Allah’ın sevgili Peygamberine verdiği muhteşem bir ikramdı. Döndüğünde yatağının sıcaklığı bile kaybolmamıştı.
İnsan aklının anlamakta zorlanacağı bir mucizeydi. Bu sebeple olsa gerek ilkten kimse inanmamıştı. Yaşadığı onca sıkıntıdan sonra Rabbinin teselli ettiği ve adeta “Yalnız değilsin, ben yanındayım.” dediği sevgili elçinin yaşadığı bu olaya, müşrikler hiç inanmamıştı. Ama ilk Müslümanlardan biri vardı ki, sorgusuz sualsiz inanmış ve hatta dedikoduları sustururcasına onaylamıştı. O, yaşananların sonunda kurduğu cümlelerle “Sıddîk/Doğrulayan” lakabını alan Hz. Peygamberin (sas) kıymetli dostu Ebûbekir Sıddık’tı.
“Muhammed bunları dediyse doğrudur.” Hiçbir tereddüt, hiçbir şüphe yoktu bu cümlede. Daha kendisini görmeden, kendi ağzından dinlemeden dostunu onaylayan bir konumdaydı Ebûbekir. Nasıl bir dostluk vardı onların aralarında? Sadakat bu denli zirvede nasıl yaşanıyordu?
Zorluk zamanları devam ediyordu, Mekke’de yaşayıp “Allah’a ve onun gönderdiği Peygambere inanıyorum.” diyenler için. Zira Müslümanlara yapılan zulüm ve işkenceler artmış Allah’ın emri ve izniyle hicret gerekmişti. Vakit öğlendi. Kavurucu bir sıcak vardı. Mekke bu vakitlerde “kaylule” denilen bir uyku vakti ile anılırdı. Yine neredeyse herkes uykuya dalmış, Sevgili Peygamberimiz ve sadık dostu Hz. Ebûbekir için bir yolculuk başlamıştı. Kimseye görünmemek böylece zarara uğramaktan korunmak için bu vakit özellikle seçilmişti.
Çok sevdiği Mekke’den ayrılıyordu Allah Resûlü. Bu zorlu yolculuğun başından sonuna kadar Hz. Ebûbekir onun yanında olacaktı. Zaten can dostu iken “yâr-ı gar” yani “mağara dostu” da oluvermişti böylece Ebûbekir. Muhakkak ki her zorlukla birlikte bir kolaylık vardı. Günlerce Allah’ın Elçisi ile baş başa olmak büyük bir lütuftu.
Tedirgin olmuştu Ebûbekir. Allah’ın kutlu Peygamberi olan kıymetli dostuna bir zarar gelmesinden korkmuştu. Hz. Peygamber çok yorulmuştu yolda ve mağarada. Hz. Ebûbekir’in dizinde uyuyup kalmıştı. Bu sırada hiç kıpırdamamıştı yerinden Sıddîk. Resûlün rahatsız olmasından endişe etmişti. Bir taraftan yakalanmaktan da oldukça korkmuştu. Tevbe Suresinde yer alan “Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” ayeti işte tam bu anı anlatıyordu. Sevr Dağında, Hira mağarasında beraberdi o ikisi ve üçüncüleri de Allah’tı. Allah Resûlü, yakın dostu Ebûbekir’e tevekkül etmeleri gerektiğini veciz bir şekilde ifade etmiş, gönüller ferahlamıştı.
İki dost ellerinden gelen tedbirleri almıştı. Mağaranın kapısına kadar gelen kafirler, Allah’ın dilemesiyle içeri girememişti. Razı oldu Peygamberimiz dostundan ve Âlemlerin Rabbi razıydı onlardan.
Hz. Ebûbekir, yeni başlangıçlarda da hep yanında oldu, o güzeller güzeli dostunun. Hiç ayrılmadı iki dost. Gözünden sakınırdı Efendimiz (sas) yol arkadaşını. Onu bir gün görmeden yapamaz, onsuz sofraya bile oturmak istemezdi.
Sevgi, saygı, sadakat, vefa, merhamet, doğruluk, güzel ahlak… Daha birçok kavramın anlam kazandığı bir dostluk hikayesiydi onlarınki, asırlar önceden günümüze seslenen. Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle “Kişi sevdiği ile beraberdi.” Dünya hayatında edinilen dostlar sonsuzluk yolculuğunda yoldaştı. Anlaşılıyor ki; bir sonsuzluk yolculuğuna da ancak böyle dostlarla çıkılırdı!