Hz. Adem... İlk insan ve ilk peygamber. Kendisine hayat arkadaşı olan eşi, insanlığın annesi Havva validemizle birlikte cennette yaşarken başlarına gelen hadise, biz insanlar için ne kadar manidardır. Zira orada bulunan onca nimetten sınırsızca istifade etmelerine fırsat verilmiş, sadece bir ağaca yaklaşmayın denilmiştir Yaratıcı tarafından. İnsan bu ya, onlar da beraberce hata yapmış ve malum yasak olana tenezzül edivermişlerdir. Bu derece bir yanlışın elbet bir yaptırımı olacağından hareketle, cennetten de beraberce çıkarılan o güzide insanların dünya imtihanı başlamıştır.
Hz. İbrahim... Yıllarca evladı olması için dua eden bir Peygamber. Rabbi yeter ki ona evlat versin de o evlat Rabbine kurban olsun diyen, sonra da oğlu İsmail ile birlikte teslimiyetin sembolü olan bir baba. Dünyaya gelen o minicik evladını, Allah emretti diye sevgili eşi Hz. Hacer ile birlikte çölün ıssız topraklarında yine Allah’a teslim eden bir eş. Bu gibi birçok sebeple Halilullah lakabını alarak Allah dostu olmanın hakkını veren örnek şahsiyet.
Hz. Yakup... Yusuf’unun yokluğundan üzüntüye kapılıp, dünya gözüyle görmeyi unutan büyük peygamber. Ne zaman ki o görmeyen gözleri ve Yusuf’u için acıyan kalbi, atası Hz. İbrahim’i kendine rehber edinip "Rabbim ben hatalıyım. Yusuf elbet senin koruman altındadır, en doğru hüküm senindir." kabilinden bir teslimiyetle oğlunu Rabbine adadığında, işte o zaman imtihanını aşmıştır. 40 yılın sonunda evladına kavuşmanın heyecanını yaşamıştır.
Hz. Nuh... Peygamber olarak gönderildiği kavmi için nefesini sonuna kadar tüketen ama büyük bir karşılık bulamayan ve Allah’tan aldığı emirle bir gemi hazırlayıp inananları kurtuluştan, inanmayanları ise yok oluştan haberdar eden dertli insan. İman etmeyen eşi ve oğlu en büyük imtihanı olan, tufan geldiğinde oğlu helak olurken dahi ona yalvarıp yakaran ümit timsali bir baba.
Hz. Yunus... Epeyce uğraş vermiş ve epeyce yorulmuştu, Hak davetine bizzat kendisi tarafından çağrılıp, davete icabet etmeyenlerden. Ani bir kararla ve kendisine bu görevi tevdi eden Rabbine danışmayı unutarak büyük bir yürek sıkkınlığı ile terk-i diyara yönelmişti. Fakat onu her an görüp gözeten Rabbinin imtihanına tabi tutulmuş, kendisini bir balığın karnında buluvermişti. Kendine zulmedenlerden olduğunu fark ettiği duayla Yaratıcısına olan teslimiyeti onu, balığın karnından azat etmişti.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sas)... Kendisine inananlarla birlikte gördüğü onca cefa ve ezadan sonra hicret emri verilen ve yanına can dostunu alarak yola revan olan bir Peygamber... Kendisi için endişelenen Hz. Ebubekir’i "Üzülme! Allah bizimle beraberdir..." diyerek teskin eden; "Hani, o ikisi mağarada iken arkadaşına: ‘Üzülme! Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Tam o sırada Allah ona serinkanlılık indirdi ve onu sizin görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin planını da alaşağı etti..." (Tevbe sûresi, 9/40) mealindeki ayeti kerimenin, O’nun teslimiyetini anlattığı seçkin kul. Ne yetim ve öksüz büyümesi, ne dedesi, amcası ve sevgili eşi Hz. Hatice’nin vefatı ne de kendisinden önce vefat eden evlatlarının acısı hayattan soğutabilmişti O’nu. Daha küçücük yaşında evin yükünü hafifletmek için çobanlık, tüccarlık yapan bir çocuk, Muhammedü’l Emin lakabını Peygamber olmadan alan güzide genç, müşfik bir baba, merhametli bir dede, yönetim kabiliyetine sahip bir devlet başkanı, adaletli bir aile reisi, "Ümmetim! Ümmetim" diye çırpınan bir peygamber olarak rehberimiz olan Allah’ın sevgili kulu.
Manevi danışmanlık ve rehberlik yaptığımız birçok danışandan gelen soruyu tam burada ben de sormak istiyorum şimdi: "Hocam neyi eksik yapıyorum ki hiçbir şey tamamen düzelmiyor? Neden sorunların biri bitmeden diğeri başlıyor?"
Eksik olan, bir şeyi değiştirmek için yaptıklarımız değil hâlbuki. Bir eksik varsa o da her şeyi bizim değiştirebileceğimizi düşünmemiz. Oysaki yetmiyor, yetmeyecek gücümüz hiçbir zaman tastamam olmaya. Eksiksiz, her an mutlu hissetmeye, kusursuz ve bir şeylere hasret çekmeden yaşamaya salt gücümüz/irademiz yetmeyecek. Bunu kabullenmekle başlamalı insan irade eğitimine. Kendisinden başlayarak çevresine rehber olmanın birinci yolu, elinden gelen tüm tedbirleri aldıktan sonra Rabbine teslimiyetini tastamam sağlayabilmekte.
Hz. Adem ile Hz. Havva’nın yasak ağaca yaklaşmamaya salt güçleri kafi geldi mi? Buna karşın güçleri yetti Rablerine sığınıp tevbe ederek kendilerini affettirmeye.
Kendi soyundan hayırlı bir nesil duasının karşılığı ancak evladını kurban edecek kadar tam bir teslimiyetle gelmedi mi Hz. İbrahim’e?
Hz. Yakup, atası Hz. İbrahim’in Allah’a adanmışlığını kuşanınca evladına kavuşmadı mı?
Hz. Nuh, helak anında bile evladından ümit kesmeyerek asırlar ötesine örnek ümitvar bir baba olmadı mı?
Hz. Yunus tam bir teslimiyetle hatasını fark edip, kendine yaptığı zulümden kurtulmadı mı?
Peki ya Sevgili Peygamberimiz üstlendiği her görevi insanlığa rehber meziyetleri ve Rabbine olan teslimiyeti ile bihakkın yerine getirmedi mi?
Öyleyse unutmamalı; hiçbir şey sadece bizim arzu etmemizle değişmez! En yüce iradenin, bizim irademizin üzerinde olduğuna teslimiyetle...