Mümin anne ve babalar evlerinde manevi bir iklim oluşturmak ve Allah’ın rızasına erişmek için el ele verirler. Onlar, “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır.” (Zümer, 39/15) ayetini okuduklarında içleri titrer. Ailelerine af ve afiyet ihsan edip, dünya ve âhirette ihlâsla kendisine bağlı olanlardan eylemesi için Rablerine niyazda bulunurlar: “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.” (Furkân, 25/74) Çünkü üzerlerindeki emanetin farkındadırlar. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas) “Hepiniz birer sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür...” (Buhârî, İstikrâz, 20) buyururken de bu hakikate işaret etmekteydi.
Yavrusu olunca kadın, anne olur ve yavrusu olunca baba olur erkek. Bebeğin doğumu ile aileye yeni bir fert katılır; heyecan uyandırır bir o kadar da sorumluluk duygusuyla dolar anne baba…Anne ve babanın elinde çocuk nadide bir emanettir. Bugüne aitmiş gibi görünse de aslında yarınlar için yetiştirilmesi, gözetilmesi gereken bir emanet... Hassas, kırılgan, ilgiye ve sevgiye ihtiyacı hiç bitmeyen bir can...
Anne babanın çocukları için göstermeleri gereken itina, daha yavrunun ilk hücreleri bile oluşmadan evvel, onun için dua etmeleriyle başlar.
Resûlullah (sas),“Bir kimse eşiyle cinsel ilişkiye girmek istediği zaman, "Bismillâh (Allah’ın adıyla), Allah’ım! Şeytanı bizden uzaklaştır ve şeytanı bize vereceğin çocuktan da uzaklaştır." der ve bu ilişkide onlara bir çocuk takdir edilirse, şeytan o çocuğa zarar veremez.” (Müslim, Nikâh, 11)
Bebek dünyaya geldiğinde kız erkek ayrımı yapmadan evladını ilâhî bir lütuf olarak görmelidirler. Bir ayette “Göklerin ve yerin egemenliği Allah’a aittir. O dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları bahşeder, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut erkek ve kız çocuklarını birlikte verir. Dilediğini de çocuksuz bırakır. Şüphesiz O her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.” (Şûrâ, 42/49-50) buyrulmaktadır. Bebeği kucağına alan aile bu nimeti bahşeden Rabbimize şükür nişanesi olarak akika kurbanı kesebilir, ona güzel bir isim verir ve böylece onun hayatının ilk günlerine bereket dolu dualarla başlamasını sağlayabilir.
En Tatlı Sünnet: Tahnîk (tatlı mı tatlı bir sünnet: tahnîk)
Peygamber Efendimiz’in (sas) çocuk gibi masum bir misafire ilk ikramının hurma olduğunu görüyoruz. Bir lokmacık yumuşatılmış hurma, dualar eşliğinde bebeğin ağzına verilirken hayata tatlı bir başlangıç yapılması sağlanmaktadır. Elbette doyumluk değil tadımlık olan bu lokmayı emen bebek, hemen ardından anne sütü ile tanışacak ve iki yıla kadar uzanan bir süreçte annesinden beslenecektir. Hurmanın bereketli bir gıda olduğunu belirten Resûlullah (sas), küçük yardımcısı Enes’in yeni doğan kardeşini de “tahnîk” denilen bu gelenekle karşılamıştır. Nitekim annesi Ümmü Süleym’in, bebeği henüz emzirmeden önce kendisine verip Peygamberimiz’e (sas) gönderdiğini anlatan Enes, sözlerine şöyle devam etmektedir: “Resûlullah’ı bulduğumda zekâtlık hayvanları damgalamakla meşguldü. Beni görünce, "Galiba Ümmü Süleym doğum yaptı." dedi ve hemen elindeki damga âletini bıraktı. Ben de bebeği onun kucağına koydum. Medine’nin acve hurmasından bir tane isteyen Allah Resûlü (sas), hurmayı eriyene kadar ağzında çiğneyip yumuşattıktan sonra bebeğin ağzına tuttu. Hurmanın tadını alan bebek yalanmaya başlamıştı. Bunun üzerine, "Ensarın hurmayı nasıl sevdiğine bir bakın!" buyuran Resûlullah, yavrunun yüzünü okşadı ve ona Abdullah ismini verdi.” (Buhârî, Edeb, 109)
Bebeğe hayır ve bereket duaları ile “hoş geldin” demek Peygamber Efendimiz ‘in (sas) âdetidir. Ashâb, yeni doğan yavrularını kucaklayıp vakit kaybetmeden onu ziyarete getirdiklerinde, Efendimiz (sas) bir yandan hurma ile çiğnem yaparken bir yandan da dua buyurur. Muhterem bir ağızdan dökülen dualarla ruhu okşanan bebek için, kendisi adına Allah’a yalvaran bir sesi dinlemek ne büyük huzurdur!
Güzel İsim Koymak
O, “Muhakkak ki siz kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. O hâlde (çocuklarınıza) güzel isimler koyun.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 61) buyururken, anne babalara bu konudaki sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Resûl-i Ekrem (sas), telaffuzu hoş olduğu kadar anlamı da güzel olan isimlerin tercih edilmesini istemiştir. Çocuklarına “Harb” yani “Savaş” adını vermekte ısrar eden Hz. Ali’ye (ra) bizzat engel olmuş, torunlarına “iyilik ve güzellik” anlamına gelen Hasan ve Hüseyin adlarını vermiştir. Peygamberimiz (sas) isim konusunda hassas davranmıştır. O (sas), şirke ait unsurlar taşıyan ya da kötü çağrışımlara sebep olan isimlerin konulmasına karşı çıkmış, hatta ileri yaştaki kişilerde bile olsa böyle isimleri değiştirmiştir. Peygamberimiz (sas), sahibini hayra yönelten adları öne çıkarmış ve Allah’a kul olmayı ifade eden Abdullah ve Abdurrahman isimlerinden Rabbimizin hoşlandığını belirtmiştir. Bu yüzden Medine’ye hicretten sonra doğan ilk çocuğa “Abdullah” ismini vermiş, zaman içinde sahâbe arasında en çok yaygınlaşan isim de Abdullah olmuştur. Aynı şekilde çocuklara peygamber isimleri verilmesini tavsiye etmiş, kendisi de en küçük oğlu dünyaya geldiğinde, “Bu gece bir oğlum doğdu, ona dedem İbrâhim’in adını verdim.” (Tirmizî, Edâhî, 16) buyurarak bu tavsiyesini pekiştirmiştir. Abdullah b. Selâm’ın oğlunu kucağına almış, başını okşamış ve ona bereket için dua ederek Hz. Yusuf’un güzel ismini vermiştir.
Peygamberlerin içinde ismi verilmesi gerekenlerin başında Kutlu Nebî’nin Muhammed ve Ahmed isimleri gelmekteydi. Nitekim o da (sas), “Benim adımı koyun fakat künyemi kullanmayın.” (Buhârî, Edeb, 106) buyurarak isminin kullanılmasına izin vermişti.
Ad koyma merasimi ezân-ı Muhammedî eşliğinde yapılır. Peygamberimiz (sas) torunu Hasan dünyaya geldiğinde kulağına tıpkı namaz vakitlerinde okunduğu gibi ezan okumuştur. Hafif bir sesle sağ kulağına ezan, sol kulağına da kâmet okunan bebek, İslâm inancının üç temel ilkesini ilk defa dinlemiş olur. Zira ezan ona, Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in (sas) O’nun elçisi olduğunu ve asıl kurtuluşun ibadet yoluyla âhirette elde edilecek mutlulukta bulunduğunu söylemektedir.
Özgürlüğe İlk Adım: Akîka Kurbanı
Adı güzel kendi güzel Peygamberimiz (sas), çocuğa adının ne zaman konulacağını merak eden anne babalara şöyle cevap vermektedir: “Her çocuk doğumunun yedinci gününde kendisi için kesilecek akîka kurbanı karşılığında rehin (gibi)dir. Aynı gün saçı tıraş edilir ve adı koyulur.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 23-24) Kendi oğluna doğduğu gece isim veren Peygamberimiz’in bu görevin yedinci günden daha fazla geciktirilmemesini arzu ettiği anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere Peygamber Efendimizin anne babadan bir diğer isteği de kendilerine evlât bahşeden Allah’a minnettarlıklarının ifadesi olarak kurban kesmeleridir.
“Akîka” olarak adlandırılan bu kurban için sağ salim doğan çocuğun canının bedelidir, denilebilir. Tıpkı bir oğlu olursa onu kurban etmeyi adayan Hz. İbrahim’e (ra), ahdini yerine getirmek zorunda kaldığında Allah tarafından gönderilen koç gibi! İsmail’in canına bedel olarak gelen bu büyük mükâfatın hatırası ile Resûl-i Ekrem, babalara akîka keserek rehin olan yavrularını özgürlüğe kavuşturmalarını tavsiye etmektedir. Aslında bu âdetin İslâmiyet öncesi Arap toplumunda da mevcut olduğunu ve Peygamberimiz’in (sas) sevgili eşi Hz. Hatice’nin (r.anhâ) dünyaya gelen oğulları ve kızları için kurban kestirdiğini bilmekteyiz. Nitekim sahâbîlerden Ebû Büreyde bu geleneği anlatırken şöyle demektedir: “Câhiliye döneminde birimizin çocuğu dünyaya geldiğinde bir koyun keser, kanını da çocuğun başına sürerdik. Allah İslâm’ı gönderdikten sonra yine kurban kesmeye devam ettik ama çocuğun başını tıraş edip güzel kokması için safran sürmeye başladık.” (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 20-21)
Risâlet’ten sonra da bu anlamlı geleneği sürdüren Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin için akîka olarak birer koç kurban etmiş ve yeni doğan çocuklar için akîka kurbanı kesmeyi tavsiye etmiştir. Ancak akîkanın kanını çocuğun alnına sürme veya başına damlatma âdeti bugün bile ısrarla sürdürülmekteyse de Peygamberimiz’in (sas) sünnetine uygun değildir.
Saçlı Doğan Bebeklerin Saçlarının Tıraş Edilmesi ve Ağırlığınca Gümüşün Sadaka Olarak Verilmesi
Resûl-i Ekrem (sas), saçlı doğan bebeklerin saçlarının tıraş edilmesini, bu sayede kirden arınıp rahatlamalarının sağlanmasını tavsiye etmektedir. Ayrıca kendi torunu doğduğunda, tıraş edilen saçlarının tartılmasını ve ağırlığınca gümüşün sadaka olarak verilmesini istemiş, Hz. Fâtıma da (r.anhâ) kız olsun erkek olsun bütün çocuklarında bu emri yerine getirmiştir . Tıraştan sonra yıkanıp güzel kokularla süslenen bebek için tertemiz ve berrak bir ömür başlamış demektir.
Erkek Çocuğun Sünnet Edilmesi
Tahnîk ve anne sütü ile dünya nimetlerini tatmaya başlayan, adı konunca bir kimliğe kavuşan, ezanı dinleyince ilk tebliğe muhatap olan, kurbanı kesilince canının şükrü eda edilen, saçları tıraş edilince temizlenen çocuğa sunulması gereken bir hizmet daha vardır: Onu sünnet etmek. Oğlan çocuğun sünnet olması, sadece dinî bir gereklilik değil, sağlık açısından da gayet önemli bir adımdır.
İslâm inancı ile şekillenen kültürümüzde, erkeğin sünnetli olması, Müslüman olmasının bir işareti olarak görülmüştür. Elbette bu kanaatin yerleşmesini sağlayan, Peygamberimiz’in yeni Müslüman olanlara, “Sünnet ol.” buyurmasıdır. Böylelikle inancının gereğini uygulamaktan çekinmeyen kişi, kendisini sıkıntıya sokacak birçok rahatsızlıktan da korunmuş olacaktır. “İnsanın fıtratı gereği yapması gereken beş şey vardır: Sünnet olmak, kasıkları tıraş etmek, tırnakları kesmek, koltuk altını temizlemek ve bıyıkları kısaltmak.” (Müslim, Tahâret, 49) buyuran Peygamber Efendimiz (sas), nesiller boyu süregelen böyle bir alışkanlığın aslında yaratılışın gereği olduğunu öğretmiştir.
Çocuk Sevgiyle Filizlenir, Şefkatle Serpilir, Merhametle Büyür
Sevgili Peygamberimiz (sas) çocuklara karşı hiç çekinmeden sevgi sunumunda bulunmuştur. O (sas), kimi zaman çocukları sımsıkı kucaklamış ve öpmüş kimi zaman da mis kokulu elleriyle okşamıştır. Çocuğun en az disiplin ve ciddiyet kadar şaka ve oyuna da ihtiyacı olduğunu bildiğinden, ağzına su alıp çocuklara püskürtmekten ya da torunlarını sırtında gezdirmekten geri durmamıştır. Çocuğuna şefkat gösterenleri hayırla anarken, sevgisini çocuktan esirgeyenleri esefle kınamış ve “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15) buyurmuştur.
Muhabbet ve merhametin bir tezahürü olarak büyüklerinden hayır dua almak, çocuğun bir diğer hakkıdır. “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (İbrâhîm, 14/35) diye yakaran Hz. İbrâhim misali anne babalar yavrularının bugününü ve geleceğini dualarla desteklemelidir. Nitekim Peygamberimiz’in (sas), kucağına oturttuğu yavrulara mallarının ve nesillerinin bereketlenmesi, bağışlanmaları ve merhamete erişmeleri için ettiği sayısız dua vardır. Dolayısıyla çocuğun sadece maddî ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmeyerek, manevi yönden de desteklenmesi Peygamberimiz’in (sas) sünnetidir.
Peygamberimiz (sas) bizlere hadis-i şerifte evlat yetiştirirken her döneminde rehber olacak şu üç şeyi tavsiye etmiştir : Bebeklikte merhamet, çocuklukta sevgi, delikanlılıkta anlayış ile büyütülmesi.