Büşra Nur GÜLER
İstanbul Üsküdar Kur’an Kursu Öğreticisi
Yeryüzünün ilk mabedi Mescid-i Haram’a mesafesi sebebiyle uzak olarak adlandırılan Mescid-i Aksa, içinde insanların Allah’a ibadet etmeleri amacıyla yapılan yeryüzünün ikinci mabedidir. (Müslim, Mesacid, 1, 2.) Mescid-i Aksa’nın çevresi Allah tarafından mübarek kılınmıştır. (İsra, 17/1.) Zira onda dinin ve dünyanın bereketi birleşir: Üzüm asmaları, hurma, incir ve zeytin ağaçlarıyla, onları sulayan ırmaklarla bezeli mukaddes toprakları (Maide, 5/21.) nice peygamberlerin nübüvvet ve ibadet mahalli olmuş, yeri ve göğü vahyin nüzulüne şahitlik etmiştir. Mescid-i Aksa, İslam’ın tarihî hakikatinin bir şiarı olarak yeryüzünde yükselmiştir; yüklendiği bu misyonla Müslümanların ilk kıblesidir, mukaddes toprakların kalbi olarak uzakları kendine yakın eylemiştir.
Hz. Peygamber’in Mescid-i Haram’dan başlayan isrâsı, Mescid-i Aksa’da nihayet bulmuş, Mescid-i Aksa’dan sidretü’l-müntehâ’ya miracı ile de ilahi tecellilere mazhar olmuştur. Aksâ’dan ednâya (Necm, 53/9.), en uzaktan en yakına yönelen bu mazhariyeti haber veren ayet (İsra, 17/1.), Beytülharam’ı Mescidü’l-Haram’a, Beytülmakdis’i Mescidü’l-Aksa’ya dönüştürmüştür. Mescid artık Allah’ın dininde yegâne mabettir, nebevi geleneğin mirası olan Mescid-i Aksa artık enbiyanın gerçek mirasçısı ümmet-i Muhammed’e emanettir. Belki de bu emanete bir vurgu olarak Mescid-i Aksa, Hz. Peygamber’in Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi ile birlikte saydığı, özellikle ibadet ve ziyaret edilmeye değer üç mescidin ikincisidir. Öyle ki bu mescitlerde yapılan ibadetler diğer mescitlerdekine nazaran daha faziletlidir. (Buhari, Fazlü’s-Salat fî mescidi Mekke ve’l-Medine, 1.) Hz. Peygamber, bu fazilette Hz. Süleyman’ın duasını da aramıştır: Nitekim Hz. Süleyman’ın Beytülmakdis’i bina ederken Allah’tan ilahi hükme uygun hüküm verme gücü, kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanatın yanında namaz kılmak için bu mabede gelecek olanların bağışlanması niyazında bulunduğunu aktardıktan sonra “İlk ikisi ona verilmiştir, üçüncüsünün bana verilmesini ümit ederim.” buyurmuştur (İbn Mace, İkâmetü’s-Salât, 196.) Ashabın, bu duaya mazhar olma ümidine karşılık “Eğer oraya gidemezseniz kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderin.” (Ebu Davud, Salât, 14.) tavsiyesi tarih boyunca Müslümanların vicdanında şehrin önemini, müstesna yerini ve kıymetini belirlemiş, Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın hizmetkârı olarak himaye ve muhafaza yolunda her türlü faaliyetin motivasyonunu oluşturmuştur.
İnşası Hz. Âdem’e, Hz. İbrahim’e, Hz. Yakup’a ya da Davud ve Süleyman’a dayandırılan Beytülmakdis’in hizmetkârı olmak esasen yalnızca Müslümanların motivasyonu değildir. Hz. Süleyman döneminde, Lübnan dağlarından getirilen taş ve kerestelerle inşa ya da tecdit edilerek bu mukaddes topraklarda yükselen Beytülmakdis (Süleyman Mabedi), MÖ 587 yılında Babil kralı Buhtunnasr tarafından yağmalanıp yıkılmış, bilâhare yeniden yapılan mabet MÖ 37’de Romalıların Yahudiye kralı I. Herod döneminde genişletilerek yeniden inşa edilmiştir. MS 70’te Romalı Titus tarafından yeniden tahrip edilmiş, Hadrianus döneminde ise Jüpiter Tapınağı (Aelia Capitolina) adıyla bir pagan mabedi hâline gelmiştir. Roma’nın Hristiyanlığı kabulünden sonra kiliseye çevrilen fakat Yahudi-Hristiyan nizası sonucu bakımsızlığa terk edilen Beytülmakdis, Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethini takip eden günlerde temizlenmiş, İslam idare ve himayesi altında Mescid-i Aksa inşa ve imar edilmiştir.
Fetihle birlikte şehir mimarisinin merkezî birimi olarak Mescid-i Aksa, Dârüsselâm (barış ve esenlik yurdu) adıyla da anılan Kudüs’e de şahitlik etmiş, Kudüs, Kudüs-i Şerif olarak anılır olmuş, şehir âdeta İslam ile bütünleşmiştir. Şehrin tarihini yazan yine mabettir: Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin mahalli olarak Mekke ve Medine’yi ifade eden Haremeyn’e telmihle, Mescid-i Aksa’nın mahalli olarak Kudüs de Haremeyn’in üçüncüsü olarak anılmıştır. Mescid-i Aksa bir binadan ziyade içinde bulunduğu bu harem bölgesinin adıdır. Hz. Ömer döneminde Kudüs’ün fethini takiben başlayan mescidi ihya, inşa ve imar faaliyetleriyle, sonraki dönemlerde himayesi altında olduğu Emeviler, Abbasiler, Memlukler, Fatımiler, Selçuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar gibi İslam devletlerinin bakiyesi iki yüzü aşkın tarihî esere sahip olan Mescid-i Aksa muazzam bir külliye niteliğini taşır. Surlarla çevrili, hâlihazırda on tanesi açık, beşi kapalı on beş kapıdan girilebilen, yaklaşık 144 dönümlük bir alanı oluşturan bu bölgenin fazileti, yerin üstü ve yerin altı bütün mekânlara şamildir: Mescitler, kubbeler, minareler, minberler, medreseler, revaklar, kapılar, kemerler, namazgâhlar, su kaynakları, sebiller ve Burak duvarı, cümlesi bu faziletin içerisindedir.
Mescid-i Aksa’nın aksamını oluşturan mescitlerden Haçlıların Süleyman’ın Ahırı adını verdiği Mervan Mescidi, Hz. Peygamber’in miraçta bineğini bağladığına inanılan Burak Mescidi, günümüzde kütüphane olarak kullanılan Kadim Aksa Mescidi bu mukaddes yerin altında iken taş işçiliğiyle öne çıkan, kurşun kubbeli Kıble Mescidi, güneydoğusundaki Ömer Mescidi, Kırk Şehit Mescidi, Zekeriya Mihrabı, sırasıyla mescit, İslam müzesi, fakülte ve arşiv olarak kullanılan Kadınlar Mescidi, II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hz. İsa’nın Beşiği Mescidi, bugün İslam Müzesi’nin bir bölümünü teşkil eden Meğâribe Mescidi ise yerin üstündedir. İslam mimarisinin bilinen ilk kubbeli eserlerinden sayılan, Emeviler döneminde inşa edilen, mukaddes hacerü’l-muallakın muhafızı Kubbetü’s-Sahra bakır plakalarla kaplı kubbesiyle bugün Mescid-i Aksa’nın simgelerinden sadece biridir.
Mescid-i Aksa’nın, tevhidin simgesi olan kubbelerini Kanuni Sultan Süleyman’ın hatırası çinileriyle on bir sütun üzerinde yükselen Silsile Kubbesi, Hz. Peygamber’in miracının hatırası olarak Eyyubilerce inşa edilen otuz sütunlu Mirâc Kubbesi, bu mübarek gecede peygamberlere kıldırdığı namazı simgeleyen sekiz sütunlu Peygamber Mihrâbı ve Kubbesi, yirmi dört sütunlu Süleyman Kubbesi, ön cephesi iki sütuna oturan Yusuf Kubbesi, dört sütunlu Sultan II. Mahmud Kubbesi, sekiz sütunlu Ruhlar Kubbesi, Şeyh el-Halîlî Kubbesi, Musa Kubbesi ve Hızır Kubbesi teşkil eder. Mabedin İslamlığının sembolü olan, bu mukaddes yerin altından göğe doğru bir dua gibi uzanan minareleri farklı üsluplarıyla öne çıkar: Mescidin dört köşeli kaide üzerindeki sekiz köşeli şerefesiyle en yüksek minaresi olan Ğavanime Kapısı Minaresi Eyyubilerin, tek silindir minare olarak yükselen Esbât Kapısı Minaresi Osmanlıların, Meğâribe Kapısı Minaresi ile Silsile Kapısı Minaresi ise Memluklerin izlerini taşır. Bütün bu yapılar mimarisi yanında kullanılan malzemeleri, cam, mozaik, vitray, çini, kalem işi ve taş süslemeleri gibi tezyin unsurlarıyla dönemlerinin sanatını en iyi şekilde yansıtmıştır. Mescid-i Aksa’nın görünen yüzü cesametten ziyade zarafettir, taşıdığı ilahi ayetlerin bereketidir.
İslam tarihi boyunca Mescid-i Aksa dinî-manevi bir merkez olma hüviyetiyle ulema için de bir cazibe oluşturmuş, harem bölgesi bir eğitim merkezi olarak da bereketini göstermiştir: Kıble Mescidi’ne bitişik Hatuniyye Medresesi, sonraları zaviyeye dönüştürülen Fahriyye Medresesi, hangâh olarak da hizmet veren, İngiliz yönetimine kadar kızların eğitimine tahsis edilen Devâdâr Medresesi, hadis ilminde bir ihtisas merkezi olarak görülüp sonraları mahkemeye çevrilen Tenkiziyye Medresesi, ihtişamlı yapısıyla Eşrefiye Medresesi, daha nice medrese ile Nahivciler Kubbesi, Kudüs’ün entelektüel ve kültürel hayatında, şehir kimliğinin inşasında mühim rol oynamıştır. Mescidin çevresinin bereket kaynağı olduğuna yönelik ilahi işaret sufilerin şehre ilgisine sebep olmuş, şehirdeki tekke, zaviye, hangâh ve halvethaneler bu ilginin tezahürünü oluşturmuştur. İmam Gazali belki bu bereketin bir yansıması olarak İhyâ’nın er-Risâletü’l-kudsiyye adlı bölümünü Kudüslüler için Mescid’in Rahmet Kapısı’nda yer alan zaviyesinde kaleme almıştır.
Tarihi boyunca defalarca yıkılan, defalarca yeniden inşa edilen, Memlukler ve Osmanlılarca yapılan onarımlarla ayakta tutulan Mescid-i Aksa, bugün dahi saldırı ve tahribata uğramaktadır. Kıymeti tezyininde değil mahza nebevi gelenekle özdeşleşmiş kimliğinde saklıdır: Mescit, Hz. İbrahim’in ve Lut’un hicretinin, Hz. İshak’ın müjdelenmesinin, Hz. Yakub’un hasretinin, Hz. Davud’un faziletinin, Hz. Süleyman’ın mülk ve devletinin, Âl-i İmran’ın mihnetinin şahididir. Miraç mahalli olarak Hz. Peygamber’in nübüvvetinin evrenselliğine işarettir. Bu mukaddes topraklar Hz. Peygamber’in müjdesine mazhar olan sahabeden Şeddâd b. Evs’i ve Ubade b. Sâmit’i, ömrünü İslam’a hizmete adayan sayısız Müslümanı bağrında taşımaktadır. Hz. Ömer’in fetih hatırası olarak sabah namazının ilk rekâtında okunan Sad suresi ile ikinci rekâtında okunan İsra suresi Müslümanların Mescid-i Aksa karşısında duruş ve vazifelerini hatırlatır: Minarelerinden yükselen her ezan Dârüsselâm’da huzur ve barışı yeniden inşaya çağrıdır, Aksa, her Müslümanın kalbinde uzakların en yakınıdır, daima öyle kalacaktır.