Başmakale

Yunus Emre

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Diyanet Aylık Dergi'nin Şubat 2021 sayısında kalame aldığı "Yunus Emre" başlıklı makalesinde, "Yunus Emre’nin hayat felsefesi ve gayesi, tevhidin nuruyla aydınlanmış, kendisiyle barışık bir insan ve erdemli bir toplum inşa etmektir." dedi.

Abone Ol

Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Şubat 2021

Bir inanç, düşünce ve ahlak sistemi üzerine bir medeniyet inşa etmenin en etkili araçlarından birisi de sözün gücüdür. Bu bağlamda İslam medeniyeti, bilgi, hikmet ve sanatla yoğrulmuş bir söz medeniyetidir. Bu medeniyetin çıkış noktası, sözlerin en güzeli olarak her dem güzelliğini ve yeniliğini koruyan Kur’an-ı Kerim’dir. Allah’ın insanlığa son sözü olan Kur’an-ı Kerim, “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!” emri ile sözün kaynağına; “Sözün en güzelini söyleyin!” ikazı ile de söz ahlakına ve estetiğine dikkat çekmiştir. Bu sebeple, ilhamını Kur’an’dan alan âlimlerimiz, ariflerimiz ve ediplerimiz, kökü yerde dalları göğe uzanmış ve daima meyve veren bereketli bir ağaç misali bu ilahi sözün ışığında insan ve gelecek inşa etmeyi gaye edinmişlerdir. Nitekim gücünü ezelî kelamdan alan münevverlerimizin ilim, hikmet ve sanatla bezeli sözleriyle ortaya koydukları eserler, kültür ve medeniyet tarihimizin aynası olmuştur.

Bu anlamda İslam medeniyetinin büyük coğrafyalarından olan Anadolu, nice âlimlere, ariflere, ediplere ve erenlere ev sahipliği yapmış ve böylelikle bütün insanlığı kucaklayan bir irfan mektebine dönüşmüştür. Mevlana Celaleddin-i Rumi’den Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Ahi Evran’dan Pir Sultan Abdal’a, Hacı Bayram-ı Veli’den Yunus Emre’ye kadar nice gönül erleri, ilahi aşk ve muhabbetle dolu sözleriyle bu medeniyetin Anadolu’daki inkişafına büyük katkılar sunmuşlardır. Yetiştirdikleri insanlar ve ortaya koydukları eserlerle bu mümtaz şahsiyetler, İslam’ın ilim, hikmet ve ahlak değerlerini nesilden nesile aktarma ve kalıcı kılma hususunda önemli bir görev icra etmiştir.

İşte bu değerlerimizden biri olan Yunus Emre, sözüyle, duruşuyla ve düşüncesiyle kültür ve medeniyet tarihimizde silinmez izler bırakan önemli bir gönül insanıdır. Yunus Emre, kıtlık, kuraklık ve istilaların hayatı kuşattığı zor bir dönemde Anadolu’da dünyaya gelmiş, mabet ve tekke ortamında yetişmiş, Allah âşığı bir sufi ve şairdir. O, Müslümanları saran tüm olumsuzluklara rağmen İslam’ın hayat veren ilkelerini ilahi aşk ve sevgi diliyle umutsuz yüreklere ab-ı hayat kılmıştır. Bir nakkaş zarafeti ve bir sarraf titizliğiyle işlediği sözünü, inanca, sevgiye ve merhamete davetin en etkili aracına dönüştürmüştür. Yüreğinden taşan samimi duyguları ve arı duru üslubu, onu tasavvuf edebiyatında seçkin bir konuma ulaştırmıştır. 

Esasen Yunus’un şiirleri, onun Allah’a olan sarsılmaz imanının ve aşkının bir tezahürüdür. Sözünün gücü ve etkisi de buradan gelmektedir. Nitekim onun Yarada’na duyduğu aşk ve yaratılana beslediği muhabbet, asırlardır bir destan gibi dillerden dillere dolaşmaktadır. Bu kadim coğrafya, onu öyle bir muhabbetle bağrına basmıştır ki bunun en bariz alametlerinden biri olarak bugün Anadolu’nun birçok şehrinde, onu sahiplenme iştiyakıyla adına türbeler yapılmıştır.

Yunus Emre’nin hayat felsefesi ve gayesi, tevhidin nuruyla aydınlanmış, kendisiyle barışık bir insan ve erdemli bir toplum inşa etmektir. Bu sebeple o, sözünü, Hz. Peygamber’in örnekliğinde kâmil insan ve güzel ahlak idealine ulaşmanın vasıtası yapmıştır. Bu meyanda istikamet üzere yaşamanın, yaratıcıyla ve fıtratla barışık olmaktan geçtiğini belirtmiş ve ancak böyle bir insanın huzura ereceğini ve çevresine huzur vereceğini ifade etmiştir. Çoraklaşmış bir kalbin ve amaçsız bir ömrün, ancak Allah aşkı ve mahlûkat sevgisiyle yeniden hayat bulacağına ve anlam kazanacağına vurgu yapmıştır. Bunun için de “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” diyerek zerreden küreye tüm âleme ibret, şefkat ve merhamet nazarıyla bakılması gerektiğine dikkat çekmiştir. 

Yunus Emre, “Ben gelmedim dava için/ Benim işim sevgi için/ Dostun evi gönüllerdir/ Gönüller yapmaya geldim.” dizeleriyle Allah’ın evi olan gönüllere sevgiyle yaklaşmak gerektiğini dile getirmiştir. Bu sebeple “Adımız miskindir bizim/ Düşmanımız kindir bizim/ Biz kimseye kin tutmayız/ Kamu âlem birdir bize.” diyerek gerçek düşmanın, insanı esir alan kin duygusu olduğuna gönderme yapmıştır. Onun bu yaklaşımı, yaşadığı coğrafyaya asırlarca etki edecek Yunusça bir sevgi dili oluşturmuş ve bu dil, onu, Anadolu’da sevginin, hoşgörünün, muhabbetin ve birliğin sembolü hâline getirmiştir.

İslam’ın hakikatlerini derinden kavramış bir gönül eri olarak ilhamını Kur’an’dan ve “Gaye İnsan” diye tarif ettiği Peygamberimizden alan Yunus Emre, bütün insanlığı vahdete, kardeşliğe, şefkate ve merhamete çağırmaktadır. “Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir.” ve “Yaratılanı Yaradan’dan ötürü hoş gör.” sözleriyle sevginin ve merhametin kaynağı olan Rahman’ın hürmetine bütün mahlûkata karşı merhamet ve muhabbet beslemeyi öğütlemektedir. Kuşkusuz bu da kişinin kendini ve Rabbini bilmesiyle mümkündür. Bunun içindir ki o, “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendin bilmezsin/ Ya nice okumaktır.” diyerek kendini bilmenin bir aracı olarak gördüğü bilginin hakikatini kavramanın ve onu yaşanan bir ahlaka dönüşmenin önemini anlatmaktadır.

“Yunus çağırırlar adım/ Gün geçtikçe artar oldum/ İki cihanda maksudum/ Bana seni gerek seni.” dizeleriyle yegâne arzusunun Allah olduğunu söyleyen Yunus Emre, halk içinde Hak ile olmayı, kâmil insanın önemli bir vasfı olarak takdim etmektedir. Bu yüzden o, hakikate ve kemale ulaşmak isteyen kişiye sözüyle ve sanatıyla rehberlik yapmaktadır. Onu, enfüsi ve afaki tehlikelere karşı uyarmakta ve bu yolda uyulması gereken kuralları, Kur’an ve sünnetten neşet eden şiirleriyle dile getirmektedir. Bu meyanda insanın nihai mutluluğunun cehalette değil ilimde, kibirde değil tevazuda, öfkede değil sabırda, cimrilikte değil cömertlikte, nefrette değil sevgide olduğunu belirtmektedir. Bilhassa, “Aşk gelince cümle eksikler biter.” diye ifade ettiği dizesinde Allah aşkının her türlü eksiklikleri, zafiyetleri, yanlışları, ihtirasları yok edeceğini söylemektedir.

Bugün Yunus Emre, yedi asrı aşkın zamandır sözleri ve savunduğu düşünceleriyle bütün dünyada adından söz ettirmeyi başarmış mühim bir şahsiyettir. Hiç şüphesiz onu bu kadar değerli ve sözünü bu denli tesirli kılan şey, kaynağının Kitabullah olmasıdır. Nitekim o, bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Yunus’un sözü şiirden, ama aslıdır kitaptan.” Yunus’un adını çağlar ötesine taşıyan diğer bir unsur ise çağının bireysel ve sosyal sorunlarına karşı mücadele eden ve her türlü olumsuzluğa rağmen insanlara umut aşılayan aksiyoner kişiliğidir. Onun şahsında ve dizelerinde tebarüz eden anlayış ise esasen İslam’ın evrensel ilkeleri ve hayata istikamet veren ahlaki değerleridir.

Bu itibarla, bireysel ve toplumsal bunalımların çepeçevre kuşattığı günümüz insanı, bu durumdan kurtulmak ve kaybettiği güven ve değerleri yeniden kazanmak için Yunus’un umut aşılayan sesine ve sözüne kulak vermelidir. Zira bugün yeryüzü, Yunus’un şahsında ve dizelerinde yankısını bulan İslam’ın muhabbet ve merhamet iklimine her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Hak sözün gücüne inanan bir medeniyetin mensuplarına düşen görev ise modern çağı bu kutlu çağrıyla buluşturmaktır. İşte o zaman insan daha huzurlu ve dünya daha yaşanılabilir bir yer olacaktır.