Meryem DALĞIÇ
DİB Başkanlık Vaizi
Hz. Süleyman’ın soyundan olan Zekeriyya (a.s.), İsrailoğullarına gönderilen peygamberler silsilesinin son halkalarındandı. Risalet bölgesi, Kudüs ve çevresiydi. Kendisine risalet görevi verilmeden önce de Beytü’l-Makdis’in hizmetinde görev alan din adamlarından biriydi. Hz. Zekeriyya’ya müstakil bir kitap verilmemişti. O, Hz. Musa’nın şeriatıyla amel eder, Tevrat nüshalarını yazarak çoğaltırdı. (Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, s. 291.) Zekeriyya (a.s.) da tüm Allah’ın elçileri gibi kendi el emeğiyle geçinirdi, mesleği marangozluktu. (Müslim, Fedâil, s. 169.) Kur’an-ı Kerim’de, Cenab-ı Hakk’ın övdüğü salih kimselerden (Maide, 5/85.) ve duası makbul olan peygamberlerdendi. (Âl-i İmran, 3/38-39.)
Zekeriyya (a.s.), Hz. Meryem’in himayesini üstlenmişti
Hz. Zekeriyya’nın eşi Îşâ ve onun kız kardeşi olan Hanne (Ömer Faruk Harman, Meryem, TDV İslam Ansiklopedisi, 2004, c. 29, s. 236-242.), uzun yıllar çocuk sahibi olamamıştı. Gün geçtikçe Hanne’nin içindeki evlat özlemi daha da artmış, kendisine bir çocuk bahşetmesi için gece gündüz Rabbine yalvarmıştı. Nihayetinde Yüce Allah, onun niyazına icabet etmiş ve ona hamilelik nasip olmuştu. Hanne büyük bir sevinç ve şükürle henüz doğmamış ciğerparesinin cinsiyetini bilmeksizin yavrusunu, Allah’a (c.c.) ve onun yolunda hizmet etmeye adamıştı. O dönemde yalnızca erkek çocukları Beytü’l Makdis’de eğitim görür ve mabedin hizmetine adanırdı. (Kur’an Yolu Tefsiri, I. s. 546-548; Âl-i İmran, 3/ 35.) Oysa doğum vakti geldiğinde, Hanne’ye erkek değil bir kız çocuğu bahşedilmişti. Ancak o, bu duruma şaşırsa da Allah’a (c.c.) verdiği sözden asla vazgeçmemiş ve şöyle dua etmişti: “…Rabbim, onu kız doğurdum. -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilir.- Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.” (Âl-i İmran, 3/36.)
Hanne’nin eşi İmran, çocuğunun doğumunu göremeden vefat etmişti. Yıllardır hasretle beklediği biricik yavrusunu “kayıtsız şartsız” Rabbine adayan Hanne, küçük Meryem’ini aldı. Tevekkül, teslimiyet ve kararlıkla mabedin yolunu tuttu. Aralarında eniştesi Zekeriyya’nın (a.s.) da bulunduğu din adamlarına adağından bahsetti. Meryem’i almalarını ve onu Allah’ın evinde bir hizmetçi gibi yetiştirmelerini istedi. Herkes şaşkındı, zira Beytü’l Makdis’e ilk defa böyle bir teklif gelmişti. O zamana kadar mabede hiçbir kız çocuğu getirilmemişti. Aralarında istişare ettiler ve Meryem’in mabede alınmasına onay verdiler. Peki, küçük bir kız çocuğunun bakımını kim üstlenecekti? Bu alıştıkları bir durum değildi. O, önderleri İmran’ın kızı olmakla son derece değerli bir emanetti. Dolayısıyla bu görev onlar için büyük bir şerefti. Bu sebeple Yahudi din adamları onun bakımını üstlenmek istedi. Fakat Zekeriyya (a.s.) da teyzesinin eşi olması hasebiyle Meryem’i himaye etmeye talipti. Bu talep kabul görmedi, münakaşa çıktı. Nihayetinde aralarında kura çekmeye karar verdiler. (İbnü’l-Esîr, Kâmil, I, s. 228.) Kura şöyle yapılacaktı; âlimler, Tevrat’ı yazmak için kullandıkları kalemleri nehre bırakacaklardı. Kimin kalemi su üstünde kalırsa o kişi, Meryem’i himayesine alacaktı. Herkes kalemlerini sırayla suya attı ancak hepsi de battı. Sadece Hz. Zekeriyya’nın (a.s.) kalemi, nehrin üzerinde kaldı. Nadide bir çiçek olan Meryem’in himayesi, teyzesinin eşi olan Zekeriyya’ya (a.s.) bırakıldı. Böylece Hanne’nin adağı ve duası kabul olmuştu. (Âl-i İmran, 3/37.) İleride Hz. İsa’yı mucizevi bir şekilde dünyaya getirecek olan küçük Meryem’in eğitimi ve yetiştirilmesi, yine bir peygamberin rehberliğinde gerçekleşecekti. (Âl-i İmran, 3/44. DİA, Meryem, XXIX, s. 242.)
Hz. Zekeriyya’nın duası
Meryem’e mabette özel bir oda tahsis edildi. Onun ihtiyaçlarını Zekeriyya (a.s.) temin ederdi, bir başkası Meryem’in odasına giremezdi. Hz. Zekeriyya, onun odasına her girmesinde orada kendisinin getirmediği türlü türlü yiyecekler görmekteydi. Üstelik bu yiyecekler her yerde bulunan türden de değildi. Mevsiminde olmayan ve o çevrede bulunmayan meyvelerdi. Hz. Zekeriyya şahit olduğu bu hadise karşısında hayretler içerisinde; “…Ey Meryem! Bu sana nereden?” diye sorardı, o da “Allah tarafından” cevabını verirdi. (Âl-i İmran, 3/37; Kur’an Yolu Tefsiri, I, s. 549-551.)
Zekeriyya (a.s.) bu cevap karşısında heyecanlandı. Hz. Meryem’e ihsan edilen rızkı veren Allah’ın kudretine sığındı. Elbette bu nimetleri veren Yüce Yaradan, başka nimetleri vermeye de kadirdi. Bu hadiseye şahitliği, gönlündeki evlat hasretini yeniden yeşertti. Hemen orada Cenab-ı Hakk’a yönelerek şöyle niyaz etti: “Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle! Kuşkusuz sen duayı işitmektesin.” (Âl-i İmran, 3/37.)
Hz. Zekeriyya ve eşinin yaşlarının ilerlemiş olması, onun umudunu zayıflatsa da Allah’ın her şeye kadir olduğuna dair imanı duasına yön vermişti. (Taberi, Camiu’l-beyan, VI, s. 359-360.) Bu inançla sessizce duasında ısrar ederek şöyle yalvardı: “Rabbim! Benim kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rabbim! Ben sana ettiğim dualarda hiç eli boş dönmedim. Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum; karım da kısırdır. Tarafından bana yerimi alacak bir halef ver; o, Yakup hanedanına da vâris olsun; Rabbim, onu rızana erdir!” (Meryem, 19/3-6.)
Zekeriyya (a.s.) kendisine vâris olacak salih bir oğul istemişti. Zira İsrailoğulları o kadar bozulmuşlardı ki kendisi öldükten sonra Allah’ın dinini tahrif etmelerinden korkmuştu. (Hayat Rehberi Kur’an, II, s. 506.) O taşıdığı bu endişe ve hasret kaldığı evlat özlemiyle tüm hâlini samimiyetle Rabbine arz etmişti. Şüphesiz Yüce Yaradan kısık sesle de olsa yapılan duaları işitir, mutlaka kullarının duasına icabet ederdi. (Mümin, 40/60.)
Dua, kulun Allah’a ilticasıdır
Dua, Cenab-ı Hakk’ın eşsiz kudreti karşısında kulun acziyetinin itirafıdır. O’na olan bağlılığın, teslimiyetin ve samimiyetin şiarıdır. Allah katında en kıymetli şey de duadır. (Tirmizi, Deavat, 1.) Kul dua ettikçe olgunlaşır, samimi yakarışlarıyla Rabbine yakınlaşır. Dualarıyla hayatı anlam kazanır.
Dua yanmaktır, her daim niyazda ısrarcı olmaktır. Mümin, dualarının kabul olmadığı hissine asla kapılmamalıdır. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), “Sizden biriniz, ‘Dua ettim de duam karşılık görmedi.’ deyip acele etmediği müddetçe duası karşılık bulur.” (Ebu Davud, Vitr, 23.) buyurmaktadır.
Dua; sessizce, samimiyetle, aşk ile yapılmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ kullarından, kendisine içten dua etmelerini istemiştir: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.” (Araf, 7/55.) Zekeriyya (a.s.) da duasını kısık sesle içten bir yakarışla yapmış, Rabbi de onun duasına icabet etmişti.
Zekeriyya’yı (a.s.) şaşırtan müjde
Cenab-ı Hak, Hz. Zekeriyya’nın sessizce, içten yakarışla yaptığı duasını geri çevirmedi. Daha önce hiç kimseye verilmemiş olan Yahya isminde bir oğul ile onu müjdeledi. (Meryem, 19/7.) Bu müjdenin veriliş hâli Kur’an-ı Kerim’de şöyle zikredilmiştir: “O mabette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: ‘Allah’ın bir kelimesini (Hz. İsa’yı) tasdik edici, efendi, iffetli ve salih kullardan bir peygamber olarak Yahya’yı Allah sana müjdeliyor.’” (Âl-i İmran, 3/39.) Zekeriyya (a.s.) bu müjdeye hem çok sevindi hem de oldukça şaşırdı. Zira bizzat Allah tarafından ismi konulan bir oğlu olacaktı. Bu ne büyük lütuftu! Bir kul ve baba için en büyük sürurdu. Sevincine hayreti eklendi ve şöyle dedi: “Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çattığı, üstelik karım da kısır olduğu hâlde benim nasıl oğlum olabilir?” (Âl-i İmran, 3/ 40; Meryem, 19/8.) Vahiy meleği dedi ki: “Evet, öyle. Ancak Rabbin diyor ki: ‘Bu bana göre kolaydır. Nitekim daha önce, hiçbir şey değil iken seni de yarattım.’” (Meryem, 19/9.)
Şüphesiz ki kâinatı yoktan var eden, Âdem’i topraktan yaratan o yüce kudret için ihtiyar ana babadan bir çocuk dünyaya getirmek zor bir şey değildi. Zira o, bir şeyi yaratmak istediği zaman “ol” der, hemen oluverirdi. (Kur’an Yolu Tefsiri, III, s. 590.)
Zekeriyya (a.s.) kalbinin tatmin olması için Allah’tan kendisine bir alamet göstermesini istedi: “Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver.” dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece konuşamamandır.” (Meryem, 19/10.) dedi. Ancak işaretle konuşabileceği söylendi ve bu süre zarfında Rabbini çok anması, sabah akşam O’nu tesbih etmesi emredildi. (Âl-i İmran, 3/41.)
Zekeriyya (a.s.) ve ailesi seçkin ve hayırlı kimselerdi
Zikirle, şükürle geçen günlerin ardından doğumu ve peygamberliği müjdelenen salih evlat Yahya (a.s.) dünyaya geldi. Hz. Zekeriyya ve ailesi kendilerini Allah’a kulluğa adamış seçkin kimselerdi. Kur’an ı Kerim’de onların bu hâli şöyle ifade edildi: “Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler.” (Enbiya, 21/90.) Bir ömür Allah’ın (c.c.) rızasına, rahmetine talip oldular, azabından korktular. Dünya hayatındaki imtihanlarında sabrı ve duayı kuşandılar. Hiçbir zaman ümidin kesilmemesi ve içten bir yakarışla Allah’a sığınılması hususunda gelecekteki ümmetlere güzel bir örnek oldular.
İsrailoğulları kendilerine gönderilen birçok peygamberi inkâr ettiği gibi Zekeriya’yı (a.s.) da yalanladılar, ona iftira attılar. Kavminden kaçan ve yarılmış bir ağacın kovuğunda saklanan Allah’ın elçisini, azgın kavmi ağacı keserek şehit etti. (DİA, Zekeriyya, XLIV, s. 249.)
Zekeriyya (a.s.) sessizce, içten, ısrarlı yakarışları ve şu duasıyla bizler için ne güzel bir örnektir: “…Rabbim! Ben sana ettiğim dualarda hiç eli boş dönmedim.” (Meryem, 19/4.)