Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Ocak 2023
Varlığın ve varoluşun anlamı üzerine düşünen insanın, teslim olmaya mecbur kaldığı en açık hakikat, evreni var eden yüce bir yaratıcının olması gerektiğidir. Nitekim tarih boyunca her toplumda ve kültürde, fizik âleminin ötesinde aşkın bir varlık ya da varlıklara dair inançlar olagelmiştir. Vahyin rehberliğinde gelişen İslam inancı ve düşüncesinde, canlı cansız tüm varlıkları ve her zerresiyle bütün evreni yok iken var eden üstün güç ve kudret sahibi varlık, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. O, seçtiği peygamberlere gönderdiği vahiyle varoluşun hikmetini beyan etmekte ve zatını da insanlığa tanıtmaktadır. Dolayısıyla O’nu tanımak için sahip olduğu sıfatları ve isimleri de bilmek gerekir.
Yüce Allah, kemal sıfatları ile muttasıf eşsiz bir varlıktır. O, Alîm ismiyle her şeyi eksiksiz bilen, Basîr ismiyle kusursuz gören, Semi’ ismiyle hakkıyla işiten, Kadir ismiyle her şeye muktedir olan, Rezzak ismiyle rızık veren, Rahman ismiyle sınırsız rahmet sahibi olandır. Yüceliğini ifade etmede kelimelerin kifayetsiz kaldığı Müteal bir yaratıcıdır. Allah, insanlığa gönderdiği son vahyinde “ …O’na benzer hiçbir şey yoktur…”(Şura, 42/11.) ayetiyle zatının beşerî her türlü tasavvur ve tahayyülden uzak olduğunu bildirir. Diğer bir ayette ise “İnsanlar içinde öyleleri vardır ki bilgisi, kılavuzu ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde, büyüklük taslayarak başkalarını Allah yolundan saptırmak için Allah hakkında tartışır durur. Onun dünyadaki payı rezil rüsva olmaktır; kıyamet gününde ise ona yakıcı ateşin azabını tattıracağız.” (Hac, 22/8.) buyurarak zatını tanımanın ancak vahyin bilgisi ve peygamberlerin kılavuzluğu ile mümkün olduğunu ve cahilce tartışmaların kişiyi hakikat yolundan uzaklaştıracağını beyan eder.
Yüce Rabbimiz, yanlış inançları ve tutarsız ilah tasavvurlarıyla şirke düşmüş bir cahiliye toplumuna gönderdiği son elçisi ve vahyi ile tüm insanlığa doğru bir Allah inancını, yani tevhidi yeniden hatırlatmıştır.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizi anlatan ayetlerden biri şöyledir: “ Allah, O’ndan başka ilah yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.” (Bakara, 2/255.) Aynı şekilde pek çok ayet-i kerimede Yüce Allah’ın zatına, sıfatlarına ve fiillerine dair bilgilendirmeler yapılmış, batıl ve mesnetsiz anlayışlara karşı hakikatler açıkça beyan edilmiştir. Kur’an-ı Kerim ve onu yaşanan bir hayata dönüştüren Peygamberimizin sünneti, bir yandan tevhidi tüm yönleriyle açıkça izah ederek insanlığın idrakine sunarken diğer yandan şirkin ve inançsızlığın çelişkilerini, tutarsızlığını ortaya koymaktadır.
Âlemde zerreden kürreye mutlak kudret ve iradesiyle var ettiği her şey O’nun varlığına, birliğine ve kudretine işaret eden birer delildir. İnsan, selim bir akılla baktığında suda Allah’ın rahmetini, rüzgârda kuvvetini, yıldırımda kudretini, gökyüzünde azametini, her bir varlığın özünde sonsuz ilmini müşahede edecektir. Âdeta bütün bir kâinat Allah’ın esmasının tecelli ettiği bir ayna gibidir. Yüce Allah, birçok ayetinde kâinattaki nizam ve ahengi misal vererek insanı, varlığa yansıyan esması üzerinde tefekküre davet etmektedir. Enbiya suresinin 22. ayetinde, “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı kesinlikle yerin göğün düzeni bozulurdu…” hakikatiyle kendisinin birliğini ve kâinata hâkim yegâne varlık olduğunu haber vermektedir. “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur…” (İsra, 17/ 44.) ayetiyle de evrendeki her varlığın kendisini tesbih ettiğini beyan ederek insanoğlunun Rabbine karşı hamd ve O’nu tesbih etme sorumluluğuna dikkat çekmektedir.
Kâinatın öznesi olan insan, vahye muhatap kılınması sebebiyle yeryüzünün en seçkin varlığıdır. Allah’ın varlığına, birliğine, kudretine ve ilmine işaret eden en büyük ayetlerden biridir. Canlı cansız bütün varlıklar onun için var edilmiştir. İşte bu sebeple Allah, “O, size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız…!” (İbrahim, 14/34.) hatırlatmasıyla insanı nimetleri üzerinden kendisini tanımaya ve kulluğa davet eder.
Mahlûkatın mükerrem varlığı olan insanın en ulvi görevi kendisini yok iken var edene iman ve kulluk etmektir. Zira iman, varoluşumuzu anlamlı kılan, yaratıcımızla olan ilişkimizi perçinleyen, düşünce, tutum ve davranışlarımıza istikamet veren, bizi arzu ve isteklerimizin esiri olmaktan koruyup dünya ötesi bir hayata bağlayan büyük bir nimettir. İnsanın hem kendisi ve Allah’la hem de âlemle tesis ettiği güçlü bağdır. Bilgiye dayalı, salih amel merkezli, insani değerleri ayakta tutan bir hayat anlayışının teminatıdır. Bu yönüyle iman, insanın Rabbine ve tüm varlığa karşı sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmede büyük bir imkândır. Kur’an-ı Kerim’de imanla salih amelin birlikte zikredilmiş olması da insanın sorumluluğunun çift boyutlu oluşunu dikkatimize sunar. İman ve salih amel bütünlüğünü güçlendirmek ise tevhit, adalet ve güzel ahlaka dayalı bir inancın zihinlerde, gönüllerde ve hayatta hakim kılınması ve canlı tutulmasıyla mümkün olacaktır. Müminler olarak bize düşen görev, doğru bir bilgi ve selim bir kalp ile Rabbimize teslim olduktan sonra bu inancın en büyük tezahürü olarak başta adalet ve merhamet olmak üzere tüm insani değerleri yaşadığımız çağa tanıtarak yeryüzüne egemen kılmak için var gücümüzle çalışmaktır.