Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Aralık 2022
Bilimsel bilginin ve teknolojinin âdeta kutsandığı bu çağ, “anlam ve değerler” ekseninde bir “ahlak ve medeniyet” krizine sahne olmaktadır. Pek çok alandaki egemenliğiyle toplumları etkisi altına alan Batı medeniyetinin insanı varoluş gayesinden uzaklaştıran, toplumdan soyutlayan ve tabiatla kavgalı hâle getiren varlık, insan ve çevre tasavvuru, bugün insanlığı bir bilinmezliğe sürüklemektedir. Bencillik, duyarsızlık, güvensizlik gibi sorunların girdabında yalnızlığa ve mutsuzluğa mahkûm etmektedir. İnsanın manevi yönünün ihmal edildiği, varlığın aşkın boyutunun yok sayıldığı, çevrenin emanet vasfının göz ardı edildiği bir düzlemde insanlığın derin bunalımlara düçar olması ve toplumların büyük krizlere maruz kalması elbette kaçınılmazdır. Esasen bugün maddi ve manevi boyutlarıyla tüm dünyada yaşanan siyasi, iktisadi, içtimai, ahlaki ve hukuki sorunların arka planında, fütursuzca hayat ve toplum mühendisliğine kalkışan söz konusu üstenci ve benmerkezci medeniyet tasavvurunun yer aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Ne yazık ki böyle bir zihniyetin hegemonyasında insanlık, bugün benzeri görülmemiş bir değişim ve dönüşüme zorlanmaktadır. Son yıllarda hızlı bir şekilde gelişen ve gündelik hayata büyük kolaylıklar getiren teknolojik imkânlar, aynı zamanda insanlığın geleceği hususunda kaygı verici senaryoları da beraberinde getirmektedir. Bilimsel keşifler, teknolojik gelişmeler, genetik ve biyolojik alanda yapılan ileri düzey denemeler ve özellikle insan üzerinde yapılan mühendislik ve tasarım çalışmaları, geleceğe dair kaotik varsayımlara zemin teşkil etmektedir. İletişim ve etkileşim kanallarının ileri boyutlara ulaştığı bir vasatta, insana ve geleceğe dair her türlü senaryonun enformatik kanallardan zihinlere boca edilmesi ise insanların varlık, hayat, din ve topluma dair yerleşik algı ve duyarlılıkları üzerinde ciddi örselenmelere sebep olmaktadır.
Bu bağlamda dikkat çeken tezahürlerden biri de transhümanizm düşüncesidir. Transhümanizm, kökeninde yaratılış itibarıyla kusurlu addettiği insanı bilimsel ve teknolojik gelişmelerle kusurlarından arındırılabileceğini vadeden, insanın yeryüzü serüveninde mevcut olandan daha nitelikli ve uzun bir hayata sahip olacağını iddia eden radikal bir yaklaşım olarak dikkat çekmektedir. Başlangıçta entelektüel ve kültürel bir hareket olarak ortaya çıkan bu düşünce, her geçen gün yeni bir aşamasıyla gündeme gelen biyomühendislik, gen mühendisliği, nanoteknoloji, kök hücre ve yapay zekâ alanlarındaki gelişmelerle daha da ivme kazanmaktadır. Gerçek şu ki ölümsüzlüğe dair kadim bir arzunun tahrik gücüyle hareket eden modern insan, eriştiği teknolojik imkânlarla emellerine bu dünyada ulaşabileceği vehmine kapılmış durumdadır. Arka planında ölümsüzlük arzusunun yer aldığı cüretkâr ve sınır tanımaz bir yaklaşım olarak transhümanizm, esasen insanı Yaratıcı’dan, kendinden ve ait olduğu çevreden koparıp hayatın tabii serüvenini değiştirmeye yönelik bir amaca karşılık gelmektedir. Ahlak, hukuk ve değer ekseninde bir tekâmülü hedefleyen dinî referanslara karşın insanın biyolojik ve fiziksel bakımdan insanüstü bir yapıya dönüştürülmesini idealize eden bu düşünce, hakikatte insanın cennetten çıkarılmasına sebep olan şeytani bir aldatmacayla örtüşmektedir. (Araf, 7/19-22.)
Transhümanizm düşüncesini ivmelendiren biyoteknolojik alandaki gelişmelerin sadece insanın değil eşyanın tabiatı hususunda da kaygı verici boyutları bulunduğu asla göz ardı edilmemelidir. Bu sebeple bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde insanın fiziksel zafiyetlerinin giderilerek tabiatüstü (insanüstü/aşkın) bir varlık hâline dönüştürülmesini idealize eden transhümanizm düşüncesi, yaratılışa müdahale bağlamında ele alınması gereken, dinî, hukuki ve ahlaki boyutu bulunan ciddi bir meseledir. Mevcut teknolojik imkânlar ve bunun üzerine yakın geleceğe dair yapılan öngörüler, alanda gerçekleştirilen çalışmaların başarılı olması durumunda inanç, ahlak ve değer bakımından derin savrulmaların yaşanacağı kaotik yarınların bizleri beklediği noktasındaki kaygıları güçlendirmektedir. Böyle bir ortamda fıtratı koruma ve fıtri değerleri geleceğe taşıma hususunda daha fazla gayret göstermek, fıtrat dini İslam’ın müntesipleri için imani ve ahlaki bir sorumluluktur. Zira insana, topluma, hayata ve çevreye dair sözü olanların inanç, kültür ve ahlak zemininde meydana gelen savrulmalar karşısında duyarsız kalması düşünülemez. Bu noktada çağın psikolojik, teknolojik ve sosyo-politik dinamikleri ekseninde küresel gelişmelerin yönünü ve arka planını doğru okumaya yönelik yapılacak faaliyetler ve özellikle akademik çalışmalar, büyük önem arz etmektedir.
İnsanların duygu ve düşüncelerini inşa etme, bireysel ve sosyal hayatlarını şekillendirme ve istikballerine yön verme hususunda dinin tartışılmaz bir etkiye sahip olduğu müseccel bir hakikattir. Ancak, içinden geçtiğimiz süreçte dinin evrensel değer ve ilkelerini “dogma” diye yaftalayan fakat bilimin değişken verilerini bir dogma hâline dönüştürerek insanların zihin ve gönül dünyalarını hedef alan çok sayıda yıkıcı faktörün bulunduğu da yadsınamaz bir gerçekliktir. Dolayısıyla fıtratı tahrip eden düşünce, akım ve ideolojilerin tüm gelişim süreçlerini ve olası etkilerini iyi analiz etmek ve behemehâl İslam’ın ortaya koyduğu ilke ve değerler ekseninde bir yaklaşımı tahkim edecek yeni bir perspektif geliştirmek gerekmektedir. İnanıyoruz ki “eşref-i mahlûkat” olan insanın hayatına ve geleceğine istikamet verecek ve onu yaratılış gayesi doğrultusunda aydınlık yarınlara taşıyacak en büyük imkân, fıtrat dini İslam’dır. Onun tüm insanlık için umut, güven, huzur ve hayat veren değerleridir. Bizlere düşen, yaşanan gelişmeler karşısında karamsarlığa kapılmadan feraset ve dirayetle hareket ederek Rabbimizin, “O, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 67/30.) fermanı sırrınca bir mücadele ortaya koymaktır. İslam’ın varlık, insan, çevre tasavvurunu ve asırlarca yeryüzünde huzurun teminatı olmuş değerlerini etkin bir şekilde çağın idrakine sunarak insanlığın yarınlarına kılavuzluk etmektir.