Vekil, sözlükte bir işin görülmesini kendisine havale ettiğimiz kişidir. Bir iş için başkasını vekil tayin etmek, o iş hakkında bizim yetersizliğimizi, onun da yetkinliğini gösterir. Bu manada Yüce Rabbimizin isimlerinden birinin de Vekîl olması, bütün yaratılmışların, her anlamda işlerinin görülmesinin, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a bağlı olduğunu ifade eder. Zira her şeyi tedbir ve idare eden, gözetip kollayan Rabbimiz bir an elini çekse ve mahlukatı kendi hâline bıraksa hiçbir yaratık varlığını dahi devam ettiremez. İşleri bütün esrarıyla bilen ve her müşküü çözme kudretini haiz olan ancak O’dur. (Nisâ, 4/132)
Vekîl isminin kapsamını ortaya koyması bakımından İmam Mâtürîdî’nin İsrâ suresi 65. ayetin tefsirinde yaptığı tanımlama önemlidir. Buna göre Vekîl, insanı şeytanın özendirmelerinden koruyan, onun hilelerine karşı kuluna destek veren, sığınacak bir yer bulmasını sağlayan ve bütün işlerimizde güvenilebilecek gerçek dosttur. Allah birine Vekîl olduğu zaman onu bilemeyeceği zorluklardan uzak tutar; hesap ve hayal edemeyeceği kolaylıklara eriştirir.
Yüce Rabbimizin Vekîl ismi sadece dünyayı değil, ahireti de içine alır. Allah birine Vekîl olmuşsa onun dünyası da ahireti de kurtulmuştur. Ya insanın insana vekâleti öyle midir? Bu tezadı hatırlatmak üzere Nisâ suresi 109. ayette, dünyada hainleri savunanlara kıyamet gününde kimin vekâlet edeceği sorulur.
Elbette Vekîl isminin bütün kapsamı ile etkin olması Rabbimizin diğer esması ile yakından ilişkilidir. Zira bu kapsamda bir vekâlet için güç ve kudret, ilim ve hikmet, mülk ve saltanat gibi daha nice nice üstün vasıflara sahip olmak gerekir.
Kur’an-ı Kerim’de Vekîl ve Tevekkül
Vekîl vasfı Kur’an-ı Kerim’de hem Allah Teâlâ hem de insanlar için kullanılmış ancak her nerede insanların vekil olarak görülmesinden söz edilmişse orada bu vekâlet olumsuzlanmıştır. Bu da Vekîl sıfatının kuşatıcı anlamda hiçbir zaman insana verilmediğini göstermektedir. (Nisâ, 4/109) Öyle ki ondan fazla ayette Hz. Peygamber’in (sas) dahi insanlara vekil olma görevinin bulunmadığı ısrarla belirtilmektedir. (Yûnus, 10/108; İsrâ, 17/54) Peygamberin görevi insanlara akıbetlerini bildirerek kötü sondan nasıl kurtulacaklarını göstermektir. Onları girdikleri yoldan zorla çevirmek ve işlerinin akıbeti konusunda sorumluluğu üstlenmek gibi bir görevleri yoktur. (Hûd, 11/12)
Ondan fazla ayette ise Vekîl sıfatı zat-ı ilahiyyeyi nitelendirmekte (Ahzâb, 33/3); O’nun güvenilecek en güzel varlık olduğu, kendisine güvenen kimseyi koruduğu ve her şeyi gördüğü ifade edilmektedir. Bu ayetlerden biri de vahyolunduğu günden bugüne kadar günlük dilimize girmiş bulunan “Hasbünallahu ve nimel vekil! (Allah bize kâfidir; O ne güzel Vekîl’dir!)” sözüdür. (Âl-i İmrân, 3/173) Bu söze hakkıyla inanan ve dilinden düşürmeyerek bu inancı her daim tazeleyen insan için yıkılmak, bitmek, mahvolmak gibi ifadeler ve onların çağırdığı psikoloji asla söz konusu değildir.
Vekil kılma anlamına gelen “tevekkül” Kur’an ve sünnette en çok bahsi geçen kavramlardan biridir. Tevekkül manevi bir imdat istemedir. Allah’a karşı bir dilek ve temenni vasıtası olan sebeplere yapıştıktan sonra arzu edilen neticenin yaratılmasını O’na havale etmek ve sonuçta olana da razı olmak anlamındadır. Bu sebeple rızanın ilk basamağıdır. Kur’an-ı Kerim’de kırktan fazla yerde geçen tevekkül, kulluk ve insanlık görevlerini ihmal ederek sırtını Allah’a dayamak değil, aksine Allah’ın emirlerine tam bir teslimiyetle uyar ve gereğini yaparken başına gelebilecek olanlar hakkında Allah’a güvenmektir. (Ahzâb, 33/1-3) Allah’ı vekil edinerek işleri O’na havale etmek her zaman elinden gelen bütün gayret bittikten sonradır. (Âl-i İmrân, 3/159) İnsanın ruh sağlığı için tevekkül şarttır. Çünkü ne kadar planlı hareket edersek edelim her zaman karşımıza hiç hesapta olmayan terslikler çıkabilir. Aldığımız tedbirler, yaptığımız istişareler, akla hayale gelmeyen sebepler yüzünden boşa gidebilir. İşte bu noktada devreye tevekkül girer. Tevekkül çabadan sonraki gönül huzurudur. İnsanı her türlü anlamsız kaygıdan ve kendi gibi eksik kullara dayanıp boyun bükmekten kurtarır.
“Tevekkül” fiilinde fail her zaman insanlar, kendisine tevekkül edilen ise sadece ve sadece Allah’tır. Zira kendisine güvenilip bütün işlerin sonunun havale edileceği makam her şeye gücü yeten, hayatı ve ölümü dahi elinde tutan bir makam olmalıdır: “Sen, o ölümsüz ve daima diri olan (Allah’a) tevekkül et.” (Furkân, 25/58) Allah’a güvenen O’ndan başkasının vekâletine ihtiyaç duymaz: “Kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter.” (Talâk, 65/3)
Vekîl Tecelli Ederse
Gücü sonsuz ve sınırsız olan Rabbimizin Vekîl ismi ile tecelli edip her işimizde bizi koruyup kollaması kulun O’nu vekil edinirken duyduğu güven ve teslimiyete bağlıdır. Ne zaman dara düşse “Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” diyebilenler şeytanın bütün vesvese ve korku yollarını kapatmış olurlar. (Âl-i İmrân, 3/175) Onlar, Allah’ın Vekîl ismine dayanır ve şeytanın vesvesesi olan bütün kaygılarından azat olurlar. (Nahl, 16/99) Korku ve kaygılardan kurtulmak ise doğru yoldan sapmadan dümdüz ilerleyebilmek için olmazsa olmaz bir şarttır. Kişiliğimizi eğip büken, ahlakımıza taklalar attıran hep korku ve kaygılarımızdır. Bu isme sığınan kişi, ateşin karşısındaki İbrahim (as), Kızıldeniz karşısındaki Musa (as), Sevr Dağı’ndaki Muhammed (sas) gibidir: Sakin, mütevekkil, onurlu… Bu insanlarda telaş, acelecilik, panik görülmez; hiçbir zaman reaksiyoner değillerdir, insan haysiyet ve vakarına aykırı düşecek hiçbir hâlleri yoktur.
Malumunuzdur ki Yüce Rabbimizin her bir ismi karakterimizdeki bir güce işaret eder. Yani her bir isim tecelli ettikçe içimizde bir kapı açılır, ahlakımız ve bedenimizle birlikte tüm varlığımız zenginleşir. Her bir isim bir tarafımızı tamir eder, sağlamlaştırır, güzelleştirir. Vekîl ismi de tecelli ettiğinde insanın yeryüzündeki vekâlet rolünü pekiştirir. O kişi artık tüm yeryüzünün, canlı cansız tüm varlıkların vekilidir. Bu vekâlet, Allah’ın mülkü olan yerkürede O’nun emaneti olan bütün yaratılmışlara O’ndan gelen talimatlara göre hilafeten göz kulak olma görevidir. Dolayısıyla bu ismin tecelli ettiği insanlarda emanet ve sorumluluk bilinci yüksektir. Üstlendikleri işlerin hakkını verirler. Kendilerine tevdi edilen hiçbir sorumluluk konusunda gözünüz arkada kalmaz.
Bu isimle ahlaklanan insan bilir ki onun bu dünyada bir şeylere sahip olması asaleten değil, vekâletendir. O, kendisinin vekâletine verilen hayat, beden, mal, mülk, evlat, aile, makam, mevki, velhasıl bütün varlığının emanetçisidir. Günümüz insanı bu bakışı yitirip kendisini başta bedeni olmak üzere her şeyin gerçek sahibi sandığından o şeyler üzerinde sınırsız bir tasarruf yetkisi olduğunu zannetmektedir. Kürtaj, keyfî estetik operasyonlar, cinsiyet değiştirme, genlerle oynama gibi dinimizin asla müsaade etmediği bedenle oynamalar hep vekâlet bilincinin mülkiyet bilincine dönüşmesi nedeniyledir. Çevre sorunlarının da temelinde bu zihniyet dönüşümü vardır. Kendini vekil değil, asil zanneden bu yeni insan için varlık âlemi, hesabını vereceği bir emanet değil, zevkini süreceği bir mülkiyettir.