Rabbimizin bize lütfettiği nimetler arasında bir tercih yapmamız zordur. O’nun hangi nimetine “Olmasa da olur.” diyebiliriz ki? Ama bazı ihsanlar vardır, varoluşumuzun değeri açısından diğerlerinin önüne geçer. Mesela ister köyde yaşayın ister şehirde, ister işçi ister patron olsun, herkesin kendi toplumu içinde şeref ve haysiyet sahibi olması, sözünün dinlenmesi, kıymetinin bilinmesi, kısaca “değerli biri” olması bu nimetlerin başında gelir. İnsanın ihtiyaçları hiyerarşisinde temel biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlardan sonra gelen sosyal ihtiyaçlar kapsamında sayılabilecek bu “değerlilik” Rabbimizin “Muizz” isminin tecellisidir: “De ki: ‘Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âl-i İmrân, 3/26)
“Muizz”, “izzet” kökünden türemiş “aziz kılan” anlamında bir sıfattır. Allah’a nispet edildiğinde “dilediği kimseyi yücelten, güçlü ve değerli kılan” demektir. “Müzill” ise ‘izzet’in zıddı olan “zillet” kökünden türemiş olup “zelil ve perişan kılan” anlamındadır. Bu iki isim birbirlerini tamamlayıcı olmaları bakımından -Kâbıd ve Bâsıt, Hâfıd ve Râfi’ isimlerinde olduğu gibi- her zaman bir arada zikredilir. “Allah aziz de kılar zelil de...” dediğimizde kastettiğimiz izzet ya da zillet bizim bu dünya ölçülerinde anladığımız manada bir üstünlük ya da düşüklük değildir. Allah’ın vereceği şeref, kişinin bizatihi insan oluşuna dair taşıdığı özün şerefidir, yani manevidir. Bu izzete ulaşamayana hiçbir dışsal güç (makam, mevki, mal, mülk, soy, sop vb.) o saygınlığı kazandıramaz. İzzet ve zilletin gerçek ölçütlerinin ne olduğunu bilmeyenler onu görünüşteki gelip geçici hâllerde arayabilirler. Böylesi durumlarda öyle olur ki kibir izzet, tevazu da zillet zannedilebilir. İzzetle kibri, zilletle tevazuyu karıştırmamak burada hayati önem arz eder. Bunu ayırt etmede ilmin önemine işaret etmek için Elmalılı, ilimden yoksun bir izzetin er geç zillete dönüşeceğini söylemiştir.
Aziz ya da Zelil Olmak Neye Bağlı?
Aslında aziz ya da zelil olmak itibaridir. Yani her insan birine kıyasla yüce bir konumdayken diğerine kıyasla zelil durumda olabilir. Böylece bu iki isim her birimizde tecelli etmiş olur. Yani insan izzet ve zilleti iç içe geçmiş hâller olarak yaşayabilir. Zaten bu iki yol ilk yaratılıştan itibaren insana iki seçenek olarak sunulmuştur. Kim, hangi yola girmek isterse Allah Teâlâ ona o yolu kolaylaştırır. Bizi aziz ya da zelil kılanın kendi davranışlarımız olduğunu, güzel davrananların asla zillete uğramayacağını Yûnus suresi 26. ayette görebiliriz: “Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.” İnsanın kendi nefsini aziz ya da zelil olarak algılaması onun gerçek kıymeti hakkında en önemli göstergelerdendir. Nefsinde izzet vehmedenlerin zelilliği ile nefsinin zelilliğini idrak edenlerin kıymeti yüzeysel bakışlardan gizli kalacak kadar derinlerdedir. Onlar şöyle der: “Allah hiçbir kulu nefsinin zilletini gösterecek şuuru lütfettiği kimse kadar aziz, hiçbir kulu da nefsinin yüceliğini vehmettirecek duygular verdiği kimse kadar zelil kılmamıştır.”
İnsan davranışlarının en girift yönlerini incelikle tahlil etmesiyle bilinen Gazzâlî’ye göre zillet her türden bağımlılıktan doğar. İzzet de nefsin baskılarından ve cehaletin tasmasından kurtulmaya bağlıdır. Ona göre gerçek mülk sahibi, ihtiyaç zilletinden kurtulmuş olandır. İnsan ne kadar kanaatkâr olur ve mahlukata el açmazsa o kadar aziz; ne kadar hırslı olup gözlerini insanların elindekilere dikerse o kadar zelil olur. Bu gibiler geçimlerini, mutluluklarını her daim başkalarının elinde görür, hep bir muhtaçlık hissiyle yaşarlar. Gönüllerin dünyalık hırslarla dolup taşması insanı çıkarcı, cimri ve onursuz kılar. Allah (cc) işte böylelerinin boynuna zillet halkası geçirir.
Sufilere göre Allah (cc) aziz kılmak istediklerine şeksiz, şüphesiz bir iman ve kanaate dayanan bir ahlak nasip eder. Gelip geçici heveslerin basitliğinden uzak durmak anlamında zühdü lütfederek onları aziz kılar. Bunlar insani ihtiyaç ve zevklerinin tatmini için gayrimeşru yollara sapmayan, yalana, ikiyüzlülüğe tenezzül etmeyen samimi ve onurlu insanlardır. İzzetinefisleri onları her türlü hayâsızlıktan muhafaza eder. Arzuların nefse tahakküm edecek düzeye gelmesi ise insanı helal haram demeden her yola başvuracak hâle getirir, bu da zilletin kapısını açar. İnsanı iki cihanda zelil eden ikiyüzlülük, cimrilik, tamahkârlık, haset gibi hâllerden uzak durmak, bunlar nefsimizin derinliklerinden başlarını çıkarır çıkarmaz icabına bakmak da insani haysiyetimizin bekçiliğinde dikkat kesilmemiz gereken durumlardır.
Cehalet nedeniyle insan bazen izzeti yanlış yerlerde arar. Allah Teâlâ dışında çeşitli güçlere tapar, onların kendisine şeref bahşetmesini umar. (Meryem, 19/81; Nisâ, 4/139) Oysa izzet bizatihi Allah’a ait olduğu içindir ki saygınlık isteyenler insanların önünde eğildiği çeşit çeşit mabutları geçerek Allah’a yükselmeli ve ancak O’nun önünde eğilmelidir. (Nisâ, 4/138-139; Fâtır, 35/10; Münafikun, 63/8) Bu nedenle Allah Teâlâ dışında korktuklarımıza, saydıklarımıza dikkat etmek; bu korku ve saygının dozunu kaçırmamak izzetimizi korumak için şarttır. Çünkü şirk zilletin en alt seviyesidir ve dışındakilere beslenen aşırı korku ve saygıdan doğar.
Bu İsimlerin Tecelli Ettiği Kişiler
Sadreddin Konevi’ye göre Yüce Allah “Muizz” ismiyle kulunu daha ilk yaratılışta aziz kılmıştır. Ne zaman ki kul bu izzeti kendinden sanıp büyüklenir, işte o zaman Allah (cc) indinde küçülür. Bu nedenledir ki Rabbimizin ikramı olan izzet, insanı said de yapar şaki de... Hangisi olacağı insanın o izzeti nasıl kullandığına bağlıdır.
İbn Arabî’ye göre de insan bu ismin tecellisi sayesinde olumlu manada kendine güvenir. Başarıyı kendi dışındaki sebeplerde değil, kendi içinde arar ve bütün himmetini kendi nefsine yöneltir. İşte o zaman o kimse aziz olur. Ama ne zaman ki bu ismin tecellisi olan izzetle zorbalık yapmaya kalkarsa işte o zaman Allah (cc) indinde ondan daha zelil kimse olmaz.
Başta ailemiz olmak üzere üyesi olduğumuz herhangi bir kurumun izzeti teker teker her birimizin sorumluluklarına sahip çıkan, onurlu insanlar olmasına bağlıdır. Bu nedenle liderler yönettikleri insanların kendilerini zelil hissetmelerine neden olacak şekilde davranmamalı, tam tersine herkesi oraya ait olmakla gurur duyacak şekilde onurlandırmalıdırlar. Bazen onur sahibi bir insanla yaşamak güç olabilir. Ama bu vasıf bir insanın sahip olabileceği en değerli kişilik özelliği olduğundan ondaki hayra odaklanılmalı, küçük kolaylıklar ve basit menfaatler için bu duruştan vazgeçilmemelidir.