Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU
Sizlere Büyüteç köşesinden tam üç yıldır aralıksız yazıyorum. Benim için bu köşeden sizlere veda vakti geldi. Benimle birlikte başlayan Büyüteç köşesinde, ağırlıklı olarak içinde bulunduğumuz dünyayı Doğu-Batı ekseninde okuma ve analiz etme gayreti içinde oldum. Sizlerle gençleri, çağın inanç sorunlarını, sebeplerini konuştum, tespitler yaptım ve çözüm önerileri sundum. Kapitalizm ve liberalizm başta olmak üzere pek çok kavramın arka yüzünü göstermeye, bunların gölgesinde serpilen radikal akımlara, aşırılıklara, ırkçılıklara, yabancı düşmanlığına dikkat çektim. Küreselleşme adı altında dünyamızı kuşatan, ülkeleri ve toplumları sarıp sarmalayan, kurumları, ilişkileri köklü biçimde dönüştüren, değerlere saldıran bir kemirgen iktisadi düzenin fesatlıklarını, kötülüklerini dilimin döndüğünce deşifre edip anlatmaya çalıştım. Hakkaniyetsizliği yayan, sürekli kendine yontan, gasp ve istismarı âdetten sayan, yer altı ve yer üstü zenginlikleri talan eden bir gücün kural ve dayatmalarına bütün varlığımızla itiraz etmemiz ve direnmemiz gerektiğini her vesileyle vurguladım. Özellikle genç kuşaklar arasında yayılma eğilimi gösteren deizm, ateizm, agnostisizm gibi inanç krizlerini ve sebeplerini farklı bir bakış açısıyla analiz ettim. Daima güncel konuları seçmeyi yeğledim. Üslupta ve dilde basit, sade ve anlaşılır olmayı tercih ettim. Nihayette yazılarım iki kitapta toplandı, “Bilinç Tıkanması” ve “Bozuk Satıh” başlıklarıyla DİB Yayınları arasında yayımlandı. Bu esnada uzun soluklu bir çalışma ve araştırmanın ürünü olan bir başka eserim daha neşredildi: “Son Hurafe: Deizm” (DİB Yay.). Ağırlıklı olarak Büyüteç yazılarından derlenen bir yeni kitabım daha sizlerle pek yakında buluşacak inşallah.
Bu bir veda değil elbette, Allah nasip ederse sizlerle başka yazılarda da buluşmayı ümit ediyorum.
İ-nesli
Psikoloji profesörü Jean M. Twenge’i artık tanıyorsunuz. Hani şu büyük rağbet gören “Ben Nesli” adlı kitabın yazarı. Onun, internet neslini mercek altına aldığı “İ-Nesli” adlı bir başka eseri daha var. Onun “İ-nesli” dediği kuşak, 2011-12 yıllarında devreye giren internet erişimli “akıllı” cep telefonları ile henüz küçük yaşlarda tanışan 1995 doğumlular. Ona göre, günümüz gençleri epey hoşgörülü ama aynı zamanda bir o kadar da mutsuz ve duyarsız. “Süper bağlantılı” dediği bu neslin on temel eğilimini tespit etmiş. Büyümeleri yavaştır; internet kullanırlar; yüz yüze sosyal etkileşime uzaktırlar; tedirgindirler ve akıl sağlığı sorunları artış eğilimindedir; dinî inançları zayıftır veya yoktur; yalıtılmış hâldedirler; gelir güvensizliği ve gelecek endişesi taşırlar; cinsellik ve evlilik gibi konularda yeni tutumlar sergilerler; eşitlikçi ve özgürlükçüdürler; siyasi görüşler bakımından tarafsız olmayı yeğlerler. Psikolog Twenge, ilginç bir biçimde, bu özelliklerin yalnızca i-neslini değil, artık biz yetişkinleri de şekillendirdiğini söylüyor. (Jean M. Twenge, İ-Nesli, Çev. Okhan Gündüz, 2018, İstanbul: Kaknüs Yay., s. 24.) “İ-Nesli” kitabına ön söz yazan akıl ve ruh sağlığı uzmanı Mustafa Merter, internet nesline dair kitapta sunulan bilgi ve istatistiki verilerin temelde ABD toplumuna ait olsalar bile “hızlandırılmış küresel enformasyon artışı” sayesinde yerkürenin tamamına bir iki yıl gibi kısa bir sürede yayıldıklarını söylüyor. (Jean M. Twenge, İ-Nesli, Çev. Okhan Gündüz, 2018, İstanbul: Kaknüs Yay., s. 8.)
Psikiyatri doktoru Merter’in tespitine diyecek bir şeyim yok, zira ben de aynı kanaatteyim. İster kabul ister reddedelim, lüks tüketim odaklı, değer yoksunu ABD pop kültürü dünya gençliği için ne yazık ki bugün bir cazibe merkezidir. Bu kültürün yayılmasında küresel medya, internet, dizi ve sinema sektörü (Hollywood) tartışmasız bir rol oynamaktadır. Bu durum, toplumların kendi yazmadıkları ama katılmak zorunda oldukları bir oyundur aslında. Ne var ki onaylamasalar ve belki var güçleriyle direnseler de bu cazip kültürün korkunç anaforu onları çocuklarıyla birlikte yutmaktadır. Dilim demeye varmıyor ama demek zorundayım, direnç noktalarını teker teker kaybeden toplumlar için kapitalizmin çarklarını döndüren bir yağ mesabesine indirgenmek, maalesef kaçınılmaz bir trajik kaderdir.
Çağdaş Rus edebiyatının en ünlü yazarlarından biri olan Viktor Pelevin de bu cazip kültürün Rus gençliğini “koyu renkli gazlı sıvı” dediği kola ile nasıl teslim aldığını ve bir P-kültü meydana getirdiğini meşhur “P-Kuşağı” adlı eserinde alaycı bir üslupla anlatır. Kapitalizmin kendisi için yeni ve bakir kabul ettiği coğrafyalara büyük bir iştahla saldırdığını ve buralara sızabilmek için türlü metodu denediğini biz zaten biliyoruz. Ben bu durumu, tavuk dolu bir kümesin etrafında fır dönen aç bir tilki örneğine benzetirim. Pelevin bir yandan bize, bir zamanlar “yasaklarla dolu” Rus coğrafyasının kapitalizmin ulus-ötesi markalarının artık cirit attığı tipik bir serbest pazara dönüştüğünü, diğer yandan da pazarın acımasız kurallarının işlediği bu topraklarda yepyeni bir israf ve tüketim tutkunu “P-Kuşağı”nın doğduğunu haber vermektedir.
Aynı şekilde Twenge’in, kendi Amerikan toplumunda şahit olduğu manzaraya bakarak bizlere yaptığı uyarı da budur. Aslında her bir genç, kendi hikâyesini yazamadan, her bir toplum kendi hikâyesini, büyük anlatısını geliştirip tarihe ve coğrafyaya yerleştiremeden başka bir hikâyenin figüranı olmaktadır. Bilindiği üzere, figüranların kendi bağlamını oluşturma, tarihte iz bırakma şansları yoktur. Ben bu durumu da tehlikeli, ölümcül sahneleri başrol oyuncusunun yerine oynayan dublörlere benzetirim. Para ve şöhret aktöründür; dublöre düşen ise cüzi bir ücret ve belki talihsiz bir yaralanma veya bazen trajik bir ölümdür. Peki, bu anafora kapılmamak mümkün mü? Cevabım elbette güçlü bir evet olacaktır. Uzak sahilleri gözleyenlere ilk tavsiyem, kendi kıyılarından ayrılmamalarıdır. Bununla kastımın ne olduğunu her vesileyle açıkladım, burada tekrara lüzum görmüyorum.
M-nesli
Bu arada bir de “M-nesli” türemiş. Ben esasen x, y, z, i, m gibi “toptancı” kodlamalara iyi bir gözle bakmıyorum. Bunun sebebini de daha önce izah etmiştim. M-nesli kavramı ise Müslüman gençliğin sesi olarak bilinen İngiliz yazar Shelina Zahra Janmohamed’e ait. Yazar, “M” (Müslüman) harfi ile kodladığı bir yeni Müslüman gençliğin dünyaya ve hayata nasıl baktıklarını, günümüz dünyasında Müslüman bir genç olmanın ne anlama geldiğini anlamaya ve yorumlamaya çalışan biri. Ona göre, dünya piyasalarını etkileyecek kadar büyük bir güce sahip olan bu Müslüman gençlik, moda dergilerinde, sosyal medyada, internetteki çöpçatanlık sitelerinde artık biz de varız diyor.
Sosyal medya ortamlarında buluşan farklı ülkelerin gençleri XXI. yüzyılın “muhteşem ümmeti” olduklarını, M-nesli ruhunda ümmeti yeniden dirilttiklerini iddia ediyorlar. Kendi özgün tarzlarıyla kendilerini ifade edebildikleri bir yeni “havalı” kimlik oluşturduklarını düşünüyorlar. İdeal bir din, ideal bir dünya, ideal bir insanlık, ideal bir yaşam parolasını benimseyen bu gençler kendi tüketim tarzlarının ve alışkanlıklarının merkezine “helal” kavramını oturtuyorlar. Böylece Batılı tüketim tarzına mesafeli durarak kendilerince “erdemli bir tüketim” hedefliyorlar. Ve nihayet, dindarlıktan ziyade İslam’ın değerler dilini yeğliyorlar. (Shelina Janmohamed, M-Nesli: Yeni Müslüman Gençlik, Çev. Esin Kızılelma, 2018, İstanbul: Kaknüs Yay.) Yeryüzü genelinde internet üzerinden buluşan Müslüman gençlere ait bu yeni perspektif, yaygın küresel faktörler dikkate alındığında, bir bakıma makul görülebilir. Fakat unutmayalım ki bu genç Müslüman tüketiciler de kurallarını ve sınırlarını modern kapitalist sistemin belirlediği bir sahnede diğerleriyle aynı rolü paylaşmaktadır. Çığırından çıkmış bir dünyada markalar ve sloganlar eşliğinde, Pelevin’in “kapitalizmin yeni teolojisi” dediği lüks tüketim ekonomisini kurmak.
Modern tüketim kültürünün hayata değer biçen ölçütlerinden biri olan tüketerek mutlu olma tutkusu bu gençleri de paçalarından yakalamıştır. Bu materyalist kültürün yalnızca tüketimi değil, rekabetçiliği, şan/şöhret arayışını, üstün olma takıntısını, kendini teşhir etme merakını, benmerkezciliği, obezliği ve daha başka kötülükleri de körüklediğini söylemeye gerek yoktur. Tüm bunlar, insanı kısa vadede mutlu ederler ama uzun vadede bir yozlaşma ve depresyonun kucağına bırakırlar. Son noktada ise ruhta derin yaralar açan narsisizm hastalığına kadar sürüklerler. Twenge, narsisizmi “çağın vebası” olarak niteler. Ona göre, bu hastalığın yayılmasında “boyalı medya organları” dediği malum sosyal medya ortamları etkin role sahiptir. İlaveten, bunda ünlülerin de payı vardır. Twenge, narsisizm illetini bulaştırdıkları için bu iki gruba “süperyayıcılar” lakabını takar. (Jean M. Twenge & W. Keith Campbell, Asrın Vebası: Narsisizm, Çev. Özlem Korkmaz, 2015, İstanbul: Kaknüs Yay., s. 135 vd.)
Lükste sınır tanımayan, hiçbir maddi standardı takmayan pahalı zevk ve alışkanlıkların narsist yani “kendine hayran” bir gençlik inşasının harcını kardığı görülmelidir. Kendini ifade etmenin ve bir varlık belirtisi göstermenin ancak parayla satın alınabilen zevkleri tadarak pahalı ve gösterişli bir görüntü/sunum sahnelemekle mümkün olduğunu 7/24 propaganda eden küresel reklamın sahteliğine gençlerimizi ikna edecek bir üslubu keşfetmemiz zaruridir. Tasvirine çalıştığım bu yapay hâle bakınca, Katolik İlahiyatçı John A. Herlihy’nin “İnsani durum dış dünyanın parametrelerine indirgenerek tanımlanamaz.” sözünü burada sizlere de duyurmak istedim. İnsanı, “büyük âlemi yansıtan küçük âlem” olarak tanımlar ve bir çelişki ve kargaşa yumağına dönüştürülen bu dünyanın insanın yani küçük âlemin gizemli ve mucizevi varlığını sıradanlaştırdığından yakınır. (John A. Herlihy, Ruhun Sınır Bölgeleri, Çev. Abdüllatif Tüzer, 2019, İstanbul: İnsan Yay., 139-40.) İnsanın zihin huzurunu ve kalp sükûnunu söküp alan bu kaotik dünyada, bir kaba güç tüm silahlarıyla Allah kelamının mıknatısının yerine dünyevi zevklerin kisvesine sarmaladığı kendi mıknatısını devreye sokmuş durumdadır. Genç ruhların ayarsızlığı ve dengesizliği bundandır.
Hikâyesi olmak
“Kendimden umduğumdan çok fazlasını gerçekleştirdim.” der Carl Gustav Jung. Bu söz, insanın kendini değerli hissetmesi için iyi bir hikâyesinin olması gerektiğini anlatır. Bir hikâyesi olmamak, bilmem kaç yıl sürmüş bir yaşam adına büyük bir kayıptır. Anlatacak bir özgün hikâyesi olanlar, kısmen de olsa kendileri namına hayatı kontrol altına almışlardır. Varlığın, varoluşun anlamını yitirenler ise başkalarının hikâyelerini okumaya mahkûmdurlar. Esasen her bir hikâye, ardında bir benlik duygusunu, bir kimlik bilincini, bir ahlaki tutumu ve insan oluşun anlamını gizler. Gerçek hikâyeler değer yargılarıyla, derin anlamlarla örülür. (Robert Fulford, Anlatının Gücü, Çev. Ezgi Kardelen, 2019, İstanbul: Kolektif Kitap, s. 31.)
İçinde akıl, cesaret, sevgi, hoşgörü, yardımseverlik, hayırseverlik, yücelik, nezaket, doğruluk, sadakat, vefa olan hikâyelerin kahramanı olmaya aday gençlerimizin sayısını millet olarak geleceğimizin selameti açısından artırmak zorundayız. İnsanların ve Rabbin hoşnut olacağı, haysiyet, vicdan ve imanla örülmüş gurur hikâyelerine şu zor zamanlarda her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Ancak halletmemiz gereken sorun, başkalarının hikâyelerini okumak yerine kendi güçlü hikâyelerimizi yazmanın önemini gençlerimize nasıl kavratacağımızdır.
Önerileri dinlemeye hazırım.