Prof. Dr. Mustafa KARA
İnsanoğlunun yeryüzünde gerçekleştirdiği en geniş organizasyonun adı medeniyettir. Bu o kadar geniş bir “şemsiye”dir ki birkaç imparatorluğu rahatlıkla içine alabilir. Yaşlı dünyamızın muhtelif yerlerinde ve farklı zamanlarda kurulan medeniyetlerden biri de İslam medeniyeti adını taşımaktadır. “Yönetici insanların rehberliği ve desteği ile kurulan medeniyetlerin ortak unsurları nelerdir?” sorusuna farklı cevaplar verilebilir. Bunları üç ana başlıkta toplamak mümkündür:
1. İlim ve irfan.
2. Fikir ve felsefe.
3. Güzel sanatlar
Birinci madde ile günümüz üniversitelerinde okutulan bütün anabilim dalları, ikinci başlık ile felsefe tarihinin bütün arayışları ve nihayet üçüncü madde ile de şiir ve musiki başta olmak üzere bütün güzel sanatlar kastedilmektedir. İnsan toplulukları, söz konusu üç dalda birinci sınıf beyinler, bir başka ifade ile ilim, felsefe ve sanat dallarında insanlık dünyasını aydınlatan üstün şahsiyetler yetiştirmeleriyle medeniyet kozasını örmeye başlarlar. Hemen ilave edelim, bu üç grup insan birbirinden ayrı ve kopuk değildir. Çoğu zaman birbirinden istifade eden, birbirini besleyen bir özellikleri vardır. Mesela bazı âlimler filozoftur, bazı filozoflar sanatkârdır.
Burada bir başka soru gündeme gelmektedir: Ortaya konan eserlerin birinci sınıf olduğunu kim nasıl tespit edecektir? Bunun objektif ölçüsü nasıl bulunabilir? Bu soruya cevap ararken şöyle bir yol izlenebilir: Hangi medeniyet havzasına mensup olursa olsun “öteki”ler tarafından okunan, tercüme edilmesine, hatta yazıldığı dilin öğrenilmesine ihtiyaç duyulan eserler a gurubu eserlerdir denebilir. Onun için İslam felsefesi tarihine bakanlar ilk yüzyıllarda mühim bir “tercüme hareketi” ile karşılaşırlar. Bunu garipsememek gerekir. Çünkü biz Âdem’in çocuklarıyız ve tanışabilmek, yardımlaşabilmek için millet ve kabilelere ayrıldık. (Hucurat, 49/13.) Ortaya koyduğumuz eserler, bir anlamda kamunun malıdır. Şeyh Galib’in Mesnevi için kullandığı ifade ile “miri mal”dır.
Konuyu İslam medeniyetine getirmek için bir soru daha soralım: Batı medeniyetinin mensupları, yüzyıllar önce bazı eserleri okuyup anlamak için Arapça öğrenmenin peşine düştüler mi düşmediler mi? Bu sorunun cevabı bellidir. “Rönesans’ı İslamiyet’e borçluyuz.” diyenler de kendileridir. Yani Batılılar Arapça’yı, öncelikle İslam’ı öğrenmek için değil, mesela, İbn Rüşd’ün Arapça olarak kaleme aldığı eserlerdeki derinliği, dolayısıyla Aristo felsefesini daha iyi kavramak için öğrenmek istemişlerdir.
Üç kitap
İnsanlık tarihini aydınlatan üç kitap vardır: 1. Hz. Allah’ın kitabı. 2. Hz. Resulüllah’ın kitabı. 3. Hz. Halifetullahın kitabı.
Birinci madde ile peygamberlere gelen vahiy, ikinci madde ile hadis-i şerifler, üçüncüsü ile de yukarıdaki üç ana konuda, ilim, irfan, sanat dallarında âlim, arif, mütefekkir ve sanatkârların kaleme aldığı eserler kastedilmektedir. Bir başka ifade ile dünya klasikleri.
İslam dünyasında Hz. Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i anlamak ve insanlara anlatmak için yüzyıllardan beri farklı dünya dillerinde binlerce, on binlerce eser kaleme alınmıştır, alınmaktadır.
Hz. Peygamber Efendimizin sözlerini farklı tasniflerle bir araya getiren hadis kitapları bir tarafa, zaman içinde onunla ilgili pek çok kitap türü kültür tarihimize ve kütüphanelerimize intikal etmiştir, etmektedir. Âlemlere / insanlığa rahmet olarak gönderilen bir peygamberi tanıyıp ona gönülden tabi olmanın, Allah sevgisinin ön şartı olduğu bilinmektedir. (Âl-i İmran, 3/31.) Yani medeniyetimizin ilim irfan ve sanat hayatı ile Peygamberimiz arasında güçlü bir bağ vardır. Şimdi doğrudan onunla ilgili olarak kaleme alınan kitap türlerinden birkaç tanesini zikredelim:
1. Siyer: Hz. Peygamber’in hayatını anlatan kitaplardır. Arapça pek çok eserin yanında ilk Türkçe Siyer-i Nebi, Erzurumlu Mustafa Darir tarafından 1388 tarihinde Mısır’da yazılmış ve Memluk Sultanı Berkuk’a takdim edilmiştir. Umur Bey’in 1449 tarihinde Bursa’da kurduğu kütüphanede bulunan Türkçe kitaplardan biri de bu eserdir.
2. Naat: Hz. Peygamber’i şiirle tasvir eden eserlerdir. Bütün divanlar Hz. Allah’ı anarak yani tevhit ve münacaat ile başlar, sonra Hz. Peygamber’i överek yani naat ile devam eder. Şair Nâzım, Salahaddin Uşşaki gibi bir değil yüzlerce naat yazan şairlerimiz de vardır.
3. Hilye: Hz. Resulüllah’ın dış görünüşünü tasvir eden eserlerdir. Hz. Ali’nin rivayet ettiği hadis, bu tür kitapların en önemli kaynağıdır. Osmanlı döneminde en büyük temsilcisi Hakani’dir. Eserini 1598’de kaleme almıştır. Büyük Hattat Hafız Osman’ın tezhip ve hatlarıyla güzel sanatların ihtişamı, Hz. Peygamber aşkıyla bir araya gelmiş, dolayısıyla konu görsel bir boyut kazanmıştır.
4. Kısas-ı enbiya: Diğer peygamberlerle birlikte son peygamberi de anlatan kitaplara verilen isimdir. Osmanlı medeniyetinin mühim şahsiyetlerinden biri olan Ahmet Cevdet Paşa, bu sahanın yıldız şahsiyetlerindendir.
5. Miraciye: İsminden de anlaşılacağı gibi Hz. Peygamber’in yaşadığı en derin hâli tasvir etmek için kaleme alınan eserlerdir. Nayî Osman Dede’nin yaklaşık üç asır önce yazıp bestelediği Miraciye, miraç kandillerinde dergâhlarda büyük bir coşkuyla okunmuştur. Yıllar sonra 2021 yılında Miraç Kandili’nde Ayasofya Camii’nde tekrar okunmuştur.
6. Kaside: Onu anlatan, özelliklerinden bahseden manzumeler. En meşhur örneği Kerbelalı Fuzuli’nin Su Kasidesi’dir.
7. Mevlit: Onun hayatını ve bazı özelliklerini şiirle, menkıbevi bir üslupla anlatan yadigâr eserlerdir. (Mevlit Külliyatı, Ankara, 2015. M. Fatih Köksal, Mevlidnâme, Ankara 2011.)
Mevlit törenleri
Hz. Peygamber’in doğumunu vesile ederek toplantılar yapmak, dört halife, Emevi ve Abbasi dönemlerinde olmadığı bilinmektedir. Ancak onunla ilgili şiir yazma geleneği sahabe dönemiyle birlikte başlamış, Hasan b. Sabit, Kâ’b b. Malik, Kâ’b b. Züheyr ve Abdullah b. Revaha, bu geleneğin öncüleri olmuşlardır.
Hz. Peygamber ve ehl-i beyt ile ilgili toplu mevlit törenleri, X. yüzyılda Suriye - Mısır bölgesinde kurulan Şiî Fatımi devletiyle birlikte tarih sahnesine çıkmış, daha sonra Memluklerle devam etmiştir. Bu anma toplantılarının Sünni muhitlerde yaygınlaşması Selahaddin Eyyübi’nin kayınbiraderi Erbil Atabegi Muzafferuddin Kökböri döneminde XIII. yüzyılda başladığı konusunda kaynaklar aynı bilgiyi vermektedirler.
Endülüslü hadis âlimi, tarihçi İbn Dihye, 1207 yılında yolu Erbil’e düştüğünde mevlit kutlamaları o kadar dikkatini çekmiştir ki bu heyecanla kaleme aldığı konu ile ilgili et-Tenvir fi mevlidi’s-sirâci’l-münir (Tercüme ve neşreden: N. Erkan-A.İ. Dündar, Bursa 2020.) isimli eserini Kökböri’ye takdim etmiş ve bin dinar ile taltif edilmiştir. Yine Endülüslü seyyah İbn Cübeyr 1183 tarihinde Mekke hatıralarını er-Rihle (Çev. Ramazan Şeşen, İstanbul, 2018.) isimli eserine kaydederken Mekke’de söz konusu günlerde Hz. Peygamber’in doğduğu evin ziyaret edildiğini ilave etmiştir.
Türk dünyası
Resulüllah aşkını terennüm eden ve Arapça kaleme alınan şiir ve methiyelere, zamanla Türk dünyasında yenileri eklenmiştir.
Türkistan coğrafyasında Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig isimli eseriyle başlayan bu yürüyüş, Edib Ahmet Yükneki’nin Atabetü’l-Hakaik’i ve Ahmed Yesevi’nin Hikmet’iyle devam etmiştir. Yesevi hikmetlerinin yeni Müslüman olmuş göçebe Türkler arasında “Yesevihanlar” tarafından makamla okunduğu bilinmektedir. Bu gelenek bugün de devam etmektedir.
Anadolu sahasında Erzurumlu Mustafa Darir ile başlayan bu gelenek, 1409 yılında Bursa’da Ulu Cami imamı Süleyman Çelebi tarafından kaleme alınan Vesiletü’n-Necat isimli eserle zirveye yürümüştür. Osmanlı coğrafyasında Türkçe pek çok mevlit kaleme alındıysa da farklı dillere tercüme edilen metin Süleyman Çelebi’ye aittir. Son yüzyıl itibarıyla Uşşaki dervişi şair Hüseyin Vassaf, Mevlid’i şerhetmiş, Hattat Kâmil Akdik yazmış, Rifaî dervişi hattat Kemal Batanay ise bestelemiştir. Süleyman Çelebi türbesinin onarılıp 1952 tarihinde yeniden ziyarete açılması vesilesiyle Ulu Cami’de okunan mevlide katılanlardan biri de Sultanahmet Camii imamı Bestekâr Sadeddin Kaynak’tır. (M. Kara, Bir Peygamber Aşığı Süleyman Çelebi ve Mevlid, Bursa, 2022, s.69.)
Osmanlı toplumunda mevlit kandillerini büyük bir manevi coşku ile ihya etme geleneği ilk yıllarla birlikte görülüyorsa da mevlit törenlerinin devlet protokolüyle birlikte yaşanması Sultan III. Murad dönemine tarihlenmektedir (1588). Sultanahmet Camii’nde ihya edilen mevlit kandilleri, devletin üst yöneticileri başta olmak üzere toplumun her kesiminin katılımıyla tam bir şehrayine/donanmaya dönüşmüş, sosyal yardımlaşmalara zemin hazırlamıştır. Durum böyle olunca Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Camii’nin 1531 tarihli vakfiyesinde mevlit için tahsisat ayrılmasında şaşılacak bir durum görülmemektedir.
2022 yılında Türk Dünyası Kültür başkenti seçilen Bursa’da iki faaliyet yıl boyu öne çıkmıştır. Süleyman Çelebi’nin vefatının 600. Yılı ve Bursa’nın kurtuluşunun 100. yılı. Ekim 1922 tarihinde Bursa’da coşkulu bir anma toplantısı tertip edilmiş, devlet erkânı Ankara’dan gelerek kutlamalara katılmış Yeşil Cami’de okunan mevlidi dinlemişlerdir. (Bu törenlere İstanbul’dan gelen heyetle birlikte katılan Yahya Kemal Beyatlı, “Akıncı” ve “Gazi Selim Giray” isimli şiirlerini okumuştur. Bk. M. Kara, Kurtuluşla Yüzyüze, Bursa, 2022, s.113.)
Mescid-i Nebevi’de Mevlit Kandili
Rumelili Eyüp Sabri Paşa (ö. İstanbul 1890) görevli olarak Hicaz’da bulunurken kaleme aldığı meşhur Mirâtü’l-haremeyn (Nşr. Ö.F. Can- F.Z. Can, İstanbul 2018.) isimli eserinde kaydettiğine göre, 12 Rebiülevvel Mekke ve Medine’de resmî tatil olup kaleden toplar atılır, o gün dükkânlar açılmazdı. İnsanlar yeni ve güzel elbiselerini giyinerek dolaşır, tebrikleşir, gece Mescid-i Nebevi’de ihya edilirdi. Sabaha karşı bab-ı nisa önünde toplanılır burada kurulan kürsi üzerinde güneşin doğmasıyla birlikte beş hatipten ilki bir hadis okuyup padişah için dua eder, diğerleri sırayla mevlidin veladet ve hicret bahirlerini okur sonuncusu da dua ederdi. İçilen şerbetlerle toplantı sona ererdi.
Mevlit metinlerini hattatlar harfleriyle, müzehhipler tezhipleriyle süslerken musikişinaslar besteleriyle bu mübarek hizmete katılmış ve âdeta tevşihler/ilahiler eşliğinde Kâinatın Efendisi’ne sunulabilecek bir şahesere dönüştürmüşlerdir. Bu güzelliği bugün yaşamanın yollarından biri de güzel sanatlarla olan ilgi ve ilişkileri biraz daha kuvvetlendirmekten geçmektedir.
Söz konusu anma merasimleri sürüp giderken 1910 tarihinde Osmanlı topraklarında resmî bayramlara dâhil olan Mevlit Kandili ile ilgili dikkat çekici bir uygulama da Ankara hükûmetince başlatılmıştır. Saltanatın kaldırılması ile ilgili kanunun 1 Kasım 1922’de Meclis’te kabul edilişinin 12 Rebiülevvel’e rastlaması sebebiyle bu günün Hâkimiyet Bayramı olarak kutlanması kabul edilmiştir. İşte 362 no’lu kanunun ilgili maddesi:
“Leyle-i vilâdet-i Hazret-i Risâletpenâhiye müsadif olup Türkiye’de saltanat-ı şahsiyenin ilgâsiyle hukuk-i saltanatın uhde-i millete istikrarını ve hâkimiyet-i milliyenin tesisini suret-i katiyyede tesbit eyleyen kararın Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edildiği 12 Rebiülevvel gecesi ile günü Hâkimiyet Bayramı addolunmuştur.” Bu bayram, 21 Mayıs 1935 tarihine kadar geçerli olmuştur. Şemseddin Mısri’nin (Ulusoy) bu bayramla ilgili bir şiiri de bulunmaktadır.
Bir renkli bilgi daha ilave edelim. İki yüzyıl önce Bursa Emirsultan Camii imamı Akif Efendi tarafından kaleme alınan mevlit, bugün Bursa’da bilinmemekte/okunmamakta fakat Kastamonu’da “Kadınlar Mevlidi” (Nşr. M. Kara, Bursa, 2015.) adıyla kadınlar kendi aralarında okumaya devam etmektedirler.
Tenkit
Yüzyıllar boyu, özellikle dergâhlarda (Derya Baş, Seyyid Ahmed el-Bedevî, İstanbul, 2008.) dervişlerin rehberliğinde yaşanan bu kutlamaların lehinde eserler olduğu gibi aleyhinde de risaleler vardır. Farklı coğrafyalarda ve değişik asırlarda bazen “çizmeden yukarı” çıkan uygulamaları normal karşılamak gerekir. Mevlit törenlerinde dinî coşkuyu son haddine kadar hisseden ve yaşayan müminler olduğu gibi onu şehvetlerine kurban edenler de vardır. Geçen yüzyılın Sovyet Rusyası’nda görüldüğü gibi din ile olan biricik bağını mevlit ile koruyanlar olduğu gibi onu eğlenceye dönüştüren, geçim vasıtası yapan “açıkgöz” ve “açgöz” ler de vardır, bundan sonra da –ne yazık ki- olacaktır. Bugün bir iki Müslüman ülke hariç Endonezya’dan Fas’a, Yemen’den Kazan’a kadar bu gelenek yaşatılmaktadır.
Mevlit törenleriyle birlikte oluşan geleneklere yapılan itirazlara cevap verenlerden biri de Bursa Ahmed Gazzî dergâhı şeyhi Gazzîzâde Abdüllatif Efendi’dir. (M. Kara, Bir Peygamber Aşığı Süleyman Çelebi ve Mevlid, Bursa, 2022, s.83.vd.)
Son söz olarak Süleyman Çelebi başta olmak üzere ortaya koydukları eser, fikir ve yorumlarıyla medeniyetimizin sacayağını meydana getiren âlim, arif ve sanatkârlarımızı rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.