Meryem DALĞIÇ
DİB Başkanlık Vaizi

Mısır tarihinde, krallık sarayında nice firavunlar hüküm sürmüştü. Ancak Velid b. Musab adlı kişi firavunların en zorbası, en zalimiydi. Kibir ve gurur abidesiydi. Büyüklük taslayarak ilahlık iddiasında bulunacak kadar haddi aşmıştı. Halkını fırkalara bölmüş, içlerinden bir topluluğu zayıf ve güçsüz bırakmıştı. İsrailoğullarını köle gibi kullanır, onlara zulmederdi. Firavun, bir gece rüyasında Beyt-i Makdis’ten bir ateşin çıktığını görmüştü. Ateş, Kıptîlerin evlerini yakmış ancak İsrailoğullarının evlerine dokunmamıştı. Rüyasını tabir ettirdiğinde kendisine şöyle denilmişti: “Benî İsrail’den bir çocuk gelecek, senin mülkünü elinden alacak ve saltanatını yıkacak!” Korkuya kapılan zalim Firavun hemen tedbir aldı. İsrailoğullarından doğacak olan tüm erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Neredeyse o kavmin tüm nesli yok edilecekti ki çocukların, bir yıl sağ bırakılıp bir yıl öldürülmesi teklif edildi. Aksi takdirde kendilerine hizmet edecek işçi ve köle bulamayacaklardı. Çocukların sağ bırakılma hükmünün uygulandığı yılda, İmran’ın iki oğlundan biri olan Harun (a.s.) dünyaya geldi. (Taberi Tarih, II, Şark İslam Klasikleri, MEB Yay.1991, s. 545.) İsminin manası “parlayan” demekti. (DİA, “Harun”, XVI, 254.) Hz. Harun da tarihe adıyla müsemma kişilerden biri olarak kaydedilecekti. Zira etrafını Hakk’ın nuruyla aydınlatan, insanları doğru yola ileten peygamberlik görevi kendisine verilecekti. Harun’dan (a.s.) bir yıl sonra kardeşi Hz. Musa doğacaktı. Ve yine o da Allah’ın (c.c.) inayetiyle korunacak ve Firavun’un öldürülme hükmünden kurtulacaktı. Üstelik Musa bebek, ilahi takdir gereği Firavun’un sarayında, onun himayesinde yetişecekti. Ne yapsa da Firavun, rüyasının gerçekleşmesine mani olamayacaktı. Kardeş iki peygamber, Allah’ın yardımıyla onun zulmüne ve saltanatına son vereceklerdi.

Aynı anne babadan dünyaya gelse de iki kardeş farklı fizyolojik ve psikolojik niteliklere sahipti. Hz. Harun kardeşi Musa’dan (a.s.) daha uzun boylu, yapılı, beyaz tenli, yumuşak huylu, lisanı da daha fasih ve iyi bir hatipti. (M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II.s.8) Risalet görevinde Musa’ya (a.s.) yardımcı olsun diye Allah (c.c.) Hz. Harun’u da peygamber seçti. İki kardeşe de hakkı batıldan ayıran Furkan (Tevrat) indirildi. (Enbiya, 21/48.) Onlar tevhid mücadelesini birlikte üstlenmişlerdi. Bu sebeple Hz. Harun, Kur’an-ı Kerimde Musa’nın (a.s.) kıssasında zikredildi. 

Hz. Harun’a Musa (a.s.) ile birlikte risalet görevi verildi 

Musa (a.s.), can düşmanıyla yan yana saray imkânlarında yaşamıştı. Fakat her yerde ve her zaman ilahi takdirin gözetimi altındaydı. (Taha, 20/39.) Nihayet olgunluk çağına ulaştığında ona ilim ve hikmet verildi. (Kasas, 28/14.) Musa’nın (a.s) risalet görevinde öncelikle Firavun’a gitmesi emredilmişti. (Taha, 20/24.) İlahi buyruğun ağırlığını omuzlarında hisseden Hz. Musa endişelenmişti. Zira Firavun gibi bir zalimi doğru yola iletmek elbette kolay değildi. Üstelik o dönem, büyünün ve göz boyama usullerinin çok revaçta olduğu bir zaman dilimiydi. Toplumu ve önderlerini akla ve idrak yeteneğine hitap eden delillerle ikna etmek gerekirdi. (Kur’an Yolu Tefsiri, III, 640.) Musa (a.s.) zorlu görevini en iyi şekilde yapabilmek için Rabbinden yardım diledi ve şöyle niyaz etti: “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden birini yardımcı yap. Kardeşim Harun’u. (Taha, 20/25-30.) Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da benimle birlikte, beni doğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Çünkü ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum. (Kasas, 28/34.) Onunla gücümü artır. Onu işime ortak et. Seni çok tespih edelim diye. Seni çok zikredelim diye. Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin.” (Taha, 20/30-35.) Yüce Allah, elçisinin duasına icabet ederek şöyle dedi: “İstediğin sana verildi ey Musa! (Taha, 20/36.) Kardeşinle seni destekleyeceğiz ve size bir iktidar vereceğiz de ayetlerimiz sayesinde size (kötü bir amaçla) ulaşamayacaklar. Siz ve size uyanlar galip gelecek olanlardır.” (Kasas, 28/35.) Böylece Allah Teâlâ, Hz. Musa’ya kardeşi Harun’u (a.s.) ihsan etmiş ve onu da peygamber olarak görevlendirmişti. (Meryem, 19/53.) 

İki kardeşin Firavun’a karşı mücadelesi

Firavun; kötülükte sınır tanımayan, halkına tepeden bakan, kibre kapılıp yaratıcısını unutan zalim bir kimseydi. (Yunus, 10/83.) Musa ve Harun (a.s), kendisini ilah gören Firavun’u imana davet edeceklerdi. İsrailoğullarını Allah’ın yardımıyla onun zulmünden kurtaracaklardı. Cenab-ı Hak, elçilerine şöyle emretti: “Sen ve kardeşin mucizelerimle gidin; beni anmakta gevşeklik göstermeyin. İkiniz beraber Firavun’a gidin, çünkü o sınırı çok aştı. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslupla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Taha, 20/42-44.) Kendisini insanların tanrısı sayacak kadar onları küçümseyen bir kibir abidesinin yanına yaklaşıp diyalog kurabilmek hiç kolay değildi. Hakk’a davette, davet kadar sözün söylenme biçimi de önemliydi. Allah (c.c.), iki kardeşin tebliğlerinde sert ve kırıcı olmamalarını yumuşak bir üslupla Firavun’u imana davet etmelerini istemişti. Nitekim üslup, bir kalbi fethetme ile kaybetme arasındaki ince çizgiydi.

Hz. Musa ve Harun (a.s.), Allah’tan aldıkları emirle O’nun gözetiminde Firavun’un sarayına giderek ona şöyle dediler: “Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını hemen bizimle birlikte gönder; onlara eziyet etme! Biz, senin Rabbinden bir ayet getirdik. Kurtuluş, hidayete uyanlarındır.” (Taha, 20/47.) Firavun şaşırmıştı zira kendisini halkına ilah olarak tanıtmıştı. Kibirli, alaycı ve küstah bir tavırla “Rabbiniz de kimmiş, ey Musa? dedi.” Musa (a.s) şöyle cevap verdi: “Bizim Rabbimiz her şeye özüyle ve biçimiyle varlık veren, sonra da işin yolunu yordamını gösterendir. (Taha, 20/49-50.) Yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten yağmur indirendir.” (Taha, 20/53.) 

Firavun ile Allah’ın elçileri arasında bir dizi konuşma geçti. Firavun, küstahça sorular sordukça onlar da anlamlı ve hikmetli cevaplar verdiler. Ancak Firavun’un her sorusunda aldığı cevaplara rağmen inkârı daha da ziyadeleşti. Zira o, sorularını anlamak ve iman etmek için sormamıştı. Önyargılıydı, hakikate karşı kör ve sağırdı. İnkârı aklını ve kalbini örtmüş, onu daha da ahmaklaştırmıştı. Nihayetinde o, ne yapacağını bilmez bir şekilde Musa’yı (a.s.) nankörlükle suçladı. (Şuara, 26/18-19.) Daha da ileri gitti, “Benden başkasını tanrı edinirsen yemin ederim ki seni zindanlarda süründürürüm!” dedi. (Şuara, 26/29.) Akabinde ondan peygamberliğine delâlet edecek mucizeler göstermesini istedi. (Şuara, 26/31.) Cenab-ı Hak, elçilerini tarihin hiçbir evresinde inkârcılar karşısında yardımsız bırakmamıştı. Her peygamberi, o dönemde yaşayan insanların aşina oldukları harikulâdelikler ile desteklemişti.  Kardeş iki peygamberin zamanında ise sihir yaygındı. Nitekim Yüce Allah, onlara da bu minvalde yardım etmişti. Musa, (a.s.) hemen orada beyaz el ve asa mucizeleriyle Allah’ın elçisi olduğunu bir kez daha ispatladı. (Araf, 7/107-108.) Ancak tüm bu delillere rağmen Firavun ve adamları iman etmediler. Üstelik Hz. Musa ve Hz. Harun’u sihir yapmakla suçlayarak şöyle dediler: “Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar.” (Taha, 20/63.) 

Allah’ın elçilerinin sihir yaptığını iddia eden zihniyet, o ikisinin alıkonulmasını ve sihirbazlar toplamak üzere şehirlere adamlar gönderilmesini teklif etti. (Şuara, 26/36; Araf, 7/111-112.) Nihayet şehirlerin tüm usta sihirbazları ile iki kardeş, mahşerî bir kalabalık önünde karşı karşıya geldi. Sihirbazlar, marifetlerini sergilemek üzere iplerini ve değneklerini attıklarında onlar yürüyor gibiydi. (Taha, 20/66) Atma sırası Hz. Musa’da idi. Asasını attığı anda o, hepsini yutuverdi. Bunu gören sihirbazlar hemen secdeye kapanarak “Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik” dediler. (Araf, 7/121-122; Taha, 20/70.) Zira bu sihir değildi, hakikatin ta kendisiydi. Tüm bu hadiseler yaşanırken Hz. Harun, daima Hz. Musa’nın yanındaydı, onun yardımcısı ve destekçiydi. Firavun ve sihirbazlara karşı birlikte vakur, asil bir duruş sergilemişlerdi. Yüce Allah’ın inayetiyle onları mağlup etmişlerdi.

Hz. Harun, Hz. Musa’nın vekiliydi

Yüce Allah, Musa’yı (a.s.) mikâta, (sözleşilen vakitte) Tûr-i Sina’ya davet etmişti. Orada kendisine dinin esasları öğretilecekti. (Kur’an Yolu Tefsiri, II. 585-586.) O’nun yokluğunda, Hz. Harun milletinin başına geçecek, ona vekâlet edecekti. Hz. Musa, kardeşine: “Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yolunu izleme.” dedi. (Araf, 7/142.)  Hz. Harun, azim ve kararlılıkla kavmini uyarmaya devam etti. Ancak İsrailoğulları tevhid inancını zedelemek için hemen harekete geçti. İçlerinden Samiri adlı bir hilebaz, altından bir buzağı yaptı ve onları bu puta tapmaya ikna etti. (Taha, 20/88.) Hz. Harun, İsrailoğullarının haddi aşan tavırları karşısında sürekli öğüt vererek, “Ey kavmim! Siz bununla yalnızca imtihan edildiniz. Doğrusu sizin Rabbiniz ancak Rahman’dır. Öyleyse bana uyun ve emrime itaat edin.” (Taha, 20/90.) dediyse de onlara bir türlü sözünü dinletemedi. 

Hz. Musa kavminin yanına döndüğünde, onların Allah’ı (c.c.) unutup buzağı heykelini ilah edindiklerini görünce çok kızdı. Öfkeden elindeki levhaları yere fırlattı. Ardından Hz. Harun’un üzerine yürüdü. (Araf, 7/150.) Kardeşine, “Ey Harun! Saptıklarını gördüğün zaman bana uymana ne engel oldu? Yoksa emrime karşı mı geldin? (Taha, 20/92-93) diyerek çıkıştı. Hâlbuki Harun (a.s.), kavmini engellemek için çok çabalamıştı, lakin İsrailoğulları onun uyarılarını dikkate almamıştı. Harun (a.s.) kendisini savunarak kardeşine şöyle dedi: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum. (Taha, 20/94.) Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma.” (Araf, 7/150.) 

Musa (a.s.), kardeşinin savunmasını dinlediğinde onun hatasız olduğunu anladı. Kavminin yaptıklarını ve sapkınlıklarını hatırladı. (Araf, 7/138.) Öfke ve sertliğinden ötürü Allah’a şöyle yalvardı: “Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! ” (Araf, 7/151.)

Hz. Harun’un adı, Musa (a.s) ile birlikte ebedîleşti. Cenab-ı Hak, iki elçisini Kitab’ında şöyle zikretti: “Onları doğru yola ilettik. Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık. Musa’ya ve Harun’a selam olsun. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Çünkü onlar mümin kullarımızdan idiler.” (Saffat, 37/118-122.)