Es Sabûr ne demektir?
Sözlükte “tahammül etmek, kendini tutmak, sızlanmamak” anlamındaki sabr kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olan sabûr “çok sabırlı” demektir.
Allah’a nisbet edildiğinde ise “günahkârları cezalandırma konusunda acele etmeyip lütfuyla muamele eden” manasına gelir.
Allah Teâlâ’nın “Sabûr” oluşu, kullarının binbir çeşit edep ve saygı dışı hâllerini görüp durduğu ve onları bir anda cezalandırmaya kudreti bulunduğu hâlde bunu ertelediğini göstermektedir. Bu yönüyle sabır vakti yönetmektir. Yüce Rabbimiz bir işi, vakti gelmeden yapmak için acele etmez. Yapacağı işlerin bir mühleti vardır, kendi koyduğu bu kurala riayetle her işi, ne geç ne de erken, zamanı gelince icra eder. Bu manaları dikkate alan ulema Sabûr ile “temkinli davranan, kızgınlıkla hareket etmeyen” anlamındaki Halîm isminin muhtevalarında yakın bir ilişki görmüştür. Ancak hilimde sabırdan daha ileri bir tahammül ve hoşgörü mânası vardır. Hilim kavramının hoşgörü, af, sabır ve akıldan oluşan dört erdemi içerdiği belirtilir. İnsanlar çoğu zaman ya ne yapacaklarını bilemediklerinden veya güçleri yetmediğinden bağışlar ve sabrederler. Allah Teâlâ ise ne yapacağını bildiği ve dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde bağışlar ve sabreder. İlme dayanan hilm ve güçlü olduğu hâlde affetme; işte Yüce Allah’ın yüce ahlakı.
Sabır
Bir ahlak terimi olarak sabır “üzüntü, sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” gibi manalara gelir. Zıddı telaş, kaygı ve yakınmadır. Sabır aynı zamanda “aklın ve dinin yapılmasını gerekli gördüğü şeyleri yerine getirebilmek, yapılmamasını istediklerinden uzak durmak için nefsi kontrol altında tutma” diye de açıklanmıştır.
Bir hadiste sabrın kişiyi telaştan ve yanlış işler yapmaktan koruyucu özelliği, “Sabır ışıktır.” sözüyle ifade edilmiştir. (Müslim, Taharet, 1; Tirmizî, Daavat, 86)
Sabır, hiçbir şey yapmadan beklemek değildir. Bu tembelliktir. Gerçekte sabır, istenmeyen durumdan kurtulmak için gerekeni yaparken aceleci olmamak, doğanın hızına uymaktır. Bu yönüyle sabır, sebat göstermek demektir.
Sabrın dinî hükmü, yani fazilet sayılıp sayılmaması katlanılan sıkıntının mahiyetine göre değişir. Gazzâlî’ye göre haramlardan uzak durmada ve dinî görevlerin ifasında tahammül gösterme şeklindeki sabır farz; dinen mekruh olandan uzak durma şeklindeki sabır mendup; can, mal ve namusunun saldırıya uğraması karşısında, ayrıca gereksiz yere açlığa, susuzluğa katlanma anlamındaki sabır haram; bedenine zarar verecek derecedeki acılara katlanma şeklindeki sabır mekruh; dinen yapılmasında bir sakınca olmayan konularda sabır göstermek de mübahtır.
Kur’an-ı Kerim’de Sabır
Kur’an-ı Kerim’de sabır başta Resulullah olmak üzere peygamberlere ve insanlara nisbet edilmiş, erdemli bir davranış olarak emredilmiş, sabır gösterenlere dünyada ve ahirette yönelik iyi sonuçlar vadedilmiş ancak sabır, Allah’a izafe edilmemiştir. Bununla birlikte çeşitli ayetlerde eğer bozguncuların fiillerine hemen mukabelede bulunmayı murat etseydi, Allah’ın yeryüzünde bir tek canlı bile bırakmayacağı ancak onları belli bir zamana kadar ertelediği belirtilmekte, böylece sabır kavramının içeriği dolaylı olarak Allah’a nisbet edilmektedir. (Nahl, 16/61; Kehf, 18/58; Fâtır, 35/45)
Kulların göstermesi gereken sabır ise yüze yakın ayette çeşitli isim ve fiil kalıpları ile yer alır. Bu ayetlerde genellikle sabrın önemi üzerinde durulmakta, sabırlı davrananlar yüceltilmekte ve onlara verilecek mükâfatlar anlatılmaktadır. (Bakara, 2/155-157; Âl-i İmrân, 3/142; Nisâ, 4/25; Ra’d, 13/20-24; Nahl, 16/96; Mü’minûn, 23/110-111; Muhammed, 47/31) Kur’an’a göre sabır, dini tebliğde azim ve sebat gösteren peygamberlerin niteliklerindendir. (Ahkâf, 46/35) Bir kimsenin kendisine kötülük edenleri adil bir şekilde cezalandırması haktır ancak sabır göstermesi daha hayırlıdır. Bu da ancak Allah’ın ihsanı sayesinde olur. (Nahl, 16/126-127) Kötülükleri güzellikle karşılayarak düşmanlıkları dostluğa çevirenler, bunu ancak sabırla başarabilir. (Fussilet, 41/34-35) Özellikle savaş durumunda sabır gösterip disiplinli davranan müslümanları Allah melekleriyle destekleyeceğini vadetmiştir. (Âl-i İmrân, 3/125) Kur’an hayatta insanın başına gelen musibetlerin bir imtihan olduğunu, bu imtihanı sabırlı olanların kazanacağını bildirir. (Furkân, 25/20) Bu sebeple müslümanlar Allah’tan sabır dilemeli (Bakara, 2/250; A’râf, 7/126) ve kendileri sabırlı davrandığı gibi birbirlerine de sabrı tavsiye etmelidir. (Beled, 90/17; Asr, 103/3)
Sabûr Tecelli Ederse
Sabûr ismi insanda tecelli ederse nasıl bir ahlakın ortaya çıkacağını görmek için ahlak ve tasavvuf kaynaklarında yüzlere varan sabır tanımlarının ortak noktalarına bakmak gerekir. Zira tanımlar o kavramın bütün içeriğini kuşattıklarından sonuçları da orada görmek mümkün olur. Bu tanımları gözden geçirdiğimizde sabrın özünün sebat etmek ve dayanmak olduğunu görürüz. Bu da insanın hilm konusundaki meziyetine bağlıdır. Yukarıda da değindiğimiz gibi hilm sabrı da içine alan geniş bir ahlaki terimdir. Bu nedenle hilmi fazla olanın sabrı da fazla olur.
Hilmin zıddı olan gazab da sabırsızlık şeklinde tezahür eder. Öfkeli insanlar var olan öfkelerini yansıtacak gerekçeler aradıklarından hayatın sıradan olaylarında dahi (kırmızı ışık yandığında veya kalabalık bir caddede yürürken) sinirlenirler. Bu durum onların öfkelerine gerekçe aramalarından kaynaklanır. İnsan doğuştan acelecidir. Sabır ise sonradan, ego eğitimi sırasında öğrenilir. Bu da gereken yerde, beklemeyi öğrenmekle olur. Beklemeyi öğrenmek, dürtü yönetimini de öğretir. Aceleci kişiler, pek çok konuda hata yapıp hayat yarışında elenirler. İnsan ilişkilerinde sabır son derece önemlidir. Zira öfkeyi kontrol etmek, stresi yönetmek ve düşünerek konuşmak sabır gerektirir.
İnsan ilişkileri açısından sabır ile zillet arasındaki farka da dikkat etmek gerekir. İbn Hazm başımıza gelen sıkıntı başkaları yüzünden ise burada gösterilecek sabrı üç kategoriye ayırarak bu konuda zihnimizin netleşmesine yardım eder. Ona göre; bize gelen kötülük güçlü birinden ise ona sabretmek fazilet değil zavallılıktır. Zayıf birinden ise bu durumda sabretmek iyilik ve fazilettir. Eğer kötülük kendi dengimiz olan birinden geliyorsa bu durumda bilerek yapıp yapmadığına bakılır. Eğer bilmeden yapmışsa ona sabretmek bir olgunluk belirtisidir, eğer bilerek eziyet etmişse buna katlanmak bayağılıktır.
Başımıza gelen musibet kullardan değil de Hak’tan ise o zaman da Ali Osman Tatlısu bu musibetin ecri ile beraber geldiğini, eğer sabredersek o ecri alacağımızı; aksi durumda ise hem belaya uğrayıp hem de ecrini kaçırmış olacağımız için musibetin birken iki olacağını söyler. Ona göre Hak’tan gelen ecri kaybetmek musibetin kendisinden daha ağırdır.
Kuşeyrî ve Gazzâlî gibi mutasavvıf âlimler kişinin sabır alıştırmaları yapmak suretiyle halîm mertebesine ulaşabileceğini söyler. Nefsin arzu ettiği ama akla dine aykırı olan işlerden kendini tutmak; akla ve dine uygun olduğu hâlde nefsin arzu etmediği şeylerde ise kendine bir disiplin uygulayarak onları yerine getirmek bu eğitim sürecinin en önemli şartıdır. Bu süreçteki en büyük motivasyonumuz cennetin nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle; cehennemin de daima nefsin hoşuna giden şeylerle çevrili olduğunu hatırlamaktır. Kişilik gelişimi açısından baktığımızda bu ismin tecellisi ile insanda şu ahlak gerçekleşir: Sıkıntılı durumlarda tahammül gücü, işlerin tamamlanmasında sürece riayet, günaha sürükleyen içsel dürtüleri kontrol ve hâkimiyet, iyiliğe engel olacak nefsani duyguları fark edip durdurabilmek.
Yukarıda da belirtildiği gibi her işin vaktini gözetmek, yani zamanlamaya riayet Sabûr isminin tecellisidir. İşin vaktini gözetmek sabır gerektirdiği gibi işi ifa ederken gereken özeni göstermek de sabır ister. Dolayısıyla işlerini vaktinde ve itina ile yapanlar bu isim ile ahlaklanmış kimselerdir. Mükemmel bir dengeye ulaşmışlardır. Bu noktada esma-i hüsnanın ilki olan lafza-i celalin tecellisinde de bu mükemmel dengeden bahsettiğimizi hatırlamak gerekir. Demek ki dinin başı da sonu da dengedir. Her şeye hakkını vermektir. Hiçbir ciheti abartmadan veya ihmal etmeden, ahlakı bir bütün olarak geliştirmektir.