Malik ve Melik isimlerinin anlamı nedir?
Sözlükte “malik ve sahip olmak” anlamındaki “milk/mülk/ melk” kökünden türemiş olan bu ism-i şerif “görünen ve görünmeyen âlemlere, gerçek anlamda hâkim olup dilediği gibi tasarrufta bulunmak” anlamındadır. Kısaca, Allah Teâlâ’nın dünya ve ahiretteki tartışılmaz ve hiçbir kayıtla sınırlanamaz hükümranlığını ifade eder.
Kur’an “mülk” ve “milk” mastarlarından türetilmiş çeşitli kelimeleri kullanmak suretiyle “her türlü hükümranlığın” Allah’a ait olduğunu vurgulamaya büyük önem vermiştir. (Âl-i İmrân, 3/189; Fâtır, 35/13; Mülk, 67/1; En’âm, 6/75; A’râf, 7/185; Mü’minûn, 23/88; Yâsîn, 36/83) Bu manada mutlak melik/malik ancak Allah’tır. Hayatı bile kendi elinde olmayan beşerin bu sıfatlarla nitelenmesi ise asaleten değil, vekâleten; hakikaten değil mecazendir.
“Milk” insanlar üzerindeki hâkimiyeti; “mülk” ise eşya üzerindeki tasarruf yetkisini ifade eder. Buna göre “milk” mastarından türeyen “Melîk” umumun menfaati için toplumu çekip çeviren kudretin adıdır. Bu “çekip çevirme”; tedbir alma, kural koyma ve davranışların akıbetine dair vaat ve vaid düzenlemelerini hukukun verdiği yetki ile icra etme yoluyla olur. Yönetmenin kurallar yoluyla olması Allah için dahi böyledir. O her davranışını bir kurala bağlayarak (sünnetullah) “Âlemlerin Rabbi” olma yetkisininasıl kullanacağını daha en baştan kullarına bildirmiş; bu şekilde mülk üzerinde kuralsız melikiyetin olamayacağını göstermiştir.
Fâtiha’daki “malik-i yevmi’d-din” (din gününün maliki) ifadesi kıyamet günü, insanın bu dünyadaki görece malikiyetinin elinden alınıp yalnızca ezelî ve ebedî malik olan Allah’ın hükümranlığının kalacağını belirtir. (İnfitâr, 19; Mü’min, 16) İşte o gün, sadece, bu dünyadayken Allah’ın gerçek Melîk olduğuna iman etmek suretiyle Rabbani memleketin vatandaşlığını kabul edenler mutluluk paylarını (derecelerine göre) alacaklar; diğerleri asıl hükümdar olarak o tek Melîk’i kabul etmediklerinden sonsuz nasipsizliğe düçar olacaklardır.
Kur’an-ı Kerim’de dünya ve ahirette mülkün Allah’a ait olduğunu anlatan bazı ayetlerde bu ifadeyi takiben Cenab-ı Hakk’ın emniyet veren, selam ve selamet sahibi olan, rahmet edici, insanların Rabb’i oluşunu teyit eden isimlerinin gelişi (Fâtiha, 1/1-4; Haşr, 59/22-23; Furkân, 25/26; Nâs, 110/1-2) Rabbimizin gücünün kemaline rağmen affı, güven ve selamet vermeyi, rahmetinin tecellisini öne aldığını gösteren ümit verici ifadelerdir.
Cenab-ı Hakk’ın tasarruf yetkisinin görünen âlemle ilişkisini melikü’l-mülk oluşu ifade ederken görünmeyen âlemlere hâkimiyetini de malikü’l-melekût oluşu ifade eder. Bu nedenle Allah’ın yönetme ve emretme yetkisini hem zahirine hem bâtınına hâkim kılan kişiye mümin; sadece zahirine hâkim kılana “münafık”; iç dünyasında bu yetkiyi kabul ettiği hâlde dış dünyadaki gerçekliğe bunu yansıtamayana da “fasık” denmiştir. İnsanın Allah’ın bu çift yönlü malikiyetini kavrayabilmesi için de ona hem baş hem de kalp gözü verilmiştir.
Mâlik İsmi Tecelli Ederse
Kuşeyrî, Allah’ın yegâne malik olduğu bilincine ulaşan kimsenin herhangi bir mahluka boyun eğmeyeceğini söyler. İnsanların gücü elde etmek için onuru ve ahlaki ilkeleri terk edip para için her şeyi yapmaya hazır olmaları, bu imkânlara sahip olan muktedir insanların kendilerinde sonsuz bir güç vehmetmelerine neden olmaktadır. Bu nedenle, herhangi bir gücü elinde tutan kişilerin, bu güçle her kapıyı açabileceklerini sanmaları biraz da çevrelerindeki insanların bütün ilişkilerini güce göre düzenlemelerinden kaynaklanır. Yani bizler malikü’l-mülke değil de dünyevi güçlere itibar ettikçe onların üzerimizdeki zorbalıklarını besleyerek geliştirmiş oluruz.
Bununla birlikte sadece dış dünyadaki güçlere boyun eğmemek bizi erdemli yapmaya yetmez. Kişi zahirî özgürlüğünü kazanırken nefsine ve bedenine hâkim olmayı gözden kaçırmamalı, iç dünyasının sultanı olmanın yolunu da ihmal etmemelidir. Allah Teâlâ bize kendi mülkünden bir süreliğine bir nasip verdiğinde bundan dolayı kendimizi bir şey sanıp mağrur olacağımıza o mülk vesilesiyle Allah Teâlâ katında kalıcı olan mevkileri kazanmaya çalışmalıyız. İnsan mülkün sahibine karşı olan ibadet ve kulluk görevlerini unutup sadece çevresine yaptığı iyiliklerle de kendini bir şey sanmamalıdır. Unutmayalım ki hayvanların büyük kısmı da insanlara fayda sağlar ama bu onların cennete gitmelerine yetmez.
Yine bu ism-i şerifin lütfuyla kendisine mülk ihsan edilmiş olan kişi Allah Teâlâ’nın mülkün hakiki sahibi olarak mülkünde nasıl davrandığına bakıp kendisi de öyle davranmalı; hasisliğe kalkışmadığı gibi saçıp savurma yanlışına da düşmemelidir. Mülkün asıl sahibinin Yüce Allah olduğunu bilip insanları mülklerine göre değerlendirmemelidir. Bütün bunlara ilaveten Melîk isminin tecellisi olarak yeryüzünde herhangi bir işi yönetme mevkiinde olan kişi o işin her safhasına tam olarak hâkim ve sahip olmalıdır. Çünkü çoğu kere zafiyetten ve yetersizlikten kaynaklanan yönetim boşluğu mülkün elden gitmesine neden olur.
Sonuç olarak bu dünyada sahip olduğumuzu sandığımız her şey aslında emaneten bize verilmiş geçici bir dünyalıktan başka bir şey değildir. Biz ve bizim olduğunu sandığımız her şey tamamen Allah’a aittir. Bu hususta yanlışa düşmemek içinse O’nun mülkünde bir anlığına misafir bulunan yolcular olduğumuzu unutmamak gerekir.