Bir “insanın sevdiği kimse veya sevdiği iş yüzünden gelecek sıkıntılara…” katlanması gerektiğini anlatmak için “Gülü seven dikenine katlanır.” deriz. Bu atasözünü genellikle etrafında kusursuz insan arayanlara ya da işlerinin sürekli tıkırında gitmesini isteyenlere böyle bir şeyin mümkün olmadığını anlatmak için kullanırız. Zaten dünya, aldığımız her nefesle ve attığımız her adımla sınandığımız bir yerdir. O sebeple şikâyet etmek yerine, idare etmenin ve birbirimizi anlamanın yollarını aramak lazımdır.
Sözgelişi toprakla uğraşan bir kişi sırf “ellerim nasır oluyor” diye ekip biçme işinden vazgeçerse kendine başka bir meslek aramak zorunda kalabilir. Böyle birinin spora yatkın olduğunu varsayalım ve bir spor dalına geçiş yaptığını düşünelim. Bu işin de terlemek veya sakatlanmak gibi kendine göre birtakım zorlukları vardır. Yani zorluklarına katlanmadığımız sürece hangi iş kolunda çalışırsak çalışalım o işten verim alamayız. Üstelik insani ilişkilerimizi geliştirmek için de aynı yolu izlemek zorundayız.
İyi de bunu niçin yapalım?
Tabii ki gönül dünyamızı ve yaşadığımız çevreyi daha yaşanılır ve daha güzel bir yer hâline getirmek için yapalım. Şunu da unutmayalım ki sevdiğimiz kimselerin ve dostlarımızın sıkıntılarına katlanmadığımız sürece onlarla ilgili olumsuz düşüncelere kapılırız. Bu düşünceler gönlümüzde öylesine devasa bir yer kaplar ki sonunda gönül dünyasında kendimize ait bir yaşam alanı bulamayız. Esasında insanın bu zorluğu aşmasının bir yolu vardır.
Sahi, o yol da nedir?
Kesinlikle affedici olmaktır.
“Ne kadar manidardır ki ‘bağışlamak’ kelimesi dilimizde ‘affetmek’ anlamına geldiği gibi, ‘karşılık gözetmeden vermek’ anlamına da gelir. ‘Bağışlamak’, bir bakıma ‘bağışta bulunmaktır.’ Affetmek suretiyle insan aslında gönül dünyasını kin, nefret ve düşmanlık duygularından arındırdığı için kendisine, cezalandırmaktan vazgeçtiği için suçluya ve nihayet intikam peşinde koşmayıp huzursuzluğa sebebiyet vermediği için de topluma adeta ‘bağışta bulunmuş’ gibidir.”
Bu ahlak üzere yaşayan kimse, hiç tanımadığı kimseleri bile idare etmesini bilir. Şimdi bununla ilgili kısa bir hikâye dinlemeye ne dersiniz?
O hâlde başlayalım: Vaktiyle herkesin hürmet ettiği bir bilgeye, halktan birisi gelerek derdini anlatmaya başlar. Derdini anlatan kişi istemeden uygunsuz bir ses çıkarır ve çok mahcup olur. Durumun farkına varan bilge de sesini biraz yükseltip: “Evladım, ne dediğini anlamıyorum. İyice yaşlandığım için seni güçlükle duyabiliyorum zaten. Buraya niçin geldim, demiştin?” der.
Bilgenin kulaklarının ağır işittiğini sanan kişi de rahat bir nefes alır ve derdini yüksek sesle anlatıp gider. İşin hikmet tarafı bundan sonra başlıyor; bilge, yanına gelen o kişinin iyi işittiğini öğrenip de tekrar utanç duymaması için, onun vefatına kadar sanki kulakları az duyuyormuş gibi yaşamaya devam eder.
Bu ne güzel bir ahlaktır böyle!
Şimdi bu misalden yola çıkarak herkes kendi gönül dünyasına bir ayna tutsun. Bakalım ortaya nasıl bir manzara çıkacak.