Dr. Lamia LEVENT ABUL
DİB Diyanet İşleri Uzmanı

Madde ile manadan müteşekkil olan insanoğlu, bedeni, nefsi, aklı ve ruhu arasındaki muvazeneyi sağladığında dünya ve ahiretini mamur edecek olgunluğa erişir. Ancak hayat gailesi içerisinde insan daha ziyade maddi ihtiyaçlarını karşılama ve nefsani hazların peşinde koşma gibi bir gafletle malul olduğundan mana dünyasını ihmal edebilir. Bu ihmal ise gaflet karanlığına düşürür insanı. Bu öyle bir karanlıktır ki rüyada olan kişinin kendisini uyanık sanması gibi yanılsama hâlidir. Sufiler, insanın manevi dünyasıyla irtibat kurması için bu gaflet uykusundan uyanması ve aradaki karanlık perdeleri fark edip açması gerektiğini söylerler. Hep uyanık, dikkatli ve rikkatli olmanın yolu ise her hâlini gözetlemek, yani murakabe hâlinde olmaktan geçer. 

Murakabe, kulun sürekli olarak Cenab-ı Hakk’ın (c.c.) gözetimi altında bulunduğunun idrakinde olması hâlidir. İnsanın manevi âlemine dalarak huzur hâlini zevk etmesi ancak her an Rabbin huzurunda olduğu şuuruna erişmesi ile mümkün olur. Her şeyi görüp gözetleyen (Ahzab, 33/52.) Hak Teâlâ’nın (c.c.) her an bizimle olduğu ve bütün yaptıklarımızı hakkıyla gördüğü (Hadid, 57/4.) şuurunda olmak murakabedir ve aynı zamanda bu ihsan üzere Rabbimize kulluk yapmak anlamına gelir. Murakabeyle ihsan birbiriyle ilişkili hâllerdir. Hz. Peygamber Cibril hadisinde ihsanı; “Allah’a sanki onu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah’ı görmüyorsan da şüphesiz o seni görür.” (Buhari, İman, 37.) şeklinde tarif etmiştir. Abdullah b. Mübarek kendisinden nasihat isteyen kişiye “Allah ile murakabe hâlinde ol.” demiş ve murakabe hâlini şöyle açıklamıştır: “Sürekli olarak ulu ve yüce Allah’ı görüyormuş gibi ol.” (Feridüddîn-i Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Kabala Yayınevi, İstanbul 2007, s. 217.) Cenab-ı Hakk’ın (c.c.) er- Rakîb ism-i şerifiyle tüm mahlûkatını görüp gözettiğini kalplerinden çıkarmayanlar O’na en güzel kıvamda, yani ihsan üzere kullukta bulunurlar.

Muhyiddin İbnü’l- Arabi murakabeyi hayâ murakabesi ve kalp murakabesi olarak ayırmıştır. “Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu o?” (Alak, 96/14.) ayeti hayâ murakabesine işaret eder. İnsanın iç âleminde tecelli eden Hak Teâlâ’nın ayetlerini temaşa etmesi de (Zariyat, 51/21.) kalbin murakabesidir.  (Süleyman Uludağ, Murakabe, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 31, s. 204.) Yüce Rabbimiz (c.c.) hayâ edilmeye en layık olandır. O,  kalplerimizdekini hakkıyla bildiğinden kalplerimizden geçenlere de dikkat etmek lazımdır. İmam Gazali aşağıdaki hadis-i şerifi murakabeye delil olarak göstermiştir ki aynı zamanda hayâ murakabesinin nasıl olduğuna da işaret eder: “Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnı ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının ziynetini terk etmeli, ahireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” (Tirmizi, Kıyame 2.) 

Allah’ın (c.c.) kalplerimizde olan her şeyden haberdar olma farkındalığı manasına gelen murakabeyi sufiler “Allah’ın sana nazar etmekte olduğunu mülahaza ederek kalbine gelen her nevi düşünceden sırrını (iç âlemini) korumaktır.” şeklinde açıklamaktadırlar. (Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yay. İstanbul 1999. s. 274.) Her türlü hayrın kaynağının murakabe olduğunu söyleyen Kuşeyri, kulun önce muhasebe etmesi gerektiğini ifade eder. Kul geçmişte işlediklerinden ötürü nefsini muhasebe eder. Devamında durumunu düzeltir, Hak yolda yürür. Bu aşamada kalbini dikkatle ve güzelce denetler. Her nefes alış verişte Allah’ın rızasını düşünürse Allah Teâlâ’yı (c.c.) bütün hâlleriyle murakabe etmiş olur. (Kuşeyri, Risale, s. 271.) İnsan, iç dünyasına dönerek, kalbî olarak derinleşip tefekküre dalarak Cenab-ı Hakk’a yakınlık sırrına mazhar olur. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu yakınlığı şöyle ifade etmektedir: “Allah’a yakarırken kulun dili, duası zikri yoktur. Dua, zikir, münacat Allah’a uzaklık durumunda söz konusudur. Allah’a yakınlık durumunda sükût, sükûnet ve sadece murakabe ile yetinip bu şekilde ondan faydalanmak söz konusudur.” 

Murakabe ile iç âlemine yönelen kişi dikkatini kalbi ve nefsi üzerine yoğunlaştırır. Kalbinden ve zihninden geçen düşünceleri kontrol eder. Hakk’a yönelerek O’ndan başka her şeyi unutur. Cüneyd-i Bağdadi murakabeyi bir kediden öğrendiğini söyler. Bir gün fare deliği önünde pür dikkat bekleyen ve tüm her şeyden sıyrılarak fare deliğine dikkat kesilen kedinin hâlinin murakabe konusunda kendisini irşat ettiğini söyler büyük sufi. 

İmam Gazali, murakabenin nasıl yapılacağı konusunda ayrıntılı izahatlar verir. Öncelikle kişi amel işlemeye başlamadan önce murakabe yapmalıdır. Kalbine gelen düşüncelerin melekten mi yoksa şeytandan mı geldiğine bakmalı, o ameli nefsi için mi Allah için mi yaptığına dikkat etmelidir.  Daha sonra ameli yerine getirme esnasında murakabe etmelidir. İnsan, günah, taat ve mübah olmak üzere üç türlü amelde bulunur. Günah işleme esnasındaki murakabe, günahını neden işlediğini tefekkür etmek ve arkasından pişmanlığını dile getirip tövbe etmek şeklinde gerçekleşir. Taatte murakabe, o taati ihlas ve samimiyetle işleyip işlemediğine bakmaktır. Yemek, içmek ve uyumak gibi mübah amellerdeki murakabe ise bu mübahları edeple, Allah’ı hazır, nazır görerek her zaman huzurda olduğu şuuruyla yerine getirmektir. Amelden sonra olan murakabe ise kişinin her gün yatarken o gün yaptıkları için nefsini muhasebe etmesidir. (İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, ter. Ali Arslan, Ataç Yayınları, İstanbul 2019, s.657-663.) 

Her an Cenab-ı Hakk’ın (c.c.) huzurunda olduğu idrakine kavuşan kişinin niyeti halis hâle gelir, düşünceleri ve davranışları saflaşır, amellerini ihlas ve samimiyetle ifa eder. Cenab-ı Hak ile rabıtası kuvvetlendiği gibi diğer insanlara ve varlıklara da ihsan şuuru ile muamele eder. Bunlar Allah’ın has kullarıdır. En başta gönüllerini her daim murakabe ederek bu şuura ulaşırlar. Hz. Mevlana’nın ifade ettiği gibi: “Sübhan’ın huzurunda gönüllerinizi koruyunuz ki sonra gönüllerinizden geçen kötü düşüncelerden dolayı utanmayasınız. Çünkü O, halis sütün üçündeki siyah kıl gibi bütün gizli şeyleri, düşünceleri, her şeyi görür.”