Yeryüzünün insanoğluna emanet edilmiş olduğu, her akıl sahibinin kolaylıkla fark edebileceği bir gerçekliktir. İnsana yeryüzünde büyük yetkiler tanındığı ve yeryüzünün bütün unsurları ile bir şekilde insanın varlık gereksinimlerine karşılık geldiği aşikârdır. İnsan herhangi bir canlı değildir. İrade sahibi ve akıllı, dolayısıyla da tercihte bulunabilen bir varlık olarak insan, dünyayı etkileyebilmekte, dünyayı olumlu ya da olumsuz olarak şekillendirebilmektedir. Onun gerek kendi hemcinslerine gerekse de içinde yaşadığı çevreye, zarar ya da fayda verebilecek hatta daha geniş bir perspektiften baktığımızda dünyayı imar ya da imha edebilecek kabiliyetleri olduğunu biliyor/görüyoruz. Bu özelliklerinden dolayıdır ki insan, dünyayı kana ve zulme boğabileceği gibi bütün canlılar için emniyet içinde yaşanabilir bir saadet yurdu da yapabilir. Bütün bu imkan ve tercih alanlarının arka planında insanın Allah tarafından yeryüzünde halife kılınmış olması (Bakara, 30) ve dünyanın insan için bir imtihan alanı kılınması hakikati yatmaktadır. (En’am, 165; Hud, 7; Mülk, 2. Ayr. Bkz. İnsan, 2-3.)
Hz. Peygamber’e (s.a.s.) verilen en büyük mucize ve Allah’ın kullarına indirdiği son vahiy olan Kur’an-ı Kerim, büyük bir emanetle yeryüzüne gönderilen (Bakara, 38; Ahzâb, 72) insana, tabiata ve diğer canlılara karşı doğru yaklaşımın nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. Hz. Süleyman ve karınca kıssası tam da bu hususu ortaya koyan bir mahiyet taşımaktadır.
İlgili ayetlere göre kendisine başka hiçbir faniye verilmemiş bir saltanatın verildiği Hz. Süleyman, insan, cin ve kuşlardan müteşekkil ordusuyla karınca vadisinden geçerken bir karıncanın "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler" dediğini duymuş, karıncaya tebessüm etmiş, meşhur duası ile Allah’a yalvarmıştır. (Neml, 18)
Ayetlerde verilen mesajlar çok önemlidir. Süleyman (a.s.) ihtişamlı ordusuyla giderken o küçük karıncayı ve kavmini görmezlikten gelmemiş, onların sesine kulak vermiştir. O en güçsüz ve zayıf diyebileceğimiz canlının kavmine karşı duyduğu sorumluluk bilincini ve endişesini görmüş ve dahası karıncaların kendisini tanıdığını fark etmiştir. Hatta kendisine ait bir ordunun haksız yere hiçbir canlıya bilerek zarar vermeyeceğinden karıncanın emin olduğuna şahit olmuştur. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 355-357) Süleyman (a.s.) bu olay karşısında tebessüm etmiştir. Zira esasında gördüğü bu manzara onun (a.s.) kendisine verilen emanete nasıl sahip çıktığına dair küçük bir canlının yaptığı şehadet anlamına da gelmesi yanında onun Allah’ın verdiği nimetlerin ve gücün büyüklüğü ile kibirlenip şımaran, zayıflara karşı hoyratca davranan, küçükleri görmezden gelen biri olmadığını da dillendirmiş olmaktadır. Nerden bakılırsa bakılsın bu olay Hz. Süleyman’a Allah Teâla’nın çok büyük bir rahmeti, özel bir ikramı idi ki o (a.s.) da hemen duaya koyulmuştur. O küçücük canlı kendisine kulluğunu, Allah’ı kendisine verdiği nimetlerin büyüklüğünü, yüklendiği ağır mesuliyeti ve Allah’ın yardımına olan ihtiyacını en derinden hissettirmiş, şimdiye kadar gösterdiği hassasiyetin de boşa olmadığını göstermiştir. Hz. Süleyman’ın dilinden şu niyaz dökülmüştür: "Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!" (Neml, 19).
Bu duadaki her bir ifade de ibretlik ve dikkate değerdir. Çünkü inanan bir insanın portresini, hayata bakışını, Allah’tan ne istediğini, dünyada hangi türden davranışlar sergileyip kimlerle beraber olmak isteyeceği bu duada görülebilmektedir. Dünyada nasıl olmalıyım? sorusuna bu dua başka bir açıdan cevap vermekte, insana kulluğun esaslarını ve dünya hayatında takip edeceği yolu aydınlatmaktadır.
Son tahlilde Kur’an’da anlatılan bu olay Müslümanlara bir kulluk perspektifi sunmakla birlikte tabiatı ve içindeki canlıları da tanıtmış olmaktadır. Onların da bir canı olduğu, bizlerden beklentilerinin bulunduğu, onların da bir ümmet olup sorumluluklarına sahip çıktıkları bu ayetlerde bize gösterilmektedir. Ayrıca onların aleyhimizde veya lehimizde şahit oldukları, yaptığımız iyiliklerin ve kötülüklerin de asla boşa olmayacağı da bize haber verilmiş olmaktadır.
Kur’an’da sunulan bu perspektiften sonra günümüz güç sahiplerinin dünyaya ve insanlığa karşı nasıl bir yaklaşıma sahip olduklarına bakmak herhalde önem kazanmaktadır. Güç sahiplerinin kimyasal, nükleer ve biyolojik silahlarla zayıf gördükleri insanlara, tabiata, karada ve denizde canlılara neler yaşattıklarına Süleyman (a.s.) ve karınca kıssası penceresinden bakmamız gerekmektedir. Ama asıl hayıflanılması gereken durum Kur’an’a sahip olan Müslümanların da dünyaya yeterli katkıyı sunabilecek konumdan uzak oldukları gerçeğidir. Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki bugün dünya kendi basit çıkarları ve konforu için katliamlar yapmaktan geri durmayan, çevreyi, tabiatı hoyratça kirleten bir anlayışa değil haksız yere, bilmeden acaba bir karıncaya zarar verir miyim diye düşünen güç sahiplerine hasrettir. Yazımızı bir başka güçlü Süleyman olan Kanuni’nin hocası Ebussuud’la karıncalar hakkındaki yazışması ile bitirelim.
Dırahtı ger sarmış olsa karınca
Zarar var mı karıncayı kırınca?
Yarın Hakkın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca!