İslamiyet, Allah Teâlâ’nın insanlığa Hz. Muhammed’in (s.a.s.) risaletiyle gönderdiği en son dolayısıyla da en mükemmel dinin adıdır. Bu dinin pek çok üstünlük ve ayrıcalığı haiz olduğu dikkatli bakan herkesin görebileceği bir gerçekliktir. Bu bağlamda İslam’ın kendine has üstün meziyetlerinden biri olarak ihsan kavramı başlı başına önemli bir konu hüviyetindedir. Öyle ki İslam’ı hayata doğru bir şekilde aktarabilme ve güzel bir hayatın yolu, ihsan kavramının özümsenmesinden geçmektedir diyebiliriz.
İhsan kelimesi sözlük anlamı itibariyle güzellik, güzelleştirme ve bir şeyi güzel yapma, güzel hale getirme gibi anlamlara gelmektedir. Istılahi anlamıyla ise kişinin ibadet kapsamına girebilecek her türlü iş, davranış ve tutumunu Allah Teâlâ’nın kendisini gördüğünü bilerek O’nun (c.c.) beğenisini ve rızasını kazanacak şekilde yapmaya çalışmasıdır. Daha kısa bir tanımlamayla Allah’ın gördüğü bilinciyle insanın Allah’a güzel kulluk yapma gayretidir.
İhsan kavramının İslam’da hayati derecedeki özel konumunu biz Cibrîl hadisinden (bkz. Buhari, İman, 36; Müslim, İman, 1) öğrenmekteyiz. Bu hadis-i şerif dinin temellerini ortaya koyan hatta âlimler tarafından “ümmü’s-Sünne” (sünnet- seniyye’nin temeli), olarak tanımlanan bir hadis-i şeriftir.
Hadis kısaca şöyle özetlenebilir: Hz. Peygamber’e (s.a.s.) bir yabancı gelerek iman ve İslam nedir? diye sormuş, aldığı cevapları tasdik ettikten sonra bu kez “ihsan nedir?” diye sormuştu. Hz. Peygamber (s.a.s.) de, “ihsan, Allah Teâla’yı görüyormuşçasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da şüphesiz O (c.c.) seni görüyor”, şeklinde kısa ama bir o kadar da özlü bir cevap vermişti. Kıyametin vaktini de soran bu yabancı, kıyametin vaktini değil ama alametlerine dair cevabı aldıktan sonra uzaklaşıp gözden kaybolmuştu.
Ashab-ı Kiram’ın hayretle ve şaşkın bakışlar içinde izlediği bu olayda ne soru soran alelade biriydi ne de sorular öylesine sorulardı. Bu sorular, İslam’ın özünü, niteliğini, hayat ve kulluk bilinci ortaya koyan; dinin temelini ve bir anlamda dinin mertebelerini gösteren sorulardı. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) herkesin hayret ve ilgiyle takip ettiği bu diyalogdaki şahsı “soru soran Cebrail (a.s.) idi. Size dininizi öğretmek için geldi” ifadeleriyle açıklığa kavuşturmuştu.
Bu hadis-i şerifte iman ve İslam sorularından sonra ihsanın ne olduğunun da sorulması, İslam’ın tam olarak öğrenilmesi, anlaşılması ve doğru bir şekilde yaşanabilmesinde ihsan bilincinin önemini göstermektedir. Başka bir ifadeyle, iyi bir Müslümanlık için, İslam’ın gereği olan fiil, düşünce ve tavırların, ihsan bilinciyle, (Allah Teâlâ’nın gördüğünü bilerek) yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla hadis-i şerifte ihsan kavramının yer almasıyla kulluğa bambaşka bir şuur ve ayrı bir hassasiyet kazandırılmış olmaktadır. İhsan vurgusu ile kulluğun, riya ve gösterişten uzak, Allah her an görüyor ve biliyor, “önemli olan Allah Teâla’nın görüp bilmesi” düşüncesi ile “güzel olacağı” estetik bir üslupla vurgulanmış olmaktadır. Dolayısıyla amellerin görünmeyen kısmının da en az görünen kısmı kadar güzel olması gerektiği idrakimize nakşedilmiş olmaktadır.
Bu itibarladır ki İslam’da yücelip Allah katında üstün bir değere ulaşmak için dinin emir ve yasakları sadece göstermelik/şekilci, görev savmacı bir yaklaşımla değil, aksine Allah’ın beğenmesi saikiyle, dinin beklentisi ve hedeflerini anlayıp içselleştirmek suretiyle, aklın ve gönlün, zahirle batının beraberce etkin olduğu bir samimiyetle yapılması gerekmektedir. Kulluk gerekleri bu şekilde gönülden ve Allah’a has kılınmış bir farkındalıkla “güzelce” (ihsanla) yapılınca kul için üstün mertebelerin kapıları açılmakta, dünya ve ahiret saadeti olarak ifade edilebilecek nimetler, kâmil anlamda gerçekleşmektedir. Zira İslam, güzelliği fark edebilecek şekilde yaratılan insanoğlundan gerek Rabbine karşı kulluğunda gerekse de ailesine, tabiata ve canlılara karşı tutum ve davranışlarında ihsan bilinci/güzellik hassasiyeti istemektedir. Nitekim Allah Rasülü (s.a.s.): "Allah her şeyde güzelliği emredip yazmıştır; savaşta da kurban keserken de güzellikle hareket edin” buyurarak en ekstern durumlarda bile hoyratlıktan, acımasızlıktan ve çirkinlik tavırlarından uzak durmanın gerekliliğini vurgulamaktadır. (Müslim, Sayd, 57.) Onun için İslam güzellik üzerine kurulmuş, insanlara güzellikleri getirip güzelliklere sebep olmuştur diyebiliyoruz.
Daha pek çok ayet ve hadiste karşımıza çıkan ihsan bilinci, Müslümanın ibadetlerine, davranışlarına ve düşüncelerine bir temizlik, nezaket ve zarafet katmakta, Müslümanın hayatından çirkinliği, aşırılığı, acımasızlığı ve nobranlığı kaldırmaktadır. Bundan dolayı da Müslümandan vahşilikler, pervasızca çirkinlikler değil, aksine her davranış ve tutumunda özenli güzellikler, nezaket ve zerafet beklenmektedir.
Başka bir anlatımla İslam, ihsan bilincini gerekli görmesiyle dışa yansıyan kulluk ifadelerinin, ibadetin ruhuna uygun bir düşünce ve temiz bir niyeti haiz olmasının önemini vurgulamaktadır. Bu ihsan /güzellik vurgusu, ibadetlerin Allah Teâlâ’nın dışındaki her türlü amaç ve beklentilerden arındırılıp Allah’a has kılınan bir öze sahip olmasını gerekli kıldığı kadar yapılan iyilik ve salih amellerin görünürlüğü ve miktarından çok, kimin için, ne şartlarda, nasıl ve ne beklentilerle yapıldığının önemini de dikkate değer bir husus olarak öne çıkarmış olmaktadır. Esasında bu hususiyeti İslam’ın madde ve mana uyumuna verdiği öneme en güzel örnek olarak vermek ve bu imtizacı İslam’ın en belirgin özelliklerinden birisi olarak tespit etmek de mümkündür. Zira İslam, ihsan kavramıyla birlikte yalnız şekil veya yalnız manadan ibaret değil, aksine bu ikisinin imtizacıyla en iyi şekilde anlama ve yaşama imkânına kavuşulabilen bir din olduğunu göstermiş olmaktadır.
Sonuç olarak İslam dininde temel bir unsur olarak tanımlanan ihsan bilinci ile insanın bütün ibadet ve diğer davranışlarında görünen ve görünmeyen güzelliklerin hedeflendiği açıkça ortaya koyulmaktadır. Dolayısıyla İslam, ihsan kavramını hem dindarlığın en temel bir makbuliyet unsuru haline getirmiş hem de bu bilinci insanın olumsuz yönlerinden kaynaklanabilecek kötülükleri engelleyip onların yerine güzellikleri ikame edecek bir prensip olarak tanımlamış olmaktadır. Bunun sonucu olarak da İslam, ilk geldiği ve yaşanmaya başladığı andan itibaren güzellikler getirmiş; insanı, toplumu, hayatı güzelleştirmiş, yepyeni bir anlayış tertemiz bir zihniyet inşa edebilmiştir. Nitekim ortaya koyduğu medeniyet de her anlamda güzelliklerle dolmuş, bu güzellik sadece dindarlıkta değil ilimde, sanatta ve mimari de zamana meydan okuyan şaheserlerle kendini göstermiştir. Gerek o muazzam İslam eserlerinde, gerekse tarihte yer etmiş o muhteşem ahlaki örnekliklerde İslam’ı yüzeysel değil “ihsan derecesinde” anlayıp yaşayabilmenin etkisini görmemiz gerekmektedir. Allah Teâlâ’nın gördüğü ve O’nun rızasını kazanmanın asıl olduğu bilinciyle yapılan işler, yalnızca Allah katında değil aynı zamanda kullar nezdinde de özel bir güzelliğin somut olarak temaşa edilmesine imkân sağlamıştır. Bu doğrultuda olmak üzere ihsan vurgusuyla dikkat çeken bu hadis-i şerifle, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) insanı, davranışlarını, hayatı ve toplumu güzelleştiren temel ilkeleri de getirdiği, dikkatlere sunulmuş olmaktadır. Tabiri caiz ise iman ve İslam hamuruna “ihsan mayası” katılmış, her alanda üstün bir medeniyetin temelleri böyle atılmıştır. Bu medeniyet, tevhidî kulluk esası üzerine kurulu, samimiyet özlü, adalet ve merhamet yüklü, ilimle yükselen, sanatla insanı kendine meftun eden, bütün çağlara hitap eden bir medeniyettir. Dolayısıyla da onun (s.a.s.) risaleti, ihsan unsurunu temele alarak tabiatla barışık, insani değerleri koruyup yücelten, huzur ve mutluluk taşıyan, çağlara meydan okuyan bir medeniyet olarak tarihe yön vermiştir. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in risaletiyle en son din olarak gönderilen İslam, karşı karşıya bırakılmak istendiği bütün zorluklara rağmen gün geçtikçe daha da güçlenip yayılmaya devam etmektedir.
- - - -