Bünyamin ALBAYRAK
Ahmet ÜNAL

Balkan topraklarında tohum olarak ekilen, Anadolu topraklarına kök salıp meyveye duran, nadide ve örnek kişiliğiyle müstesna bir din görevlisi. Milletine, tarihine, kültürüne, millî ve manevi değerlerine sıkı sıkıya bağlı, sorumluluk duygusu yüksek, iyi bir düşünür, münevver bir aydın, öncü bir âlim, Ali Yakup Cenkçiler.

Ali Yakup Cenkçiler, 1913’te Kosova eyaletinin Priştine sancağına bağlı Gilan kasabasında dünyaya gelir. Babası Hafız Hüseyin Efendi, annesi ise Hurişah Hanım’dır. Ali Yakup Cenkçiler’in sülalesi Arnavut asıllı İşkodra katoliklerindendir. Bu yüzdendir ki ailesi “İşkodralılar” adıyla anılagelmiştir. Ataları, Osmanlılar Balkanlara geldikten sonra Müslüman olan Ali Yakup Hocamız bu hususa şöyle işaret etmiştir: “Bugün eğer biz Müslüman olarak kültürümüze bağlı bireyler olduysak bu Osmanlı’nın sayesindedir. Rabbim Osmanlı’dan razı olsun. Topraklarımıza geldiler, bize kendimizi hatırlattılar, Müslüman olmamıza, böylelikle dünyamızı iyiliğe ve ahiretimizi cennete çevirmemize vesile oldular. Şayet Osmanlı gelmemiş ve İslam’ı bizimle tanıştırmamış olsaydı bizlerin hâli nice olurdu? Unutmayın ki bu sadece benim sözüm değil, bütün Balkanların görüşüdür. Osmanlı’yı çok sevdiğimden ve savunduğumdan dolayı bana hayret edenler var. Ben de onlara diyorum ki ‘Azizim! Osmanlı nasıl sevilmez! Onların sadece Balkanlara değil bütün İslam âlemine, hatta tüm dünyaya büyük hizmetleri olmuştur. Bu aziz millet, hak ve hakikat yolunda nice şehitler verdi, tertemiz kanlarını akıttılar, çok büyük fedakârlıklara katlandılar. Bu sebepledir ki kim bu yüce millete ihanet ederse asla iflah olmaz! Tarih boyunca iflah olmamıştır, iflah da olmayacaktır.’”

Dindar bir ailede büyümeye başlayan Ali Yakup, kendisinden büyük iki ablasının hafızlık yaptıklarına şahit olur. Kendisi de tıpkı babası ve ablaları gibi hafız olmayı çok arzular. Ancak buna muvafık olmaz. Hafız olamamanın üzüntüsünü ise hayatı boyunca içinde taşıyacaktır. Nitekim gün gelecek, Mısır’a gittiğinde orada merhum Ali Ulvi Kurucu ile tanışacaktır. Ali Ulvi Kurucu, kendisinin yedi dil bildiğini öğrenince takdir edecek, bunun üzerine Ali Yakup Hoca hafızlığın ilim yolculuğunda ne kadar değerli bir hazine olduğunu ifade eden şu cevabı verecektir: “Azizim! Keşke yedi dil bilmeseydim de sizin gibi bir hafız olsaydım.”

Ali Yakup, ilkokulu bitirir bitirmez Gilan Medresesine gider. Üç yıl sonra eğitimini tamamlayarak genç yaşta icazet alır. Ali Yakup Hoca, ilim yolunu seçtikten sonra medrese eğitimini daha ileri seviyeye götürme yollarını arar. Bu arayış, onu 1927’de Üsküp Meddah Medresesine götürür. Bu medresede Ataullah Efendi’den İslami ilimleri öğrenirken Seyfeddin Efendi’den de belagat ve Türk edebiyatı dersleri alır.

Ali Yakup Hoca için ilim yolunda durmak yoktur. Araştırmaları ve yaptığı istişareleri neticesinde düşüncelerini gerçekleştirmenin yolunu Mısır’a, Ezher Üniversitesine gitmekte bulur. 1936 yılında Mısır’a gider ve zorlu bir süreçten sonra Ezher Üniversitesine kayıt yaptırır. Sonra da Mısır’a gelip yerleşen son Osmanlı ulemasını aramaya başlar. Nihayetinde Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile tanışır. İkisi arasında daha ilk görüşmede sıkı bir dostluk başlar ve bu dostluk 1954 yılında Mustafa Sabri Efendi’nin vefatına kadar artarak devam eder. 

Yirmi yıldan fazla kaldığı Mısır’da eğitimini tamamladıktan sonra önünde pek çok seçenek beliren Ali Yakup Hoca’nın küçük yaşlardan beri hayali Türkiye’ye gitmektir. Kahire Üniversitesi kütüphanesinde görevli iken Mısır’ın Ankara Büyükelçiliğine bir tercüman arandığı haberini alır. Aradığı fırsat kapısına gelmiştir. Sınava girer ve üstün bir başarıyla kazanır. 1957 yılında canından aziz bildiği Anadolu’ya doğru yola çıkar. Ali Yakup Hoca, Ankara’ya gelir gelmez bir yandan büyükelçilikteki görevini sürdürüp diğer yandan da hizmet edebileceği eğitim kurumları, ihlaslı ve kabiliyetli talebeleri aramaya başlar. Ancak ne böyle bir eğitim yuvası ne de talebe bulabilir. Bu sebeptendir ki görevinden istifa eder ve nasibini İstanbul’da aramaya karar verir. Ali Yakup Hoca İstanbul’a geldiğinde başını sokabileceği bir yeri yoktur. İstişare yapmak üzere yıllar önce Mısır’da tanıştığı, kendisiyle hacca gittiği ve çok sevdiği arkadaşı Beyazıt Camii başimamı merhum Abdurrahman Gürses’in yanına gider. Gürses Hoca, onu evinde kalmaya zorla ikna eder ve bir yıl bu ilim yuvası evde misafir olarak kalır. Bir yıl sonra bir fabrikada muhasebecilik işi bulan Ali Yakup Hoca, Abdurrahman Gürses ve eşinin delaletiyle 1961 yılında cefakâr, vefakâr, dindar ve tam bir Osmanlı hanımefendisi olan Muammer Hanım ile evlenir. Ali Yakup Hoca, İstanbul’da çalışmaya başladığı bu iş yerinden emekli oluncaya kadar bir yandan işini hakkıyla yapmış diğer yandan da ilim yolunda önüne çıkan en küçük fırsatları değerlendirerek ilim taliplerine İslami ilimleri öğretmeye gayret etmiştir.

Ali Yakup Hoca emekli olduktan sonra tüm öncü âlimlerin yaptığı gibi ilim öğrenmek ve öğretmekten bir an olsun geri durmaz. Öncelikle medreseye çevirdiği evinde orta ve yükseköğrenim gençliğinden isteyenlere özel dersler vererek birçok talebe yetiştirir. Nihayet yıllardır hayalini kurduğu ve hasretiyle yanıp tutuştuğu bir ilim ortamına kavuşur. İstanbul Haseki Eğitim Merkezinde 1976-1980 yılları arasında tefsir, kelam ve belagat dersleri verir. Aynı zamanda Tuğba Kız Kur’an Kursu öğrencilerine Arapça okutur. Emir Buhari, Mihrimah Sultan, Mesih Paşa ve Atikali Paşa camilerinde programlı bir şekilde İhya-u ulumi’d-din, Edebü’d-dünya ve’d-din, Medarikü’t-tenzil ve Divanü’l-mütenebbi gibi eserleri takip ederek vaaz / irşat faaliyetlerinde bulunur.

Ali Yakup Cenkçiler Hoca Mayıs 1983’te felç olur, beş yıl bu hastalığa sabreder. 22 Mayıs 1988’de İstanbul’da vefat eder. Başta yetiştirdiği talebeleri olmak üzere binlerce seveninin duaları ile Fatih Camiinde kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı’na defnedilir. Sözlerimizi Ali Yakup Cenkçiler’in, hayatını iki cilt hâlinde kaleme alan Mustafa Atalar Bey’in şu sözleriyle sonlandıralım: “Ali Yakup Hoca’nın hayatta en çok sevdiği, en çok değer ve önem verdiği şey ilim ve irfan yolunda olmak, okumak, okutmak ve adam yetiştirmekti. O, hiçbir karşılık beklemeden, seve seve ilim öğretmeye ve insan yetiştirmeye kendisini adamış gönüllü bir hizmet eriydi. Kendisine gelen hiçbir insanı geri çevirdiği vaki değildir.”

Bu vesileyle ömrünü ilme, talebe yetiştirmeye adayan Ali Yakup Cenkçiler Hocamız olmak üzere, hak ve hakikati insanlığa ulaştıran tüm öncü âlimlere Yüce Rabbimizden rahmet diliyoruz. Cenab-ı Hak, bizlere de hocamızın yolundan gidebilmeyi, onun gibi canla başla tüm insanlığa hizmet edebilmeyi nasip eylesin.