#KEŞFET

İlk ezan uygulaması ne zaman başlamıştır?

Ezan, Müezzin ve Minare ne anlama gelmektedir?  “Sâhibü'l-ezân" olarak anılan sahabi kimdir? Ezanın Sözleri “Müezzinlerin efendisi” olarak bilinen sahabi kimdir? Peygamber Efendimiz (sas) tarafından görevlendirilen müezzinler kimlerdir?

Abone Ol

Ezan, Müezzin ve Minare ne anlama gelmektedir?

Sözlükte “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilân etmek” mânasında bir masdar olan ezan kelimesi terim olarak farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı ifade eder. Aynı kökten gelen müezzin “ezan okuyan kimse”, mi’zene de “ezan okunan yer” (minare) demektir.

Mâna ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslâm için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed’in (sas) O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felâh) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur.

Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hadis-i Şerifler'de Ezan

Ezan sünnet yoluyla meşrû kılınmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de de teyit edilmiştir.

Ezan kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde “bildiri, ilâm” mânasında geçerken (et-Tevbe 9/3) terim anlamında ezana nidâ kökünün türevleriyle iki âyette, “Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır” (el-Mâide 5/58); “Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın” (el-Cum‘a 62/9) meâlindeki âyetler de işaret edilmiştir.

Ezan sözlük anlamında ve çeşitli fiil kalıplarıyla yedi âyette (meselâ bk. el-Bakara 2/279; el-A‘râf 7/167; el-Hac 22/27), müezzin de yine bu çerçevede “çağrıcı, tellâl” mânasında iki âyette (A‘râf 7/44; Yûsuf 12/70) yer almaktadır.

Hadislerde ise ezan kelimesi terim anlamında hem isim olarak hem de çeşitli fiil kalıplarıyla sıkça geçmektedir.

Hadis-i Şeriflerde geçen ezanla ilgili bazı hadisler şunlardır:

Hafs b. Âsım b. Ömer b. Hattâb'ın, babası aracılığıyla dedesi Ömer b. Hattâb'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

Müezzin "Allâhü ekber, Allâhü ekber" dediğinde sizden biri de "Allâhü ekber, Allâhü ekber" derse; sonra müezzin, "Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh" dediğinde o da, "Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh" derse; ardından müezzin, "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh" dediğinde o da, "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh" derse; sonra müezzin, "Hayye ale"s-salâh" dediğinde o, "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" derse; sonra müezzin, "Hayye ale"l-felâh" dediğinde o, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" derse; ardından müezzin "Allâhü ekber, Allâhü ekber" dediğinde o da "Allâhü ekber,  Allâhü ekber" derse; sonra müezzin "Lâ ilâhe illâllâh" dediğinde o da bütün kalbiyle "Lâ ilâhe illâllâh" derse, cennete girer.” (Müslim, Salât, 12)

Nadr b. Süfyân, Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiştir:

“Resûlullah (sas) ile birlikteydik, derken (namaz vakti girdi ve) Bilâl kalkıp ezan okudu. Bitirdiğinde Resûlullah (sas) şöyle buyurdu:

"Kim gönülden inanarak bunun söylediklerini söyler (ezanı tekrar eder)se cennete girer." (Nesâî, Ezân, 34)

Enes b. Mâlik'ten nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ezan ile kâmet arasında yapılan dua geri çevrilmez.” (Ebû Dâvûd, Salât, 35)

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar ezandaki ve birinci saftaki (sevabı) bilselerdi, ezan okumak ve birinci safta yer almak için aralarında kura çekmekten başka bir yol bulamazlar ve (sonunda) kura çekerlerdi...” (Müslim, Salât, 129)

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Müezzin, sesini ulaştırmak için ne kadar güç sarf ederse o kadar bağışlanır. Kuru ve yaş (ne varsa hepsi) onun lehine şahitlik eder. (Cemaatle) namaza katılan kimseye de yirmi beş namaz (sevabı) yazılır ve iki namaz arasındaki (günahları) affedilir.” (Ebû Dâvûd, Salât, 31)

Câbir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kim ezanı işitince, "Ey bu mükemmel davetin ve kılınan namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e sana yaklaştıran her türlü vesileyi ve fazileti ihsan et. Onu, kendisine vaad etmiş olduğun Makâm-ı Mahmûd'a kavuştur." derse kıyamet günü şefaatim ona helâl olur.” (Ebû Dâvûd, Salât, 37)

Peygamber'in (sas), “Müezzini işiten hiçbir cin, insan, ağaç, taş yoktur ki, (kıyamet günü) onun lehine şahitlik etmesin.” (İbn Mâce, Ezân, 5)  ya da bir başka hadisinde, “Müezzin, sesini ulaştırmak için ne kadar güç sarf ederse, o kadar bağışlanır. Kuru ve yaş (ne varsa hepsi) onun lehine şahitlik eder. (Cemaatle) namaza katılan kimseye de yirmi beş namaz (sevabı) yazılır ve iki namaz arasındaki (günahları) affedilir.”  (Ebû Dâvûd, Salât, 31)

İlk ezan uygulaması ne zaman başlamıştır?

Namaz, Mekke’de farz kılınmasına rağmen Müslümanların Mekke’de açık bir şekilde cemaat hâlinde ibadet etmeleri mümkün olmamıştır. Bu yüzden orada namaz için bir yerde toplanmayı sağlayacak bir çağrı vasıtasına da ihtiyaç duyulmamıştır.

Mekke döneminde mescitte inşa edilmemiştir. Zaman zaman Hz. Erkam’ın evinde gizlice toplu namaz kılınıyordu. Müslümanlar Müşriklerin baskılarından dolayı namazı açıkta kılamamışlardır. 

Zira Kureyş’in ileri gelenleri, Müslümanların evlerini mescit gibi kullanmalarına dahi müdahale ediyorlardı.

Hicretle Medine’de biraraya gelen Müslümanlar Resûlullah (sas) rehberliğinde yeni bir toplum oluşturmuşlardır. Burada yaptıkları ilk faaliyet bir mescit inşası olmuştur. 

Mescit inşasına rağmen namaz vaktinin geldiğini bildirecek ve inananların bir araya gelmelerini sağlayacak bir çağrı vasıtaları yoktu.

Allah için, Resûlü için, İslâm’ı daha iyi ve daha özgür yaşayabilmek için Medine’de toplanan sahâbe, namaz vaktinde hepsini aynı anda bir araya gelmeye çağıracak bir araca ihtiyaç duymaktaydı.

Bu duruma bir çare bulmak için aralarında istişareye başladılar. Namaz vaktinin girdiğini duyurmak ve hep birlikte huzura durarak yakarmak için Rabbin evinde toplanılacağını haber vermek üzere sahâbeden bazıları, diğer din mensuplarının ibadete çağrı vasıtalarını kullanmayı teklif ettiler. Kimi, "Hıristiyanlar gibi çan çalabiliriz." derken, kimisi de, "Yahudilerin yaptığı üzere boynuz şeklindeki bir boru ile çağrıda bulunalım." diyordu.

Hatta bazıları, Mecûsîlerle özdeşleşen ateş yakmayı ve bunu namaza davet işareti olarak kullanmayı bile gündeme getirdi. Doğrusu bunların hiçbirisi gönüllerine sinmiyordu. Bir başka dinin ibadete çağrı yöntemini kullanmak, başta Hâtemü’l-Enbiyâ (sas) olmak üzere, sahâbenin ileri gelenlerine makul gelmiyordu.

Yine böyle bir toplantıda içlerine sinen bir karara varılamayınca, Hz. Ömer'in Resûlullah’a (sas), "Namaza çağıracak birini gönderseniz" demesi üzerine Allah Rasûlü (sas), "Ey Bilâl, kalk da namaza çağır!" buyurdu. Bu dönemde bir müddet sokaklarda “es-salâh es-salâh”(namaza namaza) diye dolaşılarak ilâhî huzura davette bulunuldu. Ancak namaza bu şekilde çağırmak da insanlara güç gelmeye başladı. Güneş tutulması gibi olağanüstü durumlarda kılınacak namazlarda ise halkın hemen namaza toplanması için çağrıda bulunuluyordu. Ancak gittikçe çoğalan Müslüman kitlenin bu şekilde de bir araya toplanması imkânsız olmaya başlamıştı.

Çare neydi, huzura çağrı nasıl olmalıydı? “Allah’ım yardım et!” diye, ellerinden çok gönüllerini açmışlardı göklere. 

“Sâhibü'l-ezân" olarak anılan sahabi kimdir?

Medineli ilk Müslümanlardan olan Abdullah b. Zeyd, tarihe İkinci Akabe Biati adıyla geçen ve Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinin hazırlık toplantısı anlamına gelen görüşmeye katılanlardan biriydi.

Dahası o, Müslümanların inançları uğruna giriştikleri ilk savaş olan Bedir başta olmak üzere Uhud, Hendek ve diğer seferlerin tümüne katılma şerefine nail olmuştur.

Abdullah b. Zeyd, üzüntülü ve düşünceliydi. Ailesinin yemek teklifine, “Resûlullah’ın (sas) namaza çağrı için üzüntülü hâlini gördükten sonra bir şey yiyemeyeceği” karşılığını verdi ve hemen yatağına yattı. Sabahı beklemeden alacakaranlıkta namazdan önce, heyecanla Hz. Resûlünün yanına koştu ve “Ey Allah’ın Resûlü! Ben rüyada elinde çan olan bir adama, "Ey Allah’ın kulu! Bu çanı bana satmaz mısın?" dedim.

"Onu ne yapacaksın?" dedi.

"Onunla insanları namaza çağıracağız." dedim.

"Sana bundan daha iyisini göstereyim mi?" dedi. 

Ben de ona, "Tabi" dedim ve bana ezanı öğretti.” dedikten sonra, benliğine kazınan huzura çağrının lafızları ağzından dökülüverdi dedi.

Peygamberimiz (sas), “Bu kesinlikle hak bir rüyadır. Hemen Bilâl ile beraber kalk, çünkü onun sesi seninkinden daha gür ve güzeldir, sana söylenenleri ona öğret de bu şekilde (namaza) çağırsın.” dedi. (Tirmizî, Salât, 25) Bundan dolayı Abdullah b. Zeyd ,“sâhibü’l-ezân” diye şöhret buldu. 

Ezanın Sözleri

الله أكبر الله أكبر
الله أكبر الله أكبر

أشهد أن لا إله إلا الله
أشهد أن لا إله إلا الله

أشهد أن محمدا رسول الله
أشهد أن محمدا رسول الله

حي على الصلاة
حي على الصلاة

حي على الفلاح
حي على الفلاح

(الصلاة خير من النوم)
(الصلاة خير من النوم)

الله أكبر الله أكبر
لا إله إلا الله

“Allâhü ekber, Allâhü ekber, Allâhü ekber, Allâhü ekber [dört defa] (Allah en büyüktür)
Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh, Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh  [iki defa] (Allah’tan başka ilah olmadığına şehâdet ederim) 
Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh, Eşhedü enne Muhammeden [iki defa] (Resûlullâh  Muhammed’in (sas) Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet ederim)
Hayye ale’s-salâh, Hayye ale’s-salâh [iki defa] (haydi namaza)
Hayye ale’l-felâh, Hayye ale’l-felâh [iki defa] (haydi kurtuluşa)
 Allâhü ekber, Allâhü ekber [iki defa] (Allah en büyüktür)
Lâ ilâhe illâllâh.” (Allah’tan başka ilah yoktur)

Sonra Abdullah, rüyasında gördüğü yeşil elbiseli kişinin, namaza başlarken aynen ezanın sözlerini tekrar etmesini ve “Hayye ale"l-felâh” tan sonra iki defa “Kad kâmeti"s-salâtü” (Namaz başlamıştır) ifadesini ilâve etmesini söylediğini de anlattı.

Peygamberimizin (sas )“Müezzinlerin efendisi” olarak iltifat ettiği sahabi kimdir?

Peygamber Efendimiz (sas) tarafından görevlendirilen müezzinler kimlerdir?

Hz. Peygamber’in (sas) gönlü huzurluydu artık; ezanı ümmetine bir şiar olarak bahşeden Allah’a hamd ederek, okunması için daha sonraları mescitte yüksek bir yer tahsis etmiş ve  Hz Bilâl’i de, “Sesi gür ve tatlıdır.” diye müezzini olarak görevlendirmiştir. 

Server-i Enbiyâ’nın ilk müezzini olma şerefine eren Hz. Bilal Peygamberimizin (sas) “müezzinlerin efendisi Bilâl”  iltifatına da mazhar olmuştur.

Peygamber Efendimiz (sas), İbn Ümmü Mektûm künyesiyle meşhur olan görme engelli sahâbî Abdullah b. Zâide’yi Bilâl ile birlikte Medine’de, Sa’d b. Âiz Karaz"ı da Kubâ’da müezzin olarak görevlendirmiştir. Kaynaklarda Ziyâd b. Hâris es-Sadâî’nin de zaman zaman müezzinlik yapmak üzere görevlendirildiği kaydedilmiştir.

Bir yolculuk esnasında sesinin güzelliğini duyduğu Ebû Mahzûre’ye ezanı bizzat öğretip Mekke’ye müezzin tayin etmiştir.

Rivayetlerde Allah Resûlü’nün yirmi kadar kişiye ezan okutup dinlediği ve içlerinden Ebû Mahzûre’nin sesini beğenerek ona ezanı öğrettiği nakledilmektedir.

Yalnızca sabah ezanında geçen,“es-Salâtü hayrun mine"n-nevm” sözü ne anlama gelmektedir?

Bilâl-i Habeşî bir gün sabah namazı için uyandırmak üzere Hz. Peygamber’in (sas) evine varmıştı. Allah Resûlü’nün (sas) hane halkı onun henüz uyanmadığını söyleyince, Hz. Bilâl, ezanın, “Hayye ale'l-felâh” tan sonrasına yüksek sesle, “es-Salâtü hayrun mine'n-nevm.” (Namaz uykudan daha hayırlıdır.) ibaresini eklemişti. Peygamberimiz (sas) bu sözle uyanmış ve çok beğenmiştir. Hz. Bilal’e her sabah ezanında bu sözü eklemesini istemiştir. (Dârimî, Salât, 5) 

“Tesvîb” ne demektir?

Sabah ezanında, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra iki defa, “es-Salâtü hayrün mine’n-nevm” (namaz uykudan hayırlıdır) sözü tekrarlanmasına “tesvîb” denilir.

Minarelerin İnşaa edilme sebebi

Hz. Bilâl’in, ilk zamanlarda Neccâroğullarına ait bir kadının evinin damına çıkıp ezan okumasından, ardından da Mescid-i Nebevî’de tahsis edilen yüksek yerde ezan okumasından ve Hz. Peygamber’in (sas), “Bütün Müslümanların aynı namazı aynı anda kılmaları beni memnun eder. O kadar ki, bütün evlere namaz vaktinin geldiğini ilân edecek adamlar göndermeyi bile düşündüm. Hatta bazı kişilere damların üzerine çıkıp, namaz vaktinin girdiğini ilân etmelerini emretmeyi bile kalbimden geçirdim.” (Ebû Dâvûd, Salât, 28) buyurmasından hareketle, ezanın simgesi olarak minareler inşa edilmiştir.

Önce ezanın simgesi olan minareler zaman içinde İslâm’ın simge ve sembolü hâline gelmiştir. Çünkü minarenin görüldüğü yerlerin İslâm beldesi olduğu ve orada İslâm’a ve kurtuluşa çağrı yapıldığı, dolayısıyla o belde sakinlerinin yükselen minarelerden okunan ezanlar sayesinde Allah’a ve Elçisi’ne icabet ettikleri anlaşılmaktadır. Bu anlamda minareler Müslümanların göğe doğru yükselttikleri şehâdet parmaklarıdır.

Ezanın duyulmadığı yerlerde ezanın duyurulması ve kutlu mesajın o muhite ulaştırılması da yine Peygamber ve ashâbının uygulamalarındandı.

Sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî, dağda, bayırda hayvan otlatan Abdullah Ebû Sa’saa’ya, “Görüyorum ki, sen davarı ve kırları seviyorsun. Davarların başında yahut çölde iken namaz için ezan okuyacak olduğun zaman ezanı tiz sesle oku. Zira müezzinin sesinin yetiştiği yere kadar insan, cin ve dahi ne varsa ezanı duyduğunda muhakkak kıyamet gününde müezzin lehine şehâdette bulunacaktır.” demiş ve bunu Resûlullah'tan işittiğini söylemişti. (Buhârî, Ezân, 5)

Yine Allah Resûlü kendisiyle vedalaşıp sefere çıkan ashâbından iki kişiye, “Yola çıktığınızda (namaz vakti geldikçe) ezan okuyup ardından kâmet getirin. Sonra büyüğünüz imam olsun.” (Buhârî, Ezân, 18) buyurarak ezanın duyulmadığı mekânlarda da ezan okunmasını istemişti.

Ezana dair merak edilenler

  • Hz. Peygamber ve ilk iki halifesi zamanında cuma günleri sadece hutbeden önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman devrinden itibaren cuma namazı için halkın önceden uyarılması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlandı.
  • Ezan namaz vakti girdikten sonra okunmalıdır; vaktinden önce okunursa iadesi gerekir.
  • Ezan farz olan namazlar için okunur. Camide okunan ezan duyuluyorsa evlerde kılınacak namaz için ayrıca ezan okunmaz. Ezanın duyulmadığı uzak bir mesafede veya yerleşim merkezleri dışında bulunanlar da ezan okurlar. Cenaze namazı ile vitir, bayram, teravih, yağmur duası namazı ve farz-ı ayın olmayan diğer namazlar için ezan okunmaz. Farz namazlar dışında güneş tutulması vb. sebeplerle cemaatle kılınan namazlar için Hz. Peygamber zamanında ezan okunmamış, müslümanlar, “es-Salâte (es-salâtü) câmiaten” (cemaatle namaza geliniz) diye çağrılmışlardır (Buhârî, “Küsûf”, 3)
  • Yeni doğan bebeğin sağ kulağına hafif sesle ezan, sol kulağına da ikāmet okumak menduptur (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 108; Tirmizî)
  • Müezzinin sesinin gür ve güzel olması, ezanı ayakta ve yüksekçe bir yere çıkıp dinleyenlerin tekrarına imkân verecek şekilde yavaş okuması, sesin daha güçlü çıkmasına yardımcı olacağı için şehâdet parmaklarının uçlarını kulaklarına götürmesi veya ellerini kulaklarının üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, “Hayye ale’s-salâh” derken yüzünü sağa, “Hayye ale’l-felâh” derken de sola çevirmesi, dinî hassasiyet sahibi ve abdestli olması müstehaptır.
  • Ezanı işiten bir müslüman müezzinin sözlerini ondan sonra tekrar eder. Ancak, “Hayye ale’s-salâh” ve “Hayye ale’l-felâh”ta bunların yerine “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” (bütün değişimler, bütün güç ve hareket Allah’ın iradesiyle mümkündür) cümlesini tekrar eder. Sabah ezanında ilâve edilen, “es-Salâtü hayrün mine’n-nevm” cümlesine de, “Sadakte ve berirte” (doğru ve haklı söyledin) diye karşılık verilir.
  • Ezan okunduktan sonra özürsüz olarak namaz kılmadan camiden çıkmak Hanbelîler’e göre haram, Şâfiîler’e göre de mekruhtur.

Ezan Duası ve Anlamı

Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber’in (sas) öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur:

Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ezanı işittiğiniz zaman, onun dediğini tekrarlayın. Sonra bana salât getirin. Çünkü gerçekten kim bana bir defa salât getirirse, Allah onu on rahmet ile anar. Sonra da benim için Allah’tan vesile isteyin. Çünkü vesile Cennet’te bir makamdır ki, ancak Allah’ın kullarından bir kula layık görülmüştür, umarım ki o kul ben olayım. Artık kim benim için Allah’tan vesile isterse, şefaatim ona helal olur.” (Müslim, Salât, 13; Tirmizî, Menâkıb, 1)

اللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ، وَالصَّلَاةِ الْقَائِمَةِ، آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ، وَابْعَثْهُ الْمَقَامَ الْمَحْمُودَ الَّذِي وَعَدْتَهُ

Allah'ım!

Ey eksiksiz (tevhid) davetinin ve kılınacak olan namazın rabbi!

Muhammed’e (sas) vesileyi ve fazileti ver.

Onu, kendisine vadettiğin Makam-ı Mahmud’a ulaştır. (Buhârî, “Ezan”, 8)