İnsanın yeryüzü serüveni ve insanlık tarihi bir peygamber ile başlar. İlk insan Hz. Âdem aynı zamanda ilk peygamberdir. Bu durum, insanın varlık aleminde özel bir konumu ve yeryüzünde ulvi bir gayesi olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer yandan insan; bilen, bilgi üreten, kavram oluşturabilen, birikimsel bilgiyi kullanan, icatlar yapabilen, teknoloji geliştirebilen bir varlıktır. Bu özellikleri ve vahye muhatap olması ise onun sorumluluk sahibi bir varlık olmasını zorunlu kılmaktadır. Nitekim insanı en güzel surette yaratan ve akıl, irade, şuur gibi nimetlerle yaratılmışlar içerisinde mümtaz, etkin ve merkezî konuma yerleştiren Yüce Allah, onu “halife” sıfatına layık görmüş ve bu manada yeryüzündeki muradını gerçekleştirme vazifesiyle sorumlu tutmuştur. Bu durum, aynı zamanda onun yaratılış gayesi doğrultusunda kendisi, Rabbi ve dış dünya ile ilişkilerinin mahiyetini belirleyen önemli bir ayrıcalıktır.
Yaratılış gayesini bilme, yaratıcısını bulma ve ona karşı sorumlulukları gerçekleştirme hususunda akıl, insana rehberlik edecek büyük bir nimettir. İnsanın vahye muhatap olmasını da sağlayan bu nimetle birlikte Yüce Allah, hak, hakikat, hikmet, merhamet ve güzel ahlak yolunda insanlığa rehberlik etmek üzere peygamberler de göndermiştir. Hz. Âdem (as) ile başlayan bu nebevi silsile, rahmet elçisi Hz. Muhammed Mustafa (sas) ile sona ermiştir. Peygamber Efendimizin (sas), “…Peygamberler, anneleri ayrı, babaları bir kardeşlerdir; dinleri de birdir.” hadis-i şerifi, tüm peygamberlerin aynı silsilenin mensupları olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzden aralarında hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün peygamberlere ve onların Allah’tan getirdiklerine inanmak, İslam’ın temel inanç esaslarından biri olarak emredilmiştir.
Peygamberler, müminlere Allah’ın ayetlerini okuyan, kitap ve hikmeti öğreten, onları inkardan ve kötülüklerden temizleyen hakikat kılavuzlarıdır. Kendilerine ve getirdikleri ilahi mesajlara inananları dünya ve ahiret saadetine ulaştıran kutlu rehberlerdir. Zulmetin karanlığını yırtan bir güneş gibi yeryüzüne doğan peygamberlerin hepsi, Allah katında yegâne din olan İslam’ı tebliğ etmişler; insanları Allah’a ibadet etmeye, O’na karşı gelmekten sakınmaya çağırmışlardır. “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmişizdir.” (Enbiya, 21/25.) ayeti, peygamberlik görevinin odağında tevhid akidesinin yer aldığını göstermektedir. Cenabıhak, tevhid inancına yüz çeviren, fıtratına yabancılaşan, insani değerlerden uzaklaşan her bir topluma yeniden elçiler göndererek onları İslam’ın hayat veren ilke ve değerleriyle buluşturmuştur.
Şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen peygamberler, Allah’tan aldıkları ilahi mesajı sadece insanlara ulaştırmakla kalmamış, getirdikleri dinin ilk Müslümanları olarak tebliğ ettikleri ilke, ölçü ve değerleri bizzat yaşamak suretiyle insanlığa rehberlik etmişlerdir. Hayatları ile güzel birer örnek olmuşlardır. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’de yer alan ve her biri birer ibret vesikası olan peygamber kıssaları, insanoğlunun temel problemlerine çözümler sunan son derece gerçekçi reçetelerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin risalet görevleri boyunca karşılaştıkları zorlukları anlatmakta ve onların tevhid yolundaki mücadelelerinde ortaya koydukları tavrı insanlığa örnek olarak sunmaktadır.
Cenabıhakk’a karşı saygının ve kulluk bilincinin en büyük temsilcileri olan kutlu elçilerin bütün çabaları, insanları ırk, dil, renk, kültür ve yaşadıkları coğrafyaya göre ayrıştırmaksızın bir bütün hâlinde kucaklayarak Allah’ın rızasına yöneltmek, dünyanın sıkıntılarından ve ahiretin dehşetinden korumak olmuştur. Bu durumu âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) şöyle tasvir etmektedir: “Benim ve sizin durumunuz, (gece) yaktığı ateşe üşüşen böceklerle pervanelere engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kaçıp ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fedail, 19.) Dolayısıyla gerek risalet görevleri gerekse üstün ahlaki nitelikleriyle peygamberler, Yüce Rabbimizin insanlığa en büyük lütuflarındandır. Onlar, hem tevhit inancına dayanan hakikat medeniyetinin mimarları hem de insanlığın dinî, içtimai, ahlaki önderleri ve örnekleridir.
Geçmişten bugüne insanoğlu, peygamberlerin rehberliğine tutundukça huzur ve esenlik bulmuş, ondan uzaklaştıkça aşırılıkların, krizlerin, bunalımların girdabında savrulmuştur. Nitekim bugün insanlığı yoran ve örseleyen hemen hemen bütün sorunlar, peygamberlerin getirdiği hakikatlerden ve temsil ettikleri değerlerden uzaklaşmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak hayatı kuşatmıştır. Bir yandan fıtrata aykırı tavır ve davranışların ve insan onuruyla bağdaşmayan aşırılıkların, diğer yandan da çevresel sorunların, savaşların ve katliamların hayatı kuşattığı günümüzde peygamberlerin rehberliğine her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç vardır. Herkesin barış içinde ve adalet zemininde temel hak ve özgürlüklere erişebildiği bir hayat inşa edilebilmek için insanlığın bu kutlu rehberliği benimsemesinden başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu bağlamda nübüvvet silsilesinin son temsilcisi olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz, getirdiği mesajlar, öğrettiği ilkeler ve temsil ettiği değerlerle insanlığın kurtuluşu ve küresel huzurun tesisi adına en büyük imkandır.
Her türlü kötülüğün hakim olduğu, merhamet, erdem ve hikmetin kaybolduğu bir dünyanın, geçmişte Sevgili Peygamberimizin örnekliği ve rehberliğiyle kısa sürede asr-ı saadete dönüştüğüne tarih tanıklık etmiştir. Onun öncülüğünde zihin, fikir ve ahlak planında tarihin en büyük inkişafı ve inkılabı yaşanmıştır. Cahiliye girdabında yolunu ve değerlerini kaybeden insanlar, Peygamberimize tabi olmakla yeniden hayat bulmuş; tevhid ile Allah’a kullukta, güzel ahlak ile insani değerlerde buluşarak kardeşliğin, doğruluğun, erdemin, ahde vefanın en güzel örnekliğini sergilemiştir. O, vahyin ışığıyla cehaletin karanlığını ortadan kaldırarak tevhidin, adaletin, merhametin ve güzel ahlakın egemen olduğu örnek bir toplum ve bir medeniyet inşa etmiştir.
Bugün de tevhid, adalet, merhamet ve güzel ahlak yolunda aynı inanç, ideal, gaye, samimiyet, fedakârlık ve özveri ile gayret edildiğinde şüphesiz dünyamız daha güzel olacak, insanlık özlediği, beklediği değerlere yeniden kavuşacaktır. Bu kutlu idealin öncüsü olmak ise Alemlerin Rabbine samimiyetle iman ederek Resulü’ne ümmet olmayı en büyük nimet sayan müminlere düşmektedir.
Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Şubat 2024