Dr. Mehmet BULUT

DİB Emekli Başkanlık Müşaviri

Cumhuriyetin ilanı sonrasında çıkartılan ilk kanunlardan biri, 18 Mart 1924 tarih ve 442 sayılı Köy Kanunu’dur. Bu kanunun birinci maddesinde nüfusu 2 binden aşağı olan yerler “köy” olarak tanımlanmış, ikinci maddesinde bir köyü teşkil eden üniteler sayılırken ilk sırada cami zikredilmişti. Ayrıca 13. maddesinde “köylünün mecburi işleri” sıralanırken “köyde bir mescid yapmak” da bunlar arasında sayılmış, ilk defa yapılacaksa bu mescidin köy meydanının bir kenarına yapılması kaydı da düşülmüştü. Bu hükümlerden hareketle her köyde en az bir caminin bulunmasının zorunlu kılındığı söylenebilir. Nitekim sonraki yıllarda cami bulunmayan meskûn alanlara cami yaptırılması söz konusu olduğunda Başkanlık da zaman zaman bu hükme atıfta bulunmuş, camii ve imamı bulunmayan köyler hakkında kaymakamlığa yazı yazarak cami yaptırılması ve görevli tayin ettirilmesi yönünde çaba sarf etmenin müftünün görevi olduğu belirtilmişti.

Başka vesilelerle de değinmiştim; işbu Köy Kanunu’nun 9. faslı “Köy İmamları” başlığını taşıyordu ve faslı oluşturan 83, 84, 85 ve 86. maddeler doğrudan köy imamlarıyla ilgiliydi. 84. maddede imamlık yapabilmek için ilmihâl, dört işlem ve yeteri kadar Türkiye coğrafyası, Türk ve İslam tarihi ile sağlık işlerini bilmek ve okunaklı yazı yazmak şartları sıralanmıştı. Bu kanun, 1928 tarihli harf inkılabından önce çıktığına göre burada ifade edilen okuma yazmadan maksadın, Osmanlıca Türkçesiyle okuyup yazmak olduğu açıktır. 85. maddesinde ise köy imamlarına köy derneğince öteden beri ne ücret veriliyorsa gene onun verileceğini, bir farkla ki bundan böyle verilecek şeylerin köy ihtiyar meclisi aracılığıyla toplanacağı derpiş edilmişti. Bu keyfiyet, bazı yetkililerce kanunun, “imamlara bahşeylediği” bir lütuf olarak değerlendirilmişti. 86. maddede de bir köyde birden fazla imam bulunursa ihtiyar meclisinde aza olarak bulunacak imamı kaymakamın seçeceği tasrih edilmişti. Ayrıca kanunun 23, 24 ve 39. maddelerinde de dolaylı olarak köy imamlarından söz edilmişti. Mesela 23. maddede köy imamının köy öğretmeniyle birlikte köy ihtiyar meclisinin sürekli azası olduğu kaydedilmişti.

Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluşunu da amir olan 429 sayılı kanundan 15 gün sonra kabul edilmesine ve özel bir fasıl ayrılarak köy imamlarına yer verilmesine rağmen bu kanunda Diyanet İşleri Reisliği hiç zikredilmemiş, sadece 83. maddesinde köy imamlarının köy derneğinin seçimi ve müftünün buyrultusuyla (yetki belgesi) tayin olacağı hükmü yer almıştı. Reislik, ilerleyen yıllarda köye imam tayininde anlaşmazlık yaşandığında sürekli bu maddeye atıfta bulunarak bu yetkinin sadece müftülerde olduğunu, müftülerin de Reisliğin taşradaki temsilcileri bulunduğunu hatırlatmıştı. Anlaşılacağı gibi bunun ötesinde, genel anlamda Reisliğin ve özel olarak müftülüklerin köy imamları üzerinde bir tasarrufu bulunmuyordu. Köy imamlarının asli amirleri köy ihtiyar meclisleriydi. Şu veya bu düzeyde Kur’an ve dinî bilgisi olan bir kişi, imamı olmayan bir köyün muhtarlığına müracaat eder, köylerine “imam durmak” isteğini bildirirdi. Bu kişi çoğunlukla o köy veya civar köylerden olur ve tanınırdı. Köy ihtiyar meclisi talipliyle oturup şartları görüşürdü. Şartlar arasında köylüce imama verilecek ücret de vardı. Anlaşma sağlanırsa muhtarlık müftülüğe hitaben bir dilekçe yazar, imam bu yazıyla müftülüğe müracaat ederdi. Bu kişi imamlığa ehil görülürse müftü bir buyrultu yazarak eline verir ve görevlendirme bu şekilde tekemmül ederdi. Usulen bir yıl süreyle tutulan imamın sonraki yıl görevine devam etmesi de muhtarlığın kararına bağlıydı. Köy imamlarıyla ilgili uygulama 1965 tarihli 633 sayılı teşkilat kanununun kabulüne kadar büyük ölçüde bu şekilde devam etmiştir.

İmamları her bakımdan yetkin hâle getirmek, 1920-1924 yılları arasında görev yapmış Meclis hükümetlerinin hedeflerinden biriydi; bu çerçevede mesela, “imamı okutmalıyız” deniyordu. İmam eğitilip donanımlı hâle gelince köylünün de bilgilenmesini, aydınlanmasını sağlayacaktı. Köyü ve köylüyü yakından tanıyan vekiller, köy imamlarının halk üzerindeki etkilerini iyi biliyorlar, bunu, “her köyün başı, başı sarıklı bir hocadır” gibi ilginç tezlerle, hem de Meclis kürsüsünden ifade edebiliyorlardı. Bu doğrultudaki talepler, Reisliğin ilk bir-iki yılında da dile getirilmişti. Ancak ilerleyen yıllarda Reisliğin görev ve yetki alanı daraltıldı. Mesela 1924 tarihli kuruluş kanununda camilerin ve cami görevlilerinin idaresi Reisliğe verilmişken 1931’de şehirlerdeki camiler ve maaşlı cami görevlileriyle ilgili idari tasarruflar Vakıflar idaresine geçmiş ve bu hâl 1950’ye kadar sürmüştü. Ancak bu süreçte, zaman zaman müdahaleler olsa da Vakıflar idaresinin köy imamları üzerinde bir yetkisi bulunmuyordu.

Burada “köy” derken 1920-1960 yılları arasında ülkemizin demografik yapısını hatırlamamız gerekir. 1925 yılında 40 bin civarında köy vardı. Bu yıllarda ülke nüfusunun kabaca yüzde 70’i köylerde yaşıyordu, yani günümüzdeki durumun tam tersi. Mesela bu oran 1927 yılında yüzde 76, 1965 yılına gelindiğinde bile yüzde 66 idi. 1935 yılında okuma yazma bilenlerin oranı da yüzde 20 civarındaydı. Bu durum aynı zamanda sözü edilen yıllarda halkın kahir ekseriyetinin dinî açıdan muhatap olduğu kişilerin köy imamları olduğunu ortaya koyar.

Bütün namüsait şartlara rağmen Reislik, süreçte köylerde yaşanan sıkıntıların çözümünde yol göstermeye çalışmıştı. Mesela, 1928 tarihli harf inkılabından sonra ilk yıllarda, bilhassa köylerde imamlığa talip olanlar, yeni harflerle okuma yazma şartını sağlamakta zorlanmışlardı. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda müftülüklerden Reisliğe zaman zaman gönderilen yazılarda, bilhassa ilçe merkezlerine uzak köylerde ve ileri yaşlarda bazı kişilerin imamete ehil olmakla birlikte söz konusu şartı sağlayamadıkları için imam bulmada sıkıntı yaşandığı ifade edilmişti. Reislik, dinî hizmetlerin muattal kalmaması için bu nitelikteki kişilerin imamlığa kabul edilmesini ve bilmediklerini öğrenme konusunda kendilerine gerekli tembihin yapılmasını önermişti.

Öte yandan Başkanlık, başta çocuklar olmak üzere köy halkının dinî irşadı için de çareler arıyordu; ancak önerilen şeyler günümüzle asla kıyas edilemeyecek kemiyet ve keyfiyette idi. Mesela 1943 yılında bir vatandaşın Reisliğe müracaat ederek çocuklara dinî bilgi verilmesi talebine karşılık Müşavere Heyetinin önerisi, dönemin reisi Şerefettin Yaltkaya’ya ait çocuklara yönelik Benim Dinim adlı şiir kitabıyla Reis Muavini Ahmet Akseki’nin Yavrularımıza Din Dersleri gibi birkaç kitabın olabildiğince köylere gönderilmesi, vaizlerin haftanın belli günlerinde köylerde vaaz etmeleriyle sınırlı kalmıştı.

Başkanlık ilk defa 1965’te, adında “köy” kelimesi bulunan bir kitap yayımladı (Yayın No: 112, 96 sayfa): Köy Hocası İlmihali (İtikat Kısmı). Kitap, 1925-1932 ve 1937-1940 yıllarında Müşavere Heyeti azalığı da yapmış Ali Vahid Üryani (1879-1940) tarafından yazılmıştı. İtikat konularını on beş ders hâlinde anlatan bu küçük kitap bildiğimiz ilmihâl formatında bir eser değildir. Ele alınan konuların işleniş tarzı da klasik ilmihâllerden farklıdır. Konular köy ahalisinin rahatlıkla anlayabileceği bir dil ve üslupla işlenmiştir. Bir örnekle yetinelim. Birinci derste, imanın ibadetle güçlendirilmesi gereği şu ifadelere açıklanmıştı: “Size sorarım: Bir adamın sıcacık bir evi olsa, o evin anahtarını da cebine yerleştirmiş bulunsa, sonra da o adam karda kıyamette evinin semtine uğramayıp dağ başlarında dolaşsa, soğuktan donacak bir hâle gelse, hiç o cebindeki anahtar o adamı ısıtır mı? Bu adam evinin anahtarlarını gösterse, ‘bu bende oldukça bana bir şey olmaz’ dese pek gülünç olmaz mı? İşte bizim hâlimiz de buna benzer.”

Ali Vahid Üryani, Başkanlık yayını olmamakla birlikte, Köy Hatibi, Köylü İlmihali gibi köylülere ve köy hocalarına yönelik daha birçok kitap yazdığı gibi Millî Mücadele yıllarında Köy Hocası Mecmuası ve daha sonra Köy Hocası Gazetesi adıyla iki süreli yayın da çıkarmıştı. Reislikten müftülüklere gönderilen bir yazıda adı geçen gazeteye abone kaydedilerek katkı sağlanması istenmişti. Üryani, kurduğu matbaaya bile “Köy Hocası Gazetesi Matbaası” adını vermişti. Denilebilir ki o, kendini köy ahalisine ve köy hocasına adamış bir zattı.

1960’lı yıllara gelindiğinde Başkanlık köylülere ve köy imamlarına özel iki süreli yayın çıkarma teşebbüsünde bulundu: Yeni Köy Hocası ve Köy Hocaları İçin Belleten. Bu iki mevkuteyi Diyanet dergimizin Temmuz 2018 tarihli sayısında tanıtmıştım. İlki Ağustos 1963’te sadece tek sayı olarak, ikincisi de birincinin devamı olarak 1963-64 yıllarında 11 sayı olarak yayımlanabilmişti. Dergilerin birincisinde köy, ikincisinde köy hocası adı öne çıkartılmıştı. Bu mevkutelerle köy hocalarının halkı dinî yönden bilgilendirmesinde onlara yardımcı olunması amaçlanmıştı. Köy halkının dinî ve dünyevi aydınlatılması, bilgilendirilmesi, ayrıca köyde imam-öğretmen işbirliği ve dayanışmasının sağlanması arzu edilmişti. Hedef kitle olarak seçtiği köy ahalisinin dinî bilgi ve kültür düzeyi göz önünde tutularak yazılar sade ve anlaşılır bir üslupla kaleme alınmıştı. Köy Hocaları İçin Belleten, özel olarak köy imamlarını hedef kitle olarak seçmesi yönüyle Başkanlığın tek süreli yayını olmuştur. Başkanlığın Diyanet Dergisi adıyla bir süreli yayınının devam ettiği bir zaman diliminde olması yönüyle de bu teşebbüs önemlidir.

Sonraki yıllarda Başkanlığın “köy” adını taşıyan özel bir süreli yayını olmasa da bilhassa 1968 yılında yayın faaliyetine başlayan ve 1990 yılı sonuna kadar yayınını sürdüren Diyanet Gazetesi’nde köy halkını ve köy imam hatiplerini hedef kitle alan makalelere, dizi yazılara ve haberlere de yer verildi. Bu tür yazılara, Fersahzade (Yaşar Fersahoğlu) imzasıyla kaleme alınan ve Ekim 1971’den Ekim 1973’e kadar “Köy Kahvesi” üst başlığıyla yazılan 17 civarındaki yazı örnek olarak gösterilebilir. Farklı bir konseptte kaleme alınan bu yazılarda köy ahalisi, köy kahvesinde, muhtemelen Çukurova havalisi şive ve ağzıyla köyde olup bitenler üzerine konuşturuluyordu. Köyün hocası bu konuşmaları dinliyor, ahalinin anlattıkları arasında geçen hurafelere, yanlış kader ve tevekkül inancı gibi İslami prensip ve ahlaki kurallara uymayan, ilmî gerçeklere ters sözlere müdahil oluyor; bu çerçevede sahih dinî bilgiyi vermeye çalışıyordu. Verilen mesajlar arasında sağlık, temizlik, çalışma, köy kalkınması gibi hususlar da yer alıyordu. Diyaloglarda bazen öğretmen de yer alıyor ve hocayı teyit eden sözler söylüyordu. Bu gibi yazıların yayımlandığı Diyanet Gazetesi’nin imamlar aracılığıyla bir kısım köylere de ulaştığını göz önünde tutarsak hocanın, köylünün hoşuna gideceği bu köy kahvesi sohbetleri yanında gazetenin diğer yazılarını da halka okuyup anlatmasının hedeflendiği kuşkusuzdur.

Özetlersek Başkanlığın, dönemin şartlarında “köy” adını öne çıkartarak yaptığı yayın faaliyetinde amacın, dinî bilginin sunumunda köylünün bilgi ve genel kültür düzeyini göz önünde tutarak dinî konuları sade ve anlaşılır bir dil ve üslupla anlatmak, bu yolla köylüyü din konusunda aydınlatmak olduğu açıktır.

Bu yazıda yer verdiğim hususlardan birinin altını çizerek konuyu bitireyim: 1960’lı yılların ortalarına kadar Diyanet İşleri Başkanlığının köy imamları üzerinde yetkisi, 1925 tarihli Köy Kanununda geçen, “köy imamları köy derneğinin intihabı ve müftünün buyrultusuyla tayin olunur” hükmüyle sınırlı kalmıştı. Buna rağmen Başkanlık, basit gözüken bu hükmü önemli bir yetki telâkki etmiş, bu yetkinin kendilerine bir sorumluluk yüklediği kanaatine varmış ve imamlar bağlamında köylerimize din hizmeti götürmenin yollarını aramıştır. Onların bu çabası, sahip oldukları imkânları en verimli şekilde hizmete dönüştürme noktasında günümüz din hizmetlilerine sorumluluklar yüklemektedir.