FUSSİLET SÛRESİ

47- “Kıyametin zamanını bilmek sadece Allah’a havale edilir. O’nun bilgisi olmadan ne meyveler kabuklarını çatlatıp çıkar ne de bir dişi gebe kalıp doğurur...”

Günümüz teknik imkânlarıyla bebeğin doğum zamanı, ceninin cinsiyeti gibi bilgilere kolaylıkla ulaşılmaktadır.

Ancak önceden kestiremeyeceğimiz bazı durumlar nedeniyle beklediğimiz olaylar umduğumuz gibi gerçekleşmeyebilir. Allah’ın bilgisi ise asla şaşmaz. Çünkü O, olabilecek bütün ihtimalleri de önceden bilir.

49- “İnsan, iyi şeyleri istemekten usanmaz; başına bir kötülük geldiğinde ise büsbütün ümitsiz ve karamsardır.”

Âyette gönül zenginliğine ulaşamamış olan insanlarda var olan dünyevî menfaatler konusundaki doyumsuzluk;  sıkıntılarla karşılaştığında sergilediği dayanıksızlık, ümitsizlik ve karamsarlık dile getirilmektedir.

51- “Ne zaman insanoğluna bir lütufta bulunsak arkasını dönüp uzaklaşır; başına bir kötülük geldiğinde de uzun uzadıya yalvarıp yakarır.”

Bir sıkıntıdan sonra nimet ve bolluğa, rahatlığa kavuştuğunda bunu Allah’ın lütfu bilip şükretmek yerine, ‘Bu benim hakkımdır; bunu hak ederek kazandım; buna lâyık bir adam olduğum için Allah lütfetti’ gibi sözler söylemek veya bu anlama gelebilecek bir tavır takınmak dinimizce tasvip edilmez.

Bu âyetlerden çıkardığımız derse göre iman ve ahlâkta kemale ermiş olan kişi, nimeti Rabbinden bilir, sahip olduğunda şükreder, kaybettiğinde sabreder; yoklukta olduğu gibi varlıkta da Allah’a kulluğunu ve niyazını sürdürür.

ŞÛRÂ SÛRESİ

27- “Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; ama O dilediği ölçüye göre vermektedir. Çünkü O kullarının durumunu çok iyi bilmekte ve görmektedir.”

Allah dünya hayatında herkese zekâ, sağlık, yetenek, servet vb. nimetleri bol ve eşit biçimde vermiş olsaydı, dirlik düzenlikten söz edilemez, insanoğlu kendini geliştirme kaygısı taşımaz, imkânların paylaştırılması için bir denge arayışı olmaz, dünyayı bir kaos sarardı.

İyi ve kötü kriterine göre rızık verilseydi insanın yaratılış amacı, hayatın ve ölümün var ediliş sebebi olan sınav ortamı teşekkül etmez, dünya hayatı anlamını yitirirdi.

Kul planında Allah’ın belirlediği ölçüyü idrak etmenin mümkün olmadığı unutulmamalıdır.

49- “Göklerin ve yerin egemenliği Allah’a aittir. O dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları bahşeder, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.”

50- “Yahut erkek ve kız çocuklarını birlikte verir. Dilediğini de çocuksuz bırakır. Şüphesiz O her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.”

Doğan her çocuk Allah’ın bağışı ve armağanıdır. Erkek ve kız çocuklarına sahip olmak da çocuk sahibi olamamak da ilâhî iradeye bağlıdır. Çocuk sahibi olma veya olamama insanlar için bir övgü veya yergi konusu olmamalı, bir üstünlük ya da kusur gibi görülmemelidir.

İnsanın çocuk sahibi olmayı ve bunun mutluluğunu yaşamayı arzu etmesi doğaldır ve din bunu kınamaz.

Fakat bir kimsenin gerçekleşmesini arzuladığı bir sonucu kendi hayatı ve mutluluğu için vazgeçilmez görmesi,  kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu Allah’tan daha çok kendisinin bildiği iddiasında bulunması gibi bir anlam taşır.

Böyle bir tutumun ilâhî takdire rıza göstermeme anlamı taşıdığı ise açıktır.

ZUHRUF SÛRESİ

12- “Bütün çiftleri yaratan, bineceğiniz gemileri ve hayvanları sizin için var eden de O’dur.”

13/14- “Var etti ki, sırtlarına binesiniz, sonra üzerine yerleştiğinizde Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve şöyle diyesiniz: “Bunu bize boyun eğdiren Allah noksanlardan münezzehtir, yoksa biz buna güç yetiremezdik! Ve biz kuşkusuz Rabbimize geri döneceğiz.”

Hayvanlardan binme, yük taşıma, bekçilik, tarla ve harman sürme gibi işlerde yararlanabilmek için onların ehlîleşme kabiliyetlerinin olması şarttır. Eğer yüce yaratıcı hayvanlara bu kabiliyeti vermeseydi, zikredilen hizmetlerinden istifade etmek mümkün olmazdı.

16- “Yoksa O, yarattıkları arasından kızları kendisinin saydı da erkek çocukları size mi ayırdı?”

17- “Onlardan biri, Rahmân’a yakıştırdığı (kız çocuğu) ile müjdelenince öfkeye kapılarak yüzü mosmor olur.”

18- “Mücadelede başarısız olarak ömrünü süslenmekle geçirecek olan kız çocuğu mu? diye öfkeyle sorar.”

Müşrik Araplar, savaşa dayanıklı olmayıp, ömürlerini güzel görünmek için süslenmekle geçirdiklerini düşünerek kadın cinsini hor görürlerdi.

Erkek çocuğu olmadığı için utananlar, kendilerini eksik hissedenler, cahiliyyenin bu fikrinden çıkamamış, vahyin aydınlığından nasibini alamamış kişilerdir.

38- “Sonunda o kişi bize gelince -şeytana hitaben- ‘Keşke seninle aramız doğu ile batı kadar uzak olsaydı!’ der. Ne kötü arkadaş!”

İnsan kötüye çeken güce teslim olduğu, ilâhî mesaja kulaklarını tıkadığı sürece de artık onun danışmanı kendine mahsus şeytandır.

Böyle bir ömür geçirip ölen kişi, Rabbinin huzuruna çıkarıldığında yaptıklarının ve seçiminin ne kadar yanlış olduğunu anlayacak, fakat iş işten geçmiş olacaktır.

40- “Sen sağıra duyurmak veya köre yahut apaçık sapkınlık içinde bulunan kimseye yol göstermek mi istiyorsun?”

Şartlanmışlık sebebiyle doğruyu dinleme, görme ve doğru düşünme kabiliyetlerini kaybetmiş kimselere laf anlatmak imkânsız gibidir.

Bu gerçekten hareketle Hz. Peygamber’in tebliğ sünnetini yerine getiren ümmetin, “Neden bizi dinlemiyor ve anlamıyorlar?” veya “Bunca zulme ve sapkın inançlarda ısrara rağmen niçin bunlara hak ettikleri ceza verilmiyor?” sorularıyla bunalmamaları, aksine sabretmeleri, işi Allah’a bırakmaları gerekmektedir.

DUHÂN SÛRESİ

29- “Onlar için ne gök ağladı ne de yer. Kendilerine aman da verilmedi.”

Âyette geçen “Ne gök ağladı ne de yer” ifadesi mecazidir;  başkalarını aşağılayan, kendilerinin içinde bulunmadığı bir dünya tasavvur edemeyen Firavun ve yandaşlarının hiç de önemli kimseler olmadığı anlatılmaktadır.

55- “Orada güven içinde her meyveden isteyebilecekler.”

56/57- “Orada ilk ölümlerinden başka bir ölüm tatmayacaklar. Rabbin, onları bir lütuf olarak cehennem azabından da koruyacak. İşte büyük kazanç budur!”

İnsanların defalarca ölüp dirileceklerini değil, dünya hayatı sonunda bir kere öleceklerini ifade eden âyet, reenkarnasyon inancını da reddetmiş olmaktadır.

CÂSİYE SÛRESİ

23- “Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?”

Allah iyi olmak isteyeni zorla inkâra ve kötülüğe itmez. Kul bunu tercih ettiği için O da kural ve imtihan gereği belirtilen olumsuz durumları yaratır, olmasına izin ve imkân verir.

Zevklerine saplanıp gününü gün eden kimseleri yola getirmek zordur. Âyet bu zorluğa işaret etmekte, ancak kapıyı da açık tutmaktadır.

Kul ister ve yönelirse, geçmişte ne yapmış olursa olsun Allah onu bağışlar ve doğru yola iletir.

(Bu metin DİB Kur’an Yolu Tefsiri isimli eserden istifade edilerek hazırlanmıştır.)

25.CÜZ DUA/ZİKİR AYETLERİ

ZUHRUF SÛRESİ

13/14- “...Bunu bize boyun eğdiren Allah noksanlardan münezzehtir, yoksa biz buna güç yetiremezdik! Ve biz kuşkusuz rabbimize geri döneceğiz.”

...سُبْحَانَ الَّذٖي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنٖينَۙ وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا   

             

(Resûlullah (s.a.s), yolculuğa çıkarken bineğine bindikten sonra üç defa tekbir getirir, bu âyetleri okur, ardından dua ederdi . (Müslim, Hac 425; Ebû Dâvûd, Cihad 72))

85- “Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların mülkiyeti kendisinin olan, kıyametin kopacağı zamanı yalnızca kendisi bilen ve kendisine döneceğiniz Allah’ın şanı ne yücedir!”

وَتَبَارَكَ الَّذٖي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ