Söyleşi: Mahir KILINÇ
Hat, tezhip ve çini sanatına yöneliminiz nasıl oldu?
Çocukluk yıllarında, abimin bana çizmiş olduğu bir resmin şevk ve teşviki ile kalemi 5-6 yaşlarımda elime aldım ki hâlâ bırakmadım. Teşbihte hata olmasın o günden bu yana o kalemin ucu bitmedi. Demek ki adı değil ama kendi tükenmez kalem imiş.
Hat sanatını tanımam ise yine Başkanlığımızca neşredilen merhum Bedrettin Yazır’ın Kalem Güzeli nam eserinin abim vesilesiyle elime geçmiş olmasıyladır. Yazı nevileri, malzemeleri, büyük hat üstatları, eserleri ve daha birçok tafsili malumata bu kitap ile ulaştım. Bugün hâlâ bu sanata gönül veren, icra eden; talebeden hocaya, herkes bu eserden müstefit olmaktadır. Hat sanatının Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikalinde nasıl ki merhum hattat Hamit Aytaç bir köprü insan ise Başkanlığımızın neşri de bir köprü eserdir. Her ne kadar üzeri örtülü kalsa da bu cihetle Diyanet İşleri Başkanlığımızın son dönem ve günümüz hattatlarının üzerinde emeği ve hakkı büyüktür.
Tabii mevzu hat olunca kitap bir yere kadar, kâtip yani hattat gerekli. Benim de ilk üstadım merhum hattat Hamit Aytaç’ın tilmiz-i kübrasından üstat Hasan Çelebi’dir. 1996 yılında kendisini tanıyıp hat meşk edip tilmizi (öğrencisi) olma bahtiyarlığına ermiş idim. İlerleyen zamanda hayat şartları beni hocamdan ayrı düşürse de hat ile hattımız hiç kopmadı. Bilakis daha da arttı. İkinci üstadım ise talik yazıdan da icazet aldığım hattat Mahmut Şahin’dir. Hâlen kendisi ile çalışmaya, ondan istifadeye, feyz almaya devam etmekteyim.
Çini sanatı ile bağım ise İznik Meslek Yüksek Okulunda çini bölümünü okumayla başladı, devamında çini atölyesi açmak suretiyle de ilerlemiş oldu. Tabii bu arada Başkanlık binamızın duvarlarını süsleyen çinililerin de desen tasarımını yapan Serap Şakar Ereğli Hanımefendi’den desen tasarımı konusunda hayli istifade ettiğimi söylememek vefasızlık olur.
Hat, ebru, çini, tezhip... Hepsi ayrı bir ömür gerektiren bu ulvi sanatlar, Kur’an ve cami ekseninde tekemmül etmiştir. Kâh Mushaf olmuş Şevki Efendi’nin, Hasan Rıza’nın kaleminde; kâh Karahisari’nin kamışıyla Süleymaniye’ye nakşolmuş, kâh Rüstem Paşa Camii’nin duvarlarında cennet bahçesini işmam eden bir çini pano...
Aslında her hattat biraz müzehhip, her ebruzen biraz hattattır. Her kaşi (çinici) biraz müzehhiptir. Çünkü çini, ebru, hat, tezhip sanatları iç içedir. Bazen bir ebru sarmalar bir besmeleyi, bazen halkar bir tezhip ile ışıldar Nebi’nin (s.a.s.) hadisleri; bazen de bir çinide akseder Mevlana’nın öğütleri.
Bu uğraşılarınızın yanı sıra eski hat, eski el yazması koleksiyonerisiniz. Bundan da kısaca bahseder misiniz?
Eski üstatların levhaları, yazdıkları Mushaflar, enamlar, fermanlar, beratlar, delailül hayratlar… Hat sanatına meftun herkesin hayalini süsler; benim gibi bir kısmını da peşinden sürükler. Tabii ki koleksiyon, hele hele hat koleksiyonu edinmek; meşhur hattatların imzalı yani ketebeli yazılarına kavuşmak mı desem, nail olmak mı desem... Çok pahalı ve zor.
Kâh bir eskicide, kâh internette, kâh bir bitpazarında, kâh müzayedede... Sürekli bir arayış içinde oluyoruz. Arıyoruz, buluyoruz ve alıyoruz. Çoğu zaman da bütçemizi aşıyor; sadece temaşa ediyoruz. Bir eser aldığımızda bu eserin hattatı, yazının içeriği, ayet ya da hadis ise manası; bir şiir, bir beyit ise bazen bir şahıs ismi ise bütün bunları araştırıyor ve birçok başka bilgiye ulaşıyoruz.
Fazla da uzatmak istemiyorum ama bir sahaftan aldığım rika hatlı bir dilekçe evraktan da bahsedeceğim. İstanbul işgali ve İngilizlerin İstanbul ve Kocaeli’deki birçok memuru Bursa’ya sürgün etmesi, hapse göndermesi ve işgal sonrası memurların tekrar görevlerine dönmesi ancak Karamürsel’de muvazzaf bir hekimin Düzce’ye atanması neticesinde mağdur olan, salgın hastalıklarla da boğuşan Karamürsel halkının, Kocaeli Sıhhiye Müdüriyeti canib-i alisi makamına; Hamza İzzet isimli doktorumuzu geri istiyoruz talebi ile yazdığı bir dilekçe. Tabii bütün bunlar hem tarihî birer vesika hem de o günlere ışık tutması açısından çok kıymetli.
Bu uğraşılarınızın toplumla iç içe yürüttüğünüz din hizmetine katkıları nelerdir?
Bu soruyu sormasaydınız ben konuyu bu yöne çekecektim. Çünkü hüsnühat demek; ayet demek, hadis demek, kelamıkibar demek, şiir demek yani ilim demek, irfan demek, irşat demek, vaaz demek. Hem nasıl ki Kur’an okumak, hadis okumak, ilim anlatmak sözlü vaaz ve irşat ise hüsnühat da yazılı vaaz ve irşattır fikrimce. Benim şahsi kanaatim; nasıl ki Kur’an’ın okuma, seslendirme disiplininin adı tecvit ise Kur’an’ın yazma disiplininin yani “yazının tecvidi” de hüsnühattır. Bu kanaatime mülhem olan Kutlu Nebi’den bir iki hadis-i şerifi müsaadenizle zikretmek istiyorum: “Allah güzeldir ve güzeli sever.” (Hakim, Müstedrek, I/26.), “Allah, sanatkâr mümin kulunu (geçimi için çalışan, ticaret, ziraat, sanat vb. iş yapanları) sever.” (Münavî, II, 290, No: 1872.) Bir de okunmayan ama yazılan med, elif-lam takısı gibi harfler var. Tabii her bir harfi asgari on sevap beşareti ile mutekit yazan; okuyandan ziyade harf sevabı alıyor. Yazarken de hem okuyor.
Hem bir din gönüllüsünün, bu sanatla iştigali görevine hazırlık makamındadır. Kürsüde, minberde, hususi sohbetlerde birçok ayet ve hadis, sohbet konularına uygun birçok beyit ve şiir bakiyesinde olacaktır bu sanatların bereketi ile. Benim evvelce Karamürsel’de görev yaptığım caminin iç tezyinat nakış ve hatlarını yazmak suretiyle de hizmet etme imkânım olmuştu.
Son dönemlerde geleneksel İslam sanatlarına yönelik bir ilgi var. Bu sanatlarla uğraşan bir kişi olarak bu ilgiyi nitelikli buluyor musunuz?
Elbette ki geleneksel sanatlara günümüzde büyük bir rağbet var ve bu çok sevindirici. Hususen hanım kardeşlerimiz geleneksel sanatlara yoğun ilgi göstermekte. Tabii ki özellikle hat sanatı ile iştigal etmenin, sanatla beraber aynı zamanda Kur’an tedrisi makamında ve sevabında olduğu kanaatindeyim. Bir de yakın geçmişe nazaran günümüzde hoca, malzeme ve olanaklar cihetiyle büyük bir zenginlik var. Bu da tabii ki bu sanatın daha çok ilgi görmesine ve yaygınlaşmasına imkân sağlıyor. Bütün bu müspet gelişmelere rağmen ne o eski üstatlar (Samiler... Rakımlar... Yesariler...) ne de büyük eserler geçmişle kıyas edildiğinde maalesef ki ortaya çıkmıyor. Merhum Necip Fazıl’ın dizelerinde ifade ettiği gibi “Geçti geçti mevsimler / Hani eski iklimler / Has ekmekten dilimler / Hey gidi zamane hey / Adaletsiz taksimler / Tesellisiz ilimler / Hani eski iklimler
Ezcümle; kemiyyeten fevkalade, keyfiyeten alelade…