Müslümanlar için “üsve-i hasene/en güzel örnek” kılınan Allah Resûlü’nü (sas), kendileriyle tanıma imkânı bulduğumuz, bu sebeple de minnettar olduğumuz sahabe- i kiramın aziz hatırasına…
SUNUŞ
“Dostlar, arkadaşlar” anlamındaki “ashab” ile “gölgelik/ sundurma” manasına gelen “suffe” kelimelerinden müteşekkil bir tamlama olan Ashab-ı Suffe kavramı, Mescid-i Nebevi’nin giriş kısmında barınan ve ilim tahsil eden bir grup sahabeyi ifade eder. Allah Resûlü’nün (sas) gölgesinde yetişen bu talihli kimseler, ekserisini muhacirlerin oluşturduğu, Medine’de bir çatı bulamayan yoksul ve kimsesiz Müslümanlar idi. Buna istinaden mekânın adına Suffe; burada kalan sahabilere de Ashab-ı Suffe ya da Ehl-i Suffe denilmiştir. Ashab-ı Suffe’nin nüfusu hakkında yaygın olarak yetmiş ve dört yüz sayılarından bahsedilse de kaynaklarda farklı görüşler yer alır. Buna göre aralarından aile kurarak şahsi evine yerleşen, vefat eden, sefere giden, farklı nedenlerle başka muhitlere taşınan ve yeni katılan kimselere bağlı olarak Ashab-ı Suffe sayı bakımından değişkenlik arz etmiştir. Ayrıca ailesinin geçimini temin etmek zorunda olup Suffe’de yatılı kalamayan ve Suffe ehline imrenerek onlarla birlikte vakit geçiren sahabileri de peygamber okulunun müdavimleri arasında saymak gerekir.
Ashab-ı Suffe’nin herhangi bir geliri bulunmamasından dolayı ihtiyaçları bizzat Peygamber Efendimiz ve zengin sahabiler tarafından karşılanırdı. Bu itibarla Ashab-ı Suffe “Adyâfü’l- İslam/İslam’ın Misafirleri” olarak tavsif edilmiştir. Ayrıca onlar arasında gücü kuvveti yerinde olanlar, imkânları nispetinde bazı işleri yaparak ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Bazıları odun keserek ve su taşıyarak geçimini sağlasa da vakarları sebebiyle kimseden bir talepte bulunmazdı. Kaynaklar, “(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler…” mealindeki Bakara suresinin 273. ayetinin Ashab- ı Suffe ile ilgili olduğunu kaydeder. Suffe’nin en önemli sakinlerinden olan Ebû Hüreyre şunları dile getirir: “Ben, Ashab-ı Suffe’den yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücudunu örten bir elbise yoktu. Ya belden aşağı giyilen izâr ya da belden yukarı giyilen ridâları vardı. Elbiselerini boyunlarına bağlarlardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de avret yerleri görülmesin diye elbiselerini elleriyle toplarlardı.” (Buhârî, “Salât”, 58)
Tüm zamanlarını, “Yaşayan Kur’an” olan Resûlullah’ın (sas) âdeta dizinin dibinde geçiren bu ilim ve irfan ordusu, vahyin feyiz ve bereketinden alabildiğine istifade edip İslam’ı ana kaynağından öğrenme fırsatı bulmuştur. Yanı başında bulundukları Allah Resûlü (sas) de bu güzide insanları ilmek ilmek işlemiştir. Bu ilim yolcularıyla özel sohbetler yapmış, onların dertlerini dinlemiş, yalnızlıklarına ortaklık etmiş, sofralarına misafir olup yemeklerini paylaşmıştır. Peygamber Efendimiz, ilim tahsilinden başka meşgalesi olmayan, gecelerini ibadetle geçiren, gündüzleri genellikle oruçlu olan ve tüm mesailerini İslam’a adayan bu hamiyetli insanlara, gösterdikleri fedakârlık sebebiyle birçok defa iltifat etmiştir. “Ey Ashab-ı Suffe! Size müjdeler olsun ki her kim şu sizin bulunduğunuz hâl ve sıfatta olup bulunduğu durumdan razı olarak bana mülaki olursa o benim refiklerimdendir.” (Süyûtî, Câmi‘u’l-ehâdîs, 1: 107) ifadesi bu kapsamda zikre değerdir.
Resûlullah’ın (sas) şahsi ve ailevi ihtiyaçlarından önce Ashab- ı Suffe’yi dikkate alması, onları ne denli önemsediğini göstermektedir. Bir defasında Hz. Fâtıma validemiz el değirmeniyle un öğütmekten usandığından yakınıp hizmetçi talep ettiğinde, ona: “Kızım! Ben size ihsanda bulunup da Suffe ehlini iki büklüm olmuş kıvranır vaziyette açlığa terk edemem.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1: 80, 107) cevabını vermesi, hazineye gelen malların ve kendisine takdim edilen hediyelerin büyük kısmını onlara ayırması (Müslim, “Zekât”, 61), Hz. Peygamber’in bu kıymetli gönüllere ne derece ihtimam gösterdiğini ortaya koymaktadır.
Ashab-ı Suffe, Bi’r-i Maûne’de (4/625) canlarını hiçe sayarak İslam’ı öğretmek üzere çıktıkları yolda suikast sonucu 70 şehit vermiştir. Enes b. Mâlik Suffe şehitlerini kastederek Resûlullah’ın (sas) Bi’r-i Maûne’de şehit edilen ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiç kimseye ve hiçbir şeye üzüldüğünü görmediğini dile getirmiştir. Diğer sahabilerin işitmediği pek çok hadis-i şerif ile Hz. Peygamber’e dair gözlemler, onunla çokça vakit geçirmeleri ve mesailerini Suffe ilim merkezine hasretmeleri nedeniyle Ashab-ı Suffe vasıtasıyla nakledilmiştir. Bu çerçevede en fazla hadis-i şerif rivayet edenler anlamındaki “muksirûn” arasında zikredilen Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer ve Ebû Saîd el-Hudrî gibi isimler Ashab-ı Suffe’nin seçkin simalarıdır. Örneğin peygamber ikliminin çağların ötesine taşınmasını sağlayanların başında gelen Suffe’nin gözbebeği Ebû Hüreyre, Resûl-i Ekrem (sas) ile birlikteliği boyunca onu bir gölge gibi takip etmiş; tüm davranışlarının, attığı adımın, aldığı nefesin şahidi olmuştur. Allah Resûlü’nü (sas) izleyen bir göz olabilmek için gece gündüz demeden yanından neredeyse hiç ayrılmayıp hizmetinde bulunmuştur.
Gerek gündelik hayata gerekse ibadetlere ilişkin bilgi ve sözleri, Hz. Peygamber’in (sas) yanı başında bulunan ve onu dinleyip söylediklerini hafızalarına kaydeden bu ilim aşıklarını değerli kılmıştır. Bu itibarla Kur’an’ın nüzulüne tanıklık eden Allah Resûlü’nün (sas) bu has talebeleri, onun örnek hayatını (üsve-i hasene) sonraki nesillere aktarmada ve İslam kültürünün zenginleşmesinde önemli rol oynamışlardır.
Kur’an’ın mübeyyini olan İslam peygamberini adım adım takip eden bu kutlu şahsiyetleri savaş dönemlerinde muharebe meydanlarında da görürüz. “Meleklerin yıkadığı şehit” Hanzala b. Ebû Âmir Uhud’da; okuduğu Kur’an-ı Kerim ile kalpleri titreten gür sesli Abdullah Zülbicâdeyn Tebük’te; Hz. Peygamber’in (sas) Kur’an’ın kendilerinden öğrenilmesini tavsiye ettiği dört kurradan biri olan Sâlim Mevlâ Ebû Huzeyfe Yemâme’de şehit düşmüştür.
Allah Resûlü’nün (sas) mesajını içtenlikle benimsemekle kalmayıp onun anlaşılması, farklı coğrafya ve nesillere aktarılması adına aslına sadık biçimde kaydedilmesini hayat gayesi edinen bu samimi şahsiyetler, kendilerinden sonraki Müslüman kuşaklar için kaynak ve örnek teşkil etmişlerdir. Böylece vefa ve minnet borçlusu olduğumuz bu özverili Müslümanlar -talim ve gözetiminde yetişmiş olmaları nedeniyle- bizzat Resûlullah’ın (sas) hayatını yansıtmaları bakımından ilk ve en önemli İslam âlimleri olarak nitelendirilebilir. Bizim için pek çok mesaj barındıran örnek hayatları ve hikmetli sözleri ile takip edilmeye değer şahsiyetler arasına girmişlerdir. Bu güzide peygamber dostlarının bizim için ne kadar kıymetli olduğuna işaret etmek üzere kaleme alınmış olan çalışmamız Ashab-ı Suffe’den yirmi üç ismi muhtevidir. Her biri Resûl-i Ekrem’in (sas) iltifatına mazhar olmuş bu değerli insanlarla birlikte “livâü’l-hamd” sancağının altında Peygamber Efendimizin gölgesinde, sohbet halkasında, sofrasında, çevresinde bulunabilmeyi Allah (cc) hepimize ikram etsin! Âmin!
Doç. Dr. Yaşar AKASLAN
Samsun 2022