#KEŞFET

Mutlak Adaletin Yegâne Sahibi: El Adl

El Adl ne anlama gelir? “Adl”olan Allah’ın Adil olan kulları kimlerdir? Adil bir insan nasıl olmalıdır?

Abone Ol

El Adl ne demektir ?

Adalet her şeyi dengeli yapmak ve yerli yerine koymak, herkese hakkını vermek, her şeyi akıl ve mantığa, hikmet ve maslahata uygun olarak yapmaktır. Zulmün zıddıdır. Rabbimizin esma-i hüsnasından biri olan “adl” aslında “adaletli olmak” anlamında mastar olup “çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan” anlamına gelir. Bir mastarın isim olması o mastarın içerdiği anlamın bütün kapsamıyla o zatta bulunduğunu gösterir. “Âdil” adaletli olan demekse “adl” adaletli olmanın ta kendisi olmak, adalet göstermek denince ondan başkası akla gelmemek demektir. “Adl” olan Allah’ın bütün işleri adalete uygun olduğu gibi sözleri de hakkaniyetin ta kendisidir. O’nun her yaptığı yerli yerinde olduğu gibi her söylediği de şeksiz şüphesiz doğrudur: “Rabb’inin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (En’âm, 6/115)

O’ndan başka hâkim ü adl yoktur.

Çünkü her şeyi hakkıyla gören, işiten; her şeyin içini, dışını, önünü, sonunu bilen ve her şeye gücü yeten ancak O’dur. İnsan bazen hayatta olup bitenlere bakarak Allah’ın adaletinde bir nevi eksiklik vehmeder. Bu durum dünyada olup bitenlerin sonuçlandırılacağı asıl hayatı dikkate almayıp sınırlı akıllarla kevniyatı çözmeye çalışmanın sonucudur. Allah’tan onu bunu isteyip de bu isteklerini kendileri için hayır zannedenler ve istekleri olmayınca kendilerine adil davranılmadığını düşünenler Allah’ın rahmetinin eseri olan sayısız lütuflarını hak etmek için ne yaptıklarını kendilerine bir kez olsun sormazlar. O’na gereği gibi iman edip O’ndan gelen her şeye razı olanlar ise O’nun rızasının kendilerini, kendi rızalarından daha ziyade koruyup kolladığına bütün yürekleriyle inanır, kadere küsmek yerine kaderle barışık olmanın huzuruna ererler.

Rabbimizin adaletinden hiç şüphe duymayız ama O’ndan adalet değil af ve merhamet isteriz. Biliriz ki Allah Teâlâ’nın affı, merhameti ve keremi olmasa; O bize sadece mutlak adaleti ile muamele edecek olsa azaba düçar olmayan kalmazdı. Bu yüzden “Allah’ın adaletinin sonucu azap, lütf u kereminin tecellisi merhamet ve kime neye göre muamele edeceği de hikmettir.” denmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de "adalet" kavramı

Adalet kavramı Kur’an-ı Kerim’de düzen, denge ve ahenk anlamlarında da kullanılmaktadır. Yaratılışta her bir varlığın tüm ihtiyaçları ve birbirleriyle ilişkileri gözetilerek kime ne gerekiyorsa ona göre bir düzen kurmuş olması Rabbimizin diğer pek çok isimleri yanında adalet sıfatının da gereğidir. O, bu kâinatı bir mizanla yaratmış ve bizden de bu mizanı bozmamamızı istemiştir. (Rahmân, 55/5-9) Gazzâlî de Allah’ın adaletinin ne anlama geldiğini anlamak için kâinattaki düzeni anlamak gerektiğini söylerken bunu kastetmektedir. Kıyamet günü de mizan kurulacak ve bütün meseleler adaletle halledilecektir. (Yûnus, 10/54-55; Enbiyâ, 21/47)

“Adl” Olan Allah’ın Adil Olan Kulları

nsan olmak, noksan olmak demektir. Bütün sıfatlarda olduğu gibi adalet konusunda da mükemmel olmak sadece Allah’a mahsustur. İnsanlar unutabilir, arzu ve zaaflarına uyabilir, duygusal davranabilir... Tüm eksiğimize rağmen Rabbimiz “Adl” ismiyle tecelli edince dünyaya bakışımız değişir. Artık dünyaya kendi duygu ve çıkarlarımızın penceresinden değil, hakkın, hakikatin penceresinden bakmaya başlarız. Bunun şartı ise insanlardan beklentiyi kesmek ve onların elindeki hiçbir şeye ihtiyaç duymamaktır. Bu bakış bizi ahlaki kemale ve ruhun denge hâline ulaştırır. İslam ahlakçılarının itidal ve adalet kavramlarıyla ifade ettikleri bu denge ve kemalin oluşmasıyla davranışlarımız tüm aşırılıklardan korunmuş olur. Bakara suresinin 143. ayetinde geçen “vasat ümmet” tabiri de bu hâli ifade eder. Bu prensibe göre yaşayan insan yeme içmeden tutun da inanç, ibadet ve amellerine varıncaya kadar her konuda ifrat ve tefritten korunur, ailesini, işini, sosyal hayatını, ibadetlerini yerli yerine koyar. Çalışmanın, dinlenmenin, eğlenmenin, gezmenin, sorumluluklarının birbirinin yerini işgal ederek hayatının bir karmaşaya dönüşmesine izin vermez. Çünkü adalet sadece başkalarına karşı değil, bizzat kendimize karşı da göstermemiz gereken temel bir insan ihtiyacıdır.

Kendinde hiç hata görmemek kadar her konuda kendini suçlamak, öz saygısını kaybedecek şekilde kendini eleştirmek de kantarın topuzunu kaçırmaktır. Bedenle ruhun ihtiyaçları, kendi gelişimiyle ailevi ve sosyal sorumlulukları, haklarıyla ödevleri arasında dengeyi gözetmek, kendisiyle kendisi ve diğerleri arasındaki ilişkileri düzenlemek konusunda adalet anahtar kavramdır. Unutmamak lazım ki kendine hayrı dokunmayanın çevresine de bir iyiliği olmaz.

Adil Bir İnsan Olmak

Adalet sıfatının zaaf ve kudreti kişinin sahip olduğu insanlık vasıflarının zaaf ve kudretine bağlıdır. Ancak kişiliği kuvvetli insanlar adaleti yürütebilir. Allah (cc) korkusu, kalp selameti, keskin zekâ, idrak ve basiret, gerektiğinde cefaya tahammül, kudret ve cesaret, insaf ve merhamet, insanlığa muhabbet gibi vasıflara sahip olmayan kişiler adil de olamazlar. Korku, çaresizlik, aşırı duygusallık, gurur ve ön yargı gibi olumsuz duygular adalet duygumuza zarar verir.

Adalet öğrenilen bir davranıştır ve öncelikle aile içinde öğrenilir. Ailede her yaş ve cinsiyetteki kişinin kendi durumuna göre ihtiyaçları ve hakları vardır. Bunların hepsinin adaletle gözetilmesi o ailede yetişen kişileri haklar ve sorumluluklar konusunda hassas kılar. Çocukluğunda yakın çevresinde şiddetli haksızlıklar görmüş olanların yetişkinliklerinde çoğunlukla zalim bireylere dönüşmesi bugün psikolojinin üzerinde durduğu konulardan biridir. Peygamberimizin çocuklara adil davranma konusuna bilhassa dikkat çekmiş olması, sevgi ve ilgiden tutun da mali konulara varıncaya kadar çocuklar arasında ayrım yapılmamasını emretmesi bu açıdan manidardır.

Adaletin Bekçileri: Hâkimler ve Yöneticiler

Yerler gökler adaletle kaimdir. Nasıl ki fiziksel var oluş bu dengeye muhtaçsa toplumların varlığının bekası da toplumu oluşturan unsurlar arasındaki adaletin korunmasına bağlıdır. (Nisâ, 4/58) Toplumun her ferdinin adil olması, istenen bir özellik olmakla beraber adalet sıfatı bilhassa hâkimler ve yöneticiler için zaruridir. Toplumlar ancak insanlar hakkında kalem oynatma mevkiinde bulunanların adalet vasfını haiz olması ile yükselir. Bu nedenle Rabbimiz insanlar arasında hüküm verirken duygularımızın tesiri altında kalmamızı istemez. Ne yakınlık ve merhametin ne de kin ve nefretin adalet konusundaki hassasiyetin önüne geçmesine izin vermez. (Nisâ, 4/135; Mâide, 5/8)

Efendimiz’in (sas) şu müjdesi adaleti en üstün değer olarak kabul edenler içindir: “Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahmân’ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.” (Müslim, İmare, 18)

Toplumda işler adaletle yürüdüğünde insanlar görevlerini severek yapar, kimse hakkını elde etmek için aracılara koşma ihtiyacı duymaz, insan onuruna aykırı yollara girmek zorunda kalmaz. Başka şartlarda olsa işini savsaklayacak olanlar da kaytarmanın çıkar yol olmadığını bilirler. Böyle bir toplumda herkes huzur içinde yaşar. Adaletin tecellisine güvenir ve kişisel intikam peşinde koşmaz. Bu da toplumda düşmanlıkların ortaya çıkmasını engeller. Bu nedenle adalet mülkün temelidir.