Sunuş
Varlığı ve evreni fizik ve metafizik boyutuyla anlamlandıran yüce dinimiz İslam’ın temel hedefi; yeryüzünde güvenli ve huzurlu bir hayatı tesis etmektir. İnsanoğlu için söz konusu gayeye hizmet eden en önemli yapı ise, Kur’an-ı Kerim’in Hz. Âdem’e (a.s.); “…Sen ve eşin cennette kalın…” (A’râf, 7/19) hitabından da anlaşılacağı üzere yaratılıştan itibaren var olan, insanlığın kadim, köklü ve saygın kurumu ailedir. Sevgi, saygı, şefkat, sadakat, fedakârlık üzerine kurulan aile, kadın ve erkeğin asil bir duyguyla birbirlerini tamamlayıp yekvücut oldukları meveddet, rahmet ve sekinet yuvasıdır. Nitekim kişinin ailesine nasıl davranması gerektiğini emir ve tavsiyeleriyle ortaya koymanın yanında, bizzat kendi hayatıyla da en güzel örnek olan Hz. Peygamber’in (s.a.s.); “Kadınlar, erkeklerle birlikte bir bütünü tamamlayan diğer yarıdır” (Ebu Davud, Taharet, 94) şeklindeki hadis-i şerifi, aile olmanın kadın ve erkeğin her ikisi açısından insanı kemale ulaştırdığını ifade eden önemli bir beyandır.
Allah Resulü’nün aile hayatı kıyamete kadar bütün insanlar için eşsiz bir örneklik arz etmektedir. Nitekim onun aile hayatında uyguladığı ilke ve prensipler, tüm zamanlarda önemini ve işlevini kaybetmeden varlığını sürdürmüştür. Bu açıdan, toplumun en küçük birimi olan ailedeki mutluluk ve huzurun, toplumsal mutluluk ve huzurun temin edilmesindeki vazgeçilmez şart olduğunu en güzel örnekleriyle Hz. Peygamber’in aile yaşantısında görmek mümkündür. Bu meyanda Sevgili Peygamberimiz; ihsan, adalet, merhamet gibi kurucu değerler üzerine inşa edilen ailede kadın ve erkeğin birbirleri üzerinde hak ve sorumlulukları olduğunu müteaddit defalar dile getirmiştir. Bu çerçevede, özellikle kadınlara iyi muamelede bulunulmasını, şiddeti besleyen her türlü kötü söz ve davranıştan uzak durulmasını, aile birliğinin üst düzey bir bilinçle tahkim edilmesini, eşlerin birbirine güven duyup bağlılık ve sadakat göstermesini, ortaya çıkması muhtemel problemler karşısında sabırlı ve anlayışlı davranılmasını önemsemiştir. Resul-ü Ekrem’in iman, ahlak ve eşlere ideal davranış arasında kurduğu bağlantıyı dile getiren; “Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanı, ahlak bakımından en güzel olanıır. Sizin en hayırlınız ise eşlerinize karşı en hayırlı olanınınızdır” (Ebu Davud, Sünnet, 15) sözü, zikredilen nebevi yaklaşımının açık bir ifadesidir.
İslami bir kimlik, etkin bir şuur ve muhkem bir istikamet açısından toplumun can damarı mesabesinde olan ve Peygamberimizin de söz, tutum, tavır ve davranışlarıyla yücelttiği aile müessesesi, pek çok yönden önemli bir kurumdur. Zira bir eğitim yuvası olarak bireyi toplumsal hayata hazırlayan, onun dinî ve kültürel kodlarıyla kolaylıkla irtibat kurmasına imkân tanıyan; dilin, düşüncenin, kültürün, ilmin, etik ve estetiğin elde edildiği aile, fertlerinin yaşantısını ideal boyutta şekillendirmesi açısından hayati önemi haizdir. Diğer taraftan, kişiyi her türlü menfi yapı, unsur, insan, düşünce, akım ve anlayıştan uzaklaştırıp ona huzurlu ve mutlu bir yaşamın anahtarını sunan aile, hayatın tamamını kuşatan ve insana nebevi çizgide yol işareti olan güvenilir bir limandır. Nitekim zihin ve gönüllerin mimarı Kur’an’ın, yeryüzünün kötülük sembollerinden biri olan Firavun’un zorbalığı sebebiyle Hz. Musa (a.s.) ve kardeşine hitaben; “…Kavminiz için Mısır’da (sığınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın…” (Yûnus, 10/87) ayeti; var olma yolunda ailenin etkisine dikkat çekmiş, zorluklarla mücadelede aileye önemli bir misyon yüklemiş ve bu kıymetli yapı, daimi bir sığınak, umut ve ufuk merkezi görülmüştür.
Yaratılışı itibariyle sosyal bir varlık olan insan için toplumsal hayat ne kadar önemli ise toplum için de onun özünü oluşturan aile, o denli hayati öneme sahip bir kurumdur. Aile, söz konusu niteliğiyle tezekkür ve tedebbür bağlamında toplum ve milletlerin hafızasını istikbale taşıyan, kimlik, tasavvur ve ideallerini olgunlaştırıp geleceğe aktaran; insani, kültürel değerlerin, tarihi süreklilik ve bütünlüğün koruyucusu olan mühim bir müessesedir. Dolayısıyla aile; varlık, inanç, gaye, ideal, anlam ve değer gibi kültür ve medeniyetin belirleyici temel kodlarının yeniden üretilip sonraki kuşaklara aktarıldığı muhkem bir yapıdır. Bu yönüyle aile, fikir ve aksiyon planında ortak bir bilinç, irade ve duruş boyutuyla medeniyet dinamiklerinin etkin gücü olarak tebarüz etmektedir.
Her türlü değerin itibarsızlaştırıldığı, bireyselliğin şekillendirdiği bencilliğin ve çıkar ilişkilerinin girdabı içinde huzur ve sekinetin kaybedildiği, sevginin maddi kaygı, özenti ve gösterişe hapsedilip buharlaştığı; popüler kültürün, lüks, tüketim ve güç tutkusunun tetiklediği dünyevileşme hastalığının hayatı çepeçevre kuşattığı modern zamanda, bu durumdan en çok etkilenen yapı hiç şüphesiz aile olmuştur. Bugünkü gelinen noktada, ailede Kur’an ve sünnetten neşet eden güzel ahlaktan mahrum kalan insanın; insan, tabiat, kâinat ve nihayetinde Rabbiyle ilişki ve iletişimde sorunlar yaşadığı, ahlak ve kültür erozyonuna maruz kaldığı, toplumsal olaylara duyarsızlaştığı, aile içi şiddetin, öfke ve nefretin öznesi olduğu her türlü izahtan varestedir. Hâl böyleyken bu kutsal kurumda yaşanan olumsuzluklar, zamanla toplumun genel problemleri hâline gelmiş ve çözülen aile yapısının doğurduğu sonuçlar maalesef endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Dolayısıyla, temel ilkelerini yüce dinimiz İslam’dan alan, kültür ve geleneğimiz içinde karakteristik özelliklere sahip olan aile yapımızı, özünü yitirmekten ve yozlaşmaktan korumak hepimizin müşterek ve yegâne sorumluluğudur. Bunun için de öncelikle ailede hayat bulacak, oradan topluma yayılıp dünyaya huzur katacak iyilikleri ve ahlaki değerleri yaşatma idealini kuşanan herkese önemli yükümlülükler düşmektedir.
Bu itibarla, nebevi ilke ve değerleri kuşandığımız mutlu bir hayatın, ideal bir topluma ve daha güzel bir dünyaya uzanan yolda önümüzü aydınlatarak ailelerimizin gerçek manada ve bütün boyutlarıyla huzur yuvası olmasına katkı sunması temennisiyle; aklımıza istikamet, kalbimize muhabbet ve ufkumuza aydınlık vermesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Diyanet İşleri Başkanı