Dr. Halil İbrahim HAKSEVER
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Çünkü sen âyîne-i kevne tecellâ eyledin
Öz cemâlin çeşm-i âşıkdan temâşâ eyledin (Y. Avnî)
İslam inanç ve kültürüyle şekillenen klasik şiirimiz, hayatın her nevi duygu ve hayalleriyle dolu olduğu gibi fikir ve düşüncenin de her türlüsüyle mezcolmuştur. Tasavvuf ve felsefenin de ürettiği kelime ve kavramlarla düşüncelerine derinlik katan şairler, insanlara yol gösteren, bilgi veren, hayatı yorumlayan sayısız beyitler ibda etmişlerdir. Adına “hikmet” denilen mana dünyasına tercüman olan bu tür beyitler, şiirimize ayrı bir renk ve tat katmıştır. Dil ve edebiyatımızın henüz İslam ile buluştuğu çağlarda milletimize ışık saçan erlerden Ahmed Yesevi, söylediği iman dolu manzum sözlerine “hikmet” adını vermişti. Böylece Türk şiiri hikmetle tanışmış, söze derinlik ve zenginlik katan tılsım daha çok o deryadan akmaya başlamıştır. Zamanla hikmete aşina olan edebiyatımızda “hikemî şiir” denilen bir mektep oluşmuş, bu düşünce ve söylem tarzı ile meşhur şairlerimiz yetişmiştir. Esasen, “aşk” ile beslenen hiçbir divan şairi de hikmet denizinden içmeden eline kalem almamıştır.
Geniş bir mana çerçevesi olan hikmet, “Kur’an, sünnet, din, anlayış, ilim, amel, doğru söz, hüküm, peygamberlik” vs. anlamları içerir. Kelimeye felsefi ve metafizik düşünce nispet eden âlimler de olmuştur. (İlhan Kutluer, DİA, c. 17, s. 503.) Peygamber Efendimizin hadislerinde de hikmet, “Kur’an’ın doğru anlaşılması ve yorumlanması” şeklinde özetlenen bir manada kullanılmıştır. Tarihî dönemlerde felsefe ağırlıklı mana çeşitliliği kazanan kavram, insanları hayra ve fazilete yönelten özlü sözler ve düşünceler anlamında da kullanılarak edebiyat metinlerine girmiş, şairlerin dilinde estetik bir söyleyişle “hayırlı” misyonunu icra etmiştir. Şairler bu kavramı, yaşanmış hayat tecrübelerine de dayalı olarak bütün mana genişliğiyle kullanmışlar; doğru ve faydalı olan hangi bilgi ve düşünce biliyorlarsa bunu şiir kalıbında insanların hizmetine sunmuşlardır.
Divan şiirinin hikmetlileri
Hüner meydanında her biri farklı bir eda arayışında olan şairler, estetik ve mana yönü güçlü söyleyiş peşindedirler. Kimisi daha yoğun kimisi biraz daha latif hikmet avcıları olarak söze revnak katmışlar, edebiyat tarihinde iz bırakacak “hikmet pınarları” inşa etmişlerdir. Zihni ve gönlü doyuran beyitler, divanlardan taşarak bizlere ulaşmıştır. Bilgi, irfan, öğüt, biraz da irşat içerikli manalarla dolu bu beyitler, insanlara faydalı bir şeyler söyleme niyetiyle kaleme alınmış; muhtemelen dinimizin “marufu emr münkerden nehy” hükmünün (Araf, 7/157.) gereği olarak da düşünülmüşlerdir. Bunların kimisi nasihat üslubuyla okuyucuyu Kur’ani, tasavvufi kavrayışa yöneltir:
Minber-i şâh üzre çıkmış va‘z eder murğ-ı çemen
Selsebîl âyâtını tefsîr eder enhâra bak (Adlî)
Şairin sanatkâr zihni, okuyucuyu, tabiatı ibretle temaşa etmeye ve bundan ders almaya çağırıyor. Ağaç minberine çıkıp ötüşüyle sanki vaaz eden kuşa, akışıyla cennet sularını anlatan nehirlere bakmamızı söyleyen şairin dili, Kur’an-ı Kerim’de, insanları yaratılan varlıklara bakıp ibret almaya çağıran ayetlerdeki hikmetli üslubu hatırlatmaktadır. Benzer bir hikmetli söyleyişi, öncekinden çok sonra gelen bir diğer şairde görüyoruz:
Aç gözün kesretde vahdet zevkin eyle yâre bak
Kalbini sâf eyleyüp âyîne-i dîdâre bak (Hayalî)
“Dünyalık varlıklara gönül vermeyip bunlarda tecelli eden hakiki sevgiliyi zevkle seyret. Onun cemal aynasına bakarak kalbini temizle.” diyen şair, insanları O’na yöneltmeye, kesret âlemindeki vahdetin sırrını çözmeye çağırır.
Aslında gördüğümüz şu âlem baştan başa hikmet sırlarıyla doludur. Şairlerin feryadı ise bunu anlayamayan idraksiz cahiller sebebiyledir:
Kitâb-ı kâinât esrâr-ı hikmetle lebâlebdir
Şikâyet cehlden feryâd
bî-idrâklerdendir (Nabi)
Üslubunu öğütle bezeyen bir diğeri de dünyada yaşamaktan amacın, makam sahibi olup şöhret kazanmak değil marifet elde etmek olduğunu, o zaman tam bir adam olunacağını söyler:
Nev’iyâ lâzım değil olmak filân ibn-i filân
Ma’rifet kesb eyle tâ bir âdem ol âdem gibi
Çeşitli duygu dalgaları arasında insana ilahi hakikatleri hatırlatan şairler, topluma karşı bir misyonun icracısıdırlar. Bu icrada bazen hissiyat bazen fikriyat galiptir. Onlar insanlara dünyanın geçiciliğini unutmamak gerektiğini, sahip olduklarımızla övünmememizi, ecel nöbeti geldiğinde bir dakika gecikmeyeceğini hatırlatırlar:
Öğünme kendimin deyü bu âsiyâ ki mevt
Etmez çü nevbetin gele aslâ dakîka fevt (Cinânî)
Şairlerin insana dair tespitleri, topluma ait gözlemlerini de yansıtır. Kişilerin manevi değerleri kalplerinin temizliğine bağlıdır. İç güzellikle dış güzellik arasında irtibat kuran şair, İslam ahlakında yeri olan bu gerçeği kevnî âlemden bir misalle anlatır. Kişinin gönül saflığı, güzel ahlakı yüzüne yansır. Tıpkı gündüzün hâlinin seher vaktinde belli olduğu gibi:
Rûyundan olur sînesinin safveti zâhir
Ma‘lûm olur ahvâli nehârın seherinden (Nabi)
Allah’ın kullarına hoş davranmayı İslam ahlakının gereği olarak gören şairler, bunu en veciz ifadeye dökme arzusundadırlar. Mahlûkatı incitenlerin kendilerinin de bundan zarar göreceğini uyarıcı bir dille şu beyit ne güzel belirtir:
Halkı rencîde eden âlemde
Kendi rencîde olur son demde (Ş. Yahya)
Dinî hakikatleri kendi üsluplarına döken bu söz ustaları, yaşanan hayatta bazen aksi görülse bile değerli olanın Hak katında belli olduğunu bilirler. İnsanlar arasında zelil/aşağılık görülen kimilerinin O’nun nezdinde makbul olabileceğini söyleyen şair, bu gerçeği, ayakaltında çiğnenen ayakkabıyı camide herkesin “el üstünde” tutması misaliyle belirtir. Camide ayakkabının başka bir sebeple yukarıda tutulması bile sanatkârın güzel ve faydalı bir söz söylemesine vesile olmuştur:
Zillet erbâbı olur nezd-i İlâhîde kabûl
Halk câmi‘de el üzre götürür pâpûşun (Nabi)
Dünyalık kazançlarla insanoğlunun şımardığı, kibre kapıldığı, eskiden beri çok görülmüştür. Gösteriş merakının yanlış olduğunu, asıl değer ve faziletin manevi olgunlukta görüleceğini bilen bir başkası da tam bunu söylemiş; sanki belli bir kişi üzerinden herkese ahlak dersi vermeye çalışmıştır:
Libâs-ı nev-be-nevle ey olan ârâyişe mâ’il
Kemâlinden haber ver kimse senden ihtişâm almaz
(Ragıp Paşa)
İnsanın dünyadaki varlık sebebini sorgulayan, sorumluluğunu ve fâniliğini hatırlatan beyitler serapa hikmet içeriklidir. Şairler, bu faydalı bilgileri söze döken sanatkârlardır. Nitekim şairimiz de benzetme yaparak ölünce toprak altına giren bedenimizi, ecel karıncasının harmandaki buğdayı yemesi gibi yiyip gıdalanacağını belirterek bu “acı” gerçeği bize hatırlatır:
Kût edinmişdir bizi mûr-ı ecel erzen gibi
Kim taşır zîr-i zemîne dâne-i hırmen gibi (Derûnî)
En sıradan bilgiyi bile üsluplaştırarak hikmetle bezeyen ve okuyucusuna sunan söz ustaları, dinî açıdan da hayırlı bir iş yapmış sayılmalıdır. Beyitlerin kimisi “derinden” gider, kimisi de kolay bir söyleyişle bu temel hakikati fısıldar kulaklarımıza:
Cenneti almak olmaz akça ile
Girmek olmaz behişte rüşvet ile (Fuzuli)
Bu ebedî hakikatin hatırlatılmasından kim müstağni kalabilir ki? Hayatta bazen herkesin bildiği gerçekleri, söyleyişi güzel ustaların dile getirmesine ihtiyaç duymaz mıyız? Vaktiyle divan şairlerinin yaptığı da budur aslında. Usta şair Fuzuli, meşhur kasidesinde hayatın fâniliğini, mevsimlik açan ve klasik şiirimizin düğüm noktalarından olan gül üzerinden çok güzel belirtir. Gülün, bahar mevsiminde gönüllere ferahlık vererek diğer çiçeklerin en önünde, varlığındaki hikmeti göstermek için açtığını söyler. İnsanlar anlayabilse onun her yaprağının toprak altında yatanların ahvalinden haberler verdiğini belirttiği yorum ve yakıştırması, hakikate hiç de uzak bir niteleme değil, aksine fânilere bir ders ve hikmet hatırlatmasıdır:
Geldi ol dem kim ola ızhâr-ı hikmet kılmağa
İnşirâh-ı sadr ile sadr-ı saf-ı ezhâr gül
Bir zebân-ı hâldir her yaprağı fehm itseler
Perdedâr-ı hâk olanlardan verir ahbâr gül
Şaire göre, toprağın üstünde güzel görünüm ve kokusuyla gönüller açan gülün vakti gelince solup yok olması, insanoğluna mahşerdeki dirilişle ile ilgili derin mesajlar taşır. (İnsanlara güzel şeyler söylemek için ha bire vesile arayan kadim şairlerimize aşk olsun!)
İyi ve güzel olana teşvik ettikleri gibi yanlışa da dikkat çekme görevindedir şairler. Bazı beyitlerin “bahtı açık” olmalı ki emsallerinden daha fazla bilinir ve okunurlar. Manzumenin “berceste” vasfını kazanması, söyleyişindeki başarı ve zımnında taşıdığı mana ile ilgili olmalı. Böyle bir beyitte şair, dünyayı kötülüklerin değil âlimlerin dalkavukluğunun harap edeceğini söylemiş. Yanılmış mı acaba?
Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb
Eyler anı müdâhene-i âlimân harâb (İzzet Molla)
Sözü, şiirimizi ilk kez hikmetle buluşturan üstat Yesevi’den nakille bitirelim. O der ki; “Allah’ın adını an ki gözlerinden kanlı gözyaşları aksın. Hikmetli söyle, sözlerinden inciler damlasın. Her bastığın yerden güller bitsin, yetişsin. Güle bakarsan o ağaçtan güller açılıp bostan olur”:
Zikrin aytgıl kanlar aksun közlerindin
Hikmet aytgıl dürler tamsun sözlerindin
Güller onsun her bir baskan izlerindin
Güle baksan gül açılıp bostan bolur.
Ne dersiniz, daima hikmetli sözler dinleyip konuşmak gerekmez mi?