“Susmak bazen konuşmaktan daha iyi sonuç verir” anlamında kullanılan atasözüne, “söz gümüşse sükût altındır” deriz. Genellikle bu sözü aşırı öfke anında veya çetin bir imtihanın ilk anlarında sınanan insanları sükûnete davet etmek için söyleriz. Allah’ın rızasının veya gazabının hangi sözde olduğunu bilmediğimizi anlatmak için de bu sözü kullanırız. Ayrıca, namaz esnasında kıyamdayken yapmış olduğumuz münacatın adına da kunut deriz.

Kunut; itaat ve sükût etmek demektir ama nasıl sükût etmektir?

“…Zorda, darda kalan kulun aczini, derdini, şikâyetini namaz içinde dua ya da beddua şeklinde Allah’a arz etmesidir.”

Sakın bu sözlerimizden hiç kimseyle konuşmayacağımız anlamı çıkarılmasın. Konuşmak, bizim için bir zarurettir. Hemen herkes dağarcığındaki kelimeleri kullanarak bir cümle kurar ve kurduğumuz bu cümleler bizim kişiliğimizi, duygularımızı yansıtan birer aynaya dönüşüverir. İşte bu yüzden ağzımızdan çıkan her kelimeye dikkat etmeli, güzel düşünmeli, güzel konuşmalı ve gerektiğinde sükût etmesini de bilmeliyiz.

Gerçi, “Sükût etmek” bazıları için dünyada yapılması en güç şeylerden biridir. Hatta kimileri için imkânsıza yakındır. O sebeple birileri çıkıp da size şöyle diyebilir: “Sükût etmek de neymiş canım?”, “Hiç öyle şey olur mu?”

Olur olur, hem de çok güzel olur. Zaten sükûtunuzdan anlamayan, kelamınızdan da bir şey anlamaz.

Her ne kadar “kişi sözden ibaret” olsa da sükûtun da kendine göre bir lisanı, daha doğrusu bir hâli vardır. O sebeple sükût edenin hâline bakılır ve ne demek istediği bir şekilde anlaşılır. “Sükût ehli kimdir?” derseniz, kendi içine dönüp kalbinin sesini dinleyen kişidir, deriz. İyi de kalbin sesini duymakla bir insanın eline ne geçer ki?

Neler geçmez ki!

Öncelikle böyle birinin eline tefekkür âleminin anahtarı geçer. Bu âlemden içeri girenler ölüm ve ötesini düşünmeye başlar. Ölüm ve ötesini düşünen biri de malayani sözlerden korunmuş olur. Boş konuşup da cümleleri yormaz yani. Ayrıca ölüm ve ötesini düşünmek hayata sıkıca tutunmamızı sağlar.

Evet evet yanlış duymadınız, hayata sıkıca tutunmamızı sağlar.

Bir mütefekkirin de dediği gibi: “Ölümü hatırladıkça yaşar insan. Ölümü hatırladıkça, hayatı unutmaz, kendini unutmaz, hakikati unutmaz.” Şimdi de, hakikati unutmayan birinin konuştuğunu veya bir şeyler yazdığını düşünelim, acaba ortaya nasıl bir tablo çıkardı?

Hemen söyleyelim; sükûtu altın olan biri konuşmaya başladığında bize kalp ülkesinden inci mercan getirirdi. Literatürde biz buna şiir deriz, sohbet deriz, hikmet deriz. Ortaya çıkan tabloya da “medeniyet” deriz.

O hâlde ataların, “Söz gümüşse sükût altındır.” sözüne kulak verip kendimize çekidüzen verelim ve köklü medeniyetimizin üstüne birkaç taş da biz koyalım. Tabii ki bunun için değişime hazır olmalıyız.

Sahi, bunun için ne yapmalıyız?

Kesinlikle düşünmeden konuşmamalıyız ve konuşurken de insanlara bıkkınlık veren uzun cümleler kurmaktan sakınmalıyız. Şunu da unutmayalım ki: “…Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.”

Diliniz tatlı, sükûtunuz hakikatli olsun.