Kendinizi Temize Çıkarıp Durmayın..!
Bir kimse Allah’tan (c.c.) hakkıyla korkmuyorsa, onun çok bilmesinin, ilmî derinliğinin, hatta çok bilme konusunda bir dehâ olmasının kıymeti yoktur. Yine bir adamın, “ben şöyleyim, ben böyleyim, benim kim olduğumu biliyor musun” tarzında enaniyet kokan cümleler kurması, kendisini tezkiye ve medh-ü senâ etmesi, ya da; “benim şöyle şöyle gece ibadetlerim var; işte şöyle veriyorum böyle veriyorum; ben yaptım ben ettim” biçiminde kendini kulluk kalitesi adına ön plana çıkarması ve örnek olarak göstermesi kabul edilebilecek tavırlar değildir. “Gece teheccüd namazına kalkmıştım, o esnada bir ayet okudum, Âyet-i Kerîme’de şöyle buyuruluyordu” diye cümleye başlıyoruz. Kurduğumuz cümlenin teheccüdle hiç alakası yokken, teheccüd namazına kalktığımızı özellikle neden konuşmamıza konu ediniriz? Amacımız bir konudan bahsetmek mi, teheccüd namazına kalktığımızı duyurmak mı? Sevabını teheccüt namazı kıldığımızı anlattığımız kişiden bekliyorsak onun öyle bir güç ve kudreti, yetkisi yok. Şayet Allah bilsin istiyorsak başkasından gizlememiz lazım. Allah zaten biliyor ve söylememize ihtiyacı yok…
“Onlar, ufak-tefek hatalara düşmek hariç, büyük günahlardan ve aşırılıklardan kaçınırlar. Kuşkusuz Rabb'in, bağışlaması bol olandır. O, sizi topraktan inşa ederken de annelerinizin karnında cenin halindeyken de ne olduğunuzu en iyi bilendir. O halde kendinizi temize çıkarmayın. O, korunup sakınan kimseyi en iyi bilendir.” (Necm; 53/32)
Rabbimiz, “siz ne kadar ben diye başlayan cümleler kurarsanız kurun, ne kadar ‘işte şu oruçları hiç kaçırmıyorum, bütün nafile namazları kılıyorum, kılmaya çalışıyorum, şu kadar zikir çekiyorum, bu kadar hayır hasenatta bulunurum...” diyecekseniz deyin, “takvâ sahibi olanı en iyi bilen benim, kalplerinizde olanı en iyi ben bilirim, size şah damarınızdan daha yakınım” buyuruyor.
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız!” (Kâf 50/16)
“Kuşkusuz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Kuşkusuz O, göğüslerde olanı en iyi bilendir.” (Fâtır 35/38) mübârek ilâhî düsturları bize bu hakikati öğretir.
İnsanı yok iken yaratan Allah, onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, “hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil”, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir.
Bizler; “Üç günlük dünya hayatı, dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibaret, yalan dünya, şu dünyadan gelip geçen bir yolcu gibiyiz” gibi cümlelerle hakikatine vurgu yaptığımız ve tanımladığımız dünya hayatında, bizi âhirete ve ebedî saadete eriştirecek azığı heba etmeden temin etmek istiyorsak, ilâhi hudutlara göre davranarak amel etmeliyiz. Amellerimizi boşa çıkaracak niyet, söz ve davranışlardan uzak durmalıyız.
Bilmemiz gerekir ki, Allâh Teala’nın kulluğumuzu kabul buyurmasının iki önemli şartı var:
Birincisi, yaptığımız işi O’nun rızası ve hoşnutluğu için yapacağız, ikincisi ise, O’nun istediği şekilde yapacağız…
Allah (c.c.) bizleri buna muvaffak kılsın ve riyâkâr davranışlardan muhafaza buyursun.