عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) أَنَّ رَجُلاً سَأَلَ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : أَيُّ الأَعْمَالِ أَفْضَلُ؟ قَالَ: “الصَّلاَةُ لِوَقْتِهَا، وَبِرُّ الْوَالِدَيْنِ، ثُمَّ الْجِهَادُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ”.

İbn Mes'ûd'un (ra) anlattığına göre, bir adam Hz. Peygamber'e (sas), “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz (sas) şöyle cevap verdi:

“Vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah (cc) yolunda cihad etmek gelir.”

(B7534 Buhârî, Tevhîd, 48)

***

عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى بَكْرَةَ، عَنْ أَبِيهِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “أَلاَ أُنَبِّئُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ؟” –ثَلاَثاً– قُلْنَا: بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ، قَالَ: “الْإِشْرَاكُ بِاللَّهِ، وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ.”

Abdurrahman b. Ebû Bekre (ra), babasının (Ebû Bekre'nin) (ra) şöyle anlattığını naklediyor: “Resûlullah (sas), "Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?" diye üç kez sordu. Bunun üzerine biz, "Evet, ey Allah'ın Resûlü." diye cevap verdik. Bunun üzerine, "Allah'a (cc) ortak koşmak ve anne babaya isyan etmek ve eziyet etmektir." buyurdu.”

(B5976 Buhârî, Edeb, 6)

***

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “رِضَا الرَّبِّ فِى رِضَا الْوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ فِى سَخَطِ الْوَالِدِ.”

Abdullah b. Amr'ın (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.”

(T1899 Tirmizî, Birr, 3)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: جَاءَ رَجُلٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، مَنْ أَحَقُّ بِحُسْنِ صَحَابَتِى؟ قَالَ: “أُمُّكَ”، قَالَ: ثُمَّ مَنْ؟ قَالَ: “أُمُّكَ” قَالَ: ثُمَّ مَنْ؟ قَالَ: “أُمُّكَ” قَالَ: ثُمَّ مَنْ؟ قَالَ: “ثُمَّ أَبُوكَ.”

Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: Bir adam Allah Resûlü'ne (sas) gelerek, “Ey Allah'ın Resûlü, kendisine güzel davranıp yakınlık göstermemi en çok hak eden kimdir?” diye sordu. Hz. Peygamber (sas), “Annen.” cevabını verdi. Adam, “Sonra kimdir?” diye sorunca Hz. Peygamber (sas) yine, “Annen.” buyurdu. Adam, “Sonra kimdir?” diye yeniden sorunca Peygamber Efendimiz (sas), “Annen.” cevabını verdi. Bunun üzerine adam, “Sonra kimdir?” dedi. Hz. Peygamber (sas), “Sonra babandır.” buyurdu.

(B5971 Buhârî, Edeb, 2)

***

فقَالَ أَبُو الدَّرْدَاءِ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “الْوَالِدُ أَوْسَطُ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ، فَإِنْ شِئْتَ فَأَضِعْ ذَلِكَ الْبَابَ أَوِ احْفَظْهُ.”

Ebu'd-Derdâ'nın (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak ana kapılarından birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!”

(T1900 Tirmizî, Birr, 3)

***

Uzun bir yolculuğun ardından Peygamberi’ni (sas) görmeye Medine’ye gelmişti. Önce onun Allah’ın (cc) son elçisi olduğuna inandığını söyleyecek, imanını biat ile perçinleyecekti. Sonra da İslâm ile coşan ruhuna cihadı tattıracak, canını dini uğruna feda etme arzusu ile Peygamber’in (sas) ordusunda saf tutacaktı.

Geride ailesini bırakmıştı. Desteğine muhtaç, gözleri yaşlı anne ve babasını... Belki de kalbindeki ateşi bildiklerinden, bu gidişin dönüşü olmayacağını hissedip gönül koymuşlardı. Şimdi Peygamberi’nin (sas) karşısındaydı işte. Niyetini anlatırken söylemeden edemedi: "Anne babamı ardımdan ağlar bırakıp sana geldim yâ Resûlallah!" Dini için elinden geleni yapmaya nasıl da azmettiğini göstermek ister gibiydi. Oysa Peygamberimizin (sas) cevabı zihnindekileri alt üst etmeye yetmişti: "Onların yanına geri dön ve ikisini de nasıl ağlattıysan öylece güldür!"

"Geri dön ve anne babandan izin iste. Eğer izinleri olursa savaşa katıl, yoksa onlara iyilikte bulun."  buyurmuştu Efendimiz. Hatta anne babaya hizmet için harcanacak emeği, Allah (cc) yolunda sarf edilecek gayrete benzetircesine, "Onlar için cihad et!"  demişti. Peygamber Efendimize (sas), "Amellerin en üstünü hangisidir?" diye sorulunca o şöyle cevap vermişti: "Vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah (cc) yolunda cihad etmek gelir."

Hadis kitaplarının tamamı, kişinin anne ve babası ile olan ilişkilerini düzenlemek için söylenmiş pek çok hadis ihtiva eder. Hadislerde iyilik mânâsındaki ‘birr’ kelimesi tercih edilmiştir. Yine pek çok yerde anne babaya karşı gelmek ve onların haklarını korumamak da bu kelimenin zıddı olan ‘ukûk’ kelimesiyle ifade edilmiştir. Aslında hadiste geçen ‘birr’, dünya ve âhiretteki tüm iyiliklere ve güzelliklere işaret eder. Dünyada hidayete ermiş olmak, nimet içinde olmak ve hayırlarla kuşatılmak iyiliğin değişik tezahürleridir. Âhiret günü cennette ebedî mutluluğu elde etmek de bu kelimenin kapsamı içerisindedir.

‘Birr’ kelimesi anne ve babaya gönülden bağlılığı, onların kalplerini kırmamayı, onlara yaşlılıklarında kol kanat germeyi ifade eder. Bu davranışlar aynı zamanda Allah’a (cc) itaatin de bir ifadesidir. Denilebilir ki ana babaya iyilik etmek, insanı Allah’ın (cc) hoşnutluğunu kazanmaya götürür. Bunun tersi olan isyan ise, anne babanın hakkını çiğnemek ve bağları koparmaktır. Zaten ‘birr’ kelimesinin zıddı olan ‘ukûk’ kelimesi aslında koparmak, parçalamak anlamına gelir. Anne babaya karşı çıkmak onlarla olan bağı koparmak demektir. Allah Teâlâ (cc), anne babaya ‘isyan’dan asla hoşlanmaz. Âlemlerin Rabbi, kıyamet gününde ebeveynine baş kaldıranın yüzüne bakmayacak, onu cennetine almayacaktır. Peygamberimizin (sas) ebeveyne karşı isyankâr olmamayı öğütleyen cümleleri de aynı kesin üslûbu taşır. Onun, "Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?"  buyurduktan sonra, Allah’a (cc) ortak koşma’nın hemen ardından ‘anne babaya isyan ve eziyet etme’yi sayması gayet düşündürücüdür. Bütün bu uyarılarda geçen ‘ukûku’l-vâlideyn’ tabiri, anne ve babaya kabalık ve hürmetsizlik etmek, onların sözlerini hiçe saymak ve asi bir tavırla kalplerini kırmak anlamlarına gelmektedir. Elbette ebeveynin bakımlarıyla ilgilenmemek, ihtiyaçlarına sahip çıkmamak, onları yalnızlıklarına terk etmek ve arayıp sormamak da bu ifadenin kapsamına dâhildir.

Kur’ân-ı Kerîm’deki ‘ihtiyarladıklarında anne babaya ‘Öf!’ bile denilmemesi’ni isteyen âyetin, her yaşta, onların fikirlerine ve emirlerine karşı gelinmemesi şeklinde yorumlandığına çoğu kez rastlanmaktadır. Hâlbuki ona, ebeveyninin kimi yanlış istek ve yönlendirmelerine itaat etmemesini söyleyen de bizzat Allah Teâlâ’dır: "Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme!"

O hâlde kendisinin küs olduğu bir akrabayla iletişimini kesmesi için evlâdına baskı yapan ve ‘sütünü helâl etmeyen’ bir annenin ya da ticaretinde onun öngördüğü şekilde hileli işlere karışmadığı ve sözünden çıktığı için evlâdına ‘hakkını haram eden’ bir babanın bu isteklerini yerine getirmek söz konusu olamaz. Her iki taraf için de Allah’a (cc) itaat asıldır ve ilişki Allah’ı (cc) hoşnut etmekte düğümlenmektedir. Elbette evlât, ebeveynin helâl ve haram konusundaki ikazlarına uymakla mükelleftir. Zira bu, aynı zamanda Allah’ın (cc) koyduğu sınırlara boyun eğme anlamı da taşımaktadır.

Allah’ın (cc) rızasını gözeten evlât, gerektiğinde anne babasının aleyhinde bile olsa Allah (cc) için şahitlik edecek kadar dürüst olmak zorundadır. Ancak anne babaya lânet etmenin ve hakaret etmenin Allah’ın (cc) lânetini çektiği unutulmamalıdır. Hatta bir başkasının anne babasına lânet okuyarak kendi ebeveynine dil uzatılmasına sebep olmamalıdır.

İyi ilişkilerin sürdürülmesi, bazen imkânsız hâle gelebilir. Kimi zaman evlâdın şirk ve bâtıl inancından kaynaklanan husumeti, kimi zaman da anne babanın kini iyi ilişkilerin zeminini yok eder. Bu durumda insanın, "Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir."  ve "Cehennem ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra, yakın akraba olsalar bile, Allah’a ortak koşanların bağışlanmasını dilemek artık ne Peygamber’e (sas) yaraşır ne de iman edenlere!"  âyetleri gereği, onlar için yapabileceği hiçbir şeyi olmayabilir.

Dolayısıyla, anne ve babaya iyiliği tavsiye edip, onları kötülükten alıkoymaya çalışmak da evlâdın vazifesidir. Arada bulunan yaş ve statü farkı, bu görevi samimi ve nazik bir şekilde yerine getirmeye engel değildir. Bu konuda bıkmadan ve kabalaşmadan babasını doğruya çağıran ama onun oldukça ağır tavırları sonucunda uzaklaşmak zorunda kalan ’babamız İbrâhim’ en güzel örnektir.

Aslında insan her konuda olduğu gibi kendi anne babasına karşı gösterdiği tavırla da çocuklarına örnek olmaktadır. Bir bakıma ileride kendisine nasıl davranacaklarını onlara öğretmekte, geleceğine yatırım yapmaktadır. Elbette, "İyiliğin karşılığı olsa olsa iyiliktir."  Enes b. Mâlik (ra) tarafından rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Bir genç bir ihtiyara yaşlı olmasından dolayı ikramda bulunursa, Allah (cc), yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi kendisine hazırlar."  Evlât, vaktiyle kendisine kötü davrandıkları için anne babasına bu hatayı ödetme ve ihsan görevini yok sayma hakkına sahip değildir. Bu noktada, "Tavrımızı diğer insanlara göre ayarlarız: Herkes iyilik ettiği sürece, biz de iyilik yaparız. Ama başkaları eziyet edince, biz de buna eziyetle karşılık veririz." diyen sıradan insanlar olmayın!"  tavsiyesi son derece dikkat çekicidir. Aksine bencillik bir tarafa bırakılarak, Rabbimizin tavsiyesine kulak verilmelidir: "İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel yolla sav! İşte o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost hâline gelir."  O hâlde evlât iken bir gün anne baba olacağını unutmamalıdır insan. Tıpkı anne baba iken bir zamanlar genç olduğunu unutmaması gerektiği gibi!

Rabbimiz, insanoğlunu sınamak için bir süreliğine dünya hayatını var etmiş ve anne babayı bu hayata gelişimize vesile olarak seçmiştir. Bir canın bedene bürünmesi için Âdem (as) babamız ve Havva annemizden beri nice anne babanın yollarını kesiştirmiş, hayatlarını birleştirmiştir.

Hiç kimseye anne babasından vazgeçme veya evlâdını başkasıyla değiştirme gibi bir imkân verilmemiştir. Dahası bu bağı inkâr edene, "Her kim babasından başkasına —onun kendi babası olmadığını bile bile— nesep iddia ederse, bu kişiye cennet haramdır."  hadisinde belirtildiği gibi cennet haram kılınmıştır. Anne karnında iken bir bağ ile başlayan bu birliktelik, kordon kesildiği hâlde ömür boyu devam ettiği gibi, ölümden sonraya, hatta âhiret yurduna dek uzar. Soluk alıp verdiği sürece ebeveyni ile acısıyla tatlısıyla bir hayatı paylaşan insan, ölümlerinin ardından onları hatıralarda yaşatmaya çalışır. Anne baba ve çocuk arasındaki bağın bu daimî niteliği, hayatı derinden etkiler. Kimi insan kendini evlâtları ile anlamlandırır. Her şeyini çocuklarına adarken neredeyse kendi varlığını unutur. Malıyla birlikte oğullarını anlatırken göğsü gururla kabarır. Gücünün bir parçası, heybetinin göstergesi sayar onları. Öte yandan kimi insan da anne babası ile kendi varlığına değer biçer. Kararlarını, hayallerini, planlarını hep anne babasıyla şekillendirir. Kendini tanıtırken onların adını anmadan edemez. Onların yoluna sıkı sıkıya bağlanmanın ve sırtını sağlama dayamanın rahatlığıyla hayata meydan okur. Soyu ile gururlanmayı öylesine ileri götürür ki, mezarlardaki atalarının sayısını hesaplamaya başlar. Peygamberimizin, "Ameli kendisini geri bırakan kimseyi, nesebi (soyu sopu) ileriye götüremez."  cümlesindeki gerçek ile yüzleşmek istemez. Oysa insanoğlu, evlâdına bel bağlarken de ebeveynine yaslanırken de "hiçbir babanın çocuğuna, hiçbir çocuğun da babasına fayda sağlayamayacağı bir günün" geleceğini unutmuş gibidir.

Bu çerçevede, "Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır."  hadisi, üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir hadistir. Çocuklar ve anne babaları arasındaki ilişki Allah’ın (cc) hoşnutluğunu kazanmak için bir vesile kabul edilirken, insanın dünyevî arzuları çerçevesinde bunu bir maddî ilişkiler ağına dönüştürmesi şaşırtıcıdır. İnsan, sevdikleriyle kurduğu ilişkinin Rabbine olan ilgisini köreltmemesi yolunda, "Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah’ı (cc) zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir."  şeklinde ilâhî bir ikaz alır.

Aslında anne baba ile çocuğun birlikteliği değerli olduğu kadar zorlu bir sınavdır. Çocuğun aileye katılmasını takip eden ilk yıllarda kuşkusuz ilişkinin rengini belirleyen ve yükünü omuzlayan, anne babadır. Yavrularının hayatla yeni tanıştığı ve yardımsız yaşayamadığı bebeklik, çocukluk hatta ergenlik dönemlerinde ihtiyaçlarını karşılama görevini onlar üstlenir. Aile içi dengeleri korumada çocuğa düşen pay her geçen gün artsa da, uzunca bir süre hakları sorumluluklarından fazla olacaktır.

Bir gün aile olma bilincine erişmiş olgun bir birey olarak ebeveyninin karşısına çıktığında, artık ilişkinin gidişatında o da söz sahibidir. Böylelikle iki taraflı emeğe ve sağduyuya ihtiyaç duyan yeni bir dönem başlar. Çocuğun da yetişkin olduğu hatta belki de anne ya da baba olup bir taraftan da kendi çocuklarıyla ilgilendiği bu dönemde bağlılık daha çok anlam kazanır.

Ve hayatın son deminde ebeveynin yetkili ve dirayetli günleri sona ermiş, çocuk için ilişkinin ağırlığını yüklenme zamanı gelmiştir. Bir bakıma ektiklerini biçmeye başlayan anne baba her zamankinden çok şefkat ve anlayış beklerken, evlâda düşen, günbegün hassaslaşan bu iki kalbe en nazik şekilde davranmak ve böylece Peygamber (sas) bedduası almamaktır: "Anne babasından birisinin ya da her ikisinin ihtiyarlığında yanlarında bulunup da, cennete girmeyi başaramayanın burnu yere sürtülsün!"

Ebeveynin evlâdın yaşına ve durumuna göre değişen sorumlulukları hayat boyu devam eder, ancak yaşlandıklarında anne babaya bakım ve ilgi gösterme rolü evlâda intikal etmiştir. Bu sebepledir ki, Allah Teâlâ (cc), "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babaya iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘Öf!’ bile deme, onları azarlama, onlara saygılı, güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kol kanat ger ve "Rabbim! Onların beni küçükken sevgi ve şefkatle büyüttükleri gibi, sen de onlara merhamet eyle." diyerek dua et."  buyurmaktadır. O hâlde, kendi hayat telaşından anne babasını ihmal etme ya da onlara karşı yeterince hoşgörülü olamama ihtimali bulunan evlâttan asıl beklenen, iyilik yapmasıdır.

Allah Resûlü (sas) mağaradaki üç gencin hikâyesini ashâbına anlatmış, anne babaya yapılan iyiliğin, mağaranın ağzını tıkayan kayayı bile nasıl parçalamaya muktedir olduğunu öğretmiştir ashâbına: Üç kişi yürürlerken, yolda yağmura tutuldular. Dağda bir mağaraya sığındılar. Fakat dağdan kopan bir kaya, mağaranın ağzına yuvarlanıp onları içeride sıkıştırdı. Bunun üzerine onlardan biri diğerlerine, "Bakın bakalım sırf Allah’ın (cc) rızasını kazanmak için yaptığınız amelleriniz var mı? Onları anmak suretiyle Allah’a (cc) dua edelim. Belki bu sayede Allah (cc) mağaranın kapısını açar." dedi.

Bu teklif üzerine onlardan biri anlatmaya başladı: "Allah’ım! Benim ihtiyar ana babam vardı ve çocuklarım küçüktü. Ben sürü otlatarak onları geçindirirdim. Akşamleyin otlaktan dönüp eve geldiğim zaman süt sağar, çocuklarımdan önce ana babama süt içirirdim. Bir gün uzakta bir otlağa gitmiştim. Akşam oluncaya kadar sürüyü getirememiştim. Geç vakit geldiğimde onları uyumuş hâlde bulmuştum. Her zamanki gibi sütleri sağdım ve kabıyla getirip başuçlarında dikildim. Onları uykularından uyandırmaya kıyamıyordum. Onlardan önce çocuklarıma süt içirmeyi de uygun görmedim. Çocuklar ise ayaklarımın dibinde açlıktan sızlanıyorlardı. Onlar uyurken, gün ağarana kadar bütün geceyi böyle dikilmekle geçirdim. Şüphesiz Allah’ım! Sen bilmektesin ki, ben bunu sırf senin rızanı kazanmak için yapmıştım. Bundan ötürü bizim için mağaranın ağzında bir gedik aç da, oradan gün ışığını görelim!"

Allah (cc) onlara gün ışığını görecekleri kadar bir gedik açtı. İkinci kişi samimi şekilde yaptığı iyiliği anlatır anlatmaz gedik büyüdü, mağaranın içi ışıkla doldu. Sonuncu kişi yaptığı iyiliği anlatmayı bitirir bitirmez mağaranın ağzı tamamen açılmış oldu.

Rabbimiz önceki ümmetlerden olduğu gibi bizden de anne babaya iyilik ve ihsanda bulunmayı ısrarla ister. Bunu, "sadece kendisine kulluk etme" buyruğu ile birlikte zikretmesi ise etkileyicidir. Çünkü Yüce Yaratıcı’nın (cc) yoktan var etme, nimet verme, esirgeyip koruma ve merhamet gösterme gibi vasıflarının ilk günden itibaren insan üzerinde tecellisi anne baba eliyle gerçekleşir. Ve böyle bir aracılığı üstlenmiş olmaları bile, tevhide inanmış gönüllerin, velinimetleri olan ebeveynlerine güzel davranmaları için yeterlidir.

Peygamberimiz (sas), evlât uğruna harcanan emeği anlatırken, "Hiçbir evlât ana babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulup satın alır ve azat ederse belki!"  buyurmaktadır. Bu noktada ebeveynine karşı iyi davranması emredilen insana, aklının ermediği zamanların hatırlatılması gayet dikkat çekicidir. Annesi onu ne zahmetle taşımış, dünyaya getirmiş ve beslemiştir! Bir yaşlının da çocuk gibi bakıma ve şefkate muhtaç olduğu göz önüne alınırsa, şimdi, "Bana ve anne babana şükür/teşekkür et!"  buyruğunun muhatabı olarak vefa borcunu ödemenin tam zamanıdır.

Evet, insanı ilk sarmalayan kucak, anne kucağı âdeta cennet bucağıdır. Annesinin onu dünya hayatına taşırken ne kadar yorulduğundan habersiz, bu kucakta huzuru ve güveni öğrenir bebek. Allah (cc), Firavun’un sarayı gibi lüks içinde büyüyebileceği bir ortamda bile, sırf bu nimetten mahrum kalmaması için Hz. Musa’yı (as) annesine kavuşturmuştur. Annenin sütüyle beslenip terbiyesiyle büyüyen insan, ömrü boyunca onun desteğini yanı başında hissetmek ister. Adı fedakârlık ve sevgi ile özdeşleşen bir anne ise, Sevgili Peygamberimizin (sas) ifadesiyle "kendisine iyilik yapılmasını en çok hak eden kişi’dir. Allah Resûlü (sas), farklı bir dine mensup olsa bile çocuğu ile güzel bir ilişki sürdürmek isteyen anneye engel olunmaması, hatta evlâdın ona izzet ve ikramda kusur etmemesi gerektiğini belirtir. İyiyi ve doğruyu öğütleyen bir annenin karşısına dikilip isyankâr bir tavır ile saygısızlık etmeyi kesinlikle yasaklarken, cennetin anneye bir adımlık mesafede olduğunu hatırlatır.

Diğer taraftan bir çocuk için baba, hayatın sıkıntılarıyla baş edebilme yolunda en yakın örnek ve dayanaktır. O, sadaka ecriyle evine rızık taşımasıyla da, her türlü olumsuz etkiye karşı ailesine siper olmasıyla da Peygamberimizin (sas) övgüsüne mazhar olmuştur. Babalık, sadece evlâdının sırtını giydirip karnını doyurmak değildir elbet. Aynı zamanda ömür boyu kendisine nispet edilerek çağrılacak olan bu emanet için titreyen hassas bir yürektir.

Zaman zaman müsamaha, güler yüz ve şefkat anneye atfedilirken; baba, disiplin ve ciddiyet ile tarif edilir. Hâlbuki Kur’an’da engin bir sevgi ve özlem beslediği yavrusuna kıyamayan Hz. İbrâhim (as) ve Hz. Yakub (as) gibi içli babaların anlatılması gayet manidardır. Evlât ise, Allah (cc) yanında duası reddedilmeyen böyle bir babaya sırtını dönüp terk etme hakkına asla sahip değildir. Çünkü o, en kısa tanımlamayla, babasına aittir.

Allah (cc), bir peygamberini överken bile ebeveyni ile güzel geçinmesine dikkat çekerek, "O (Yahyâ), Allah’tan (cc) sakınan, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba değildi."  buyurur. Evlâttan iyilik beklerken de çeşit sınırlaması getirmez. Her türlü iyiliğin kendisi yanında makbul olduğunu belirtircesine, hem ‘Öf!’ dememe ve azarlamadan güzel konuşma gibi sözlü iyilikleri, hem de kollayıp gözetme ve maddî destekte bulunma gibi fiilî iyilikleri zikreder. Dolayısıyla Rabbimizin (cc) bu konudaki emrini yerine getirmek için ihtiyaçlara ve içinde bulunulan şartlara göre değişebilecek sayısız seçenek vardır; yeter ki evlât istesin! Dahası, anne baba için yapılabilecekler hayatta oldukları süreyle sınırlı değildir. Ebeveynine ihsanda bulunmaya azmetmiş bir evlât, onların ardından adlarına sadaka verebilir, adaklarını yerine getirebilir, dua edip bağışlanmalarını dileyebilir, hatta hac veya umre yapabilir. Böylelikle anne babası, hayırlı bir evlâda sahip olmaları sayesinde öldükten sonra da amel defterleri kapanmayan kimselerin arasına girebilecektir. Allah Resûlü (sas), "İnsan öldüğü zaman ameli sona erer. Üç şey (bundan) müstesnadır: Sadaka-i cariye (faydası kesintisiz devam eden sadaka), kendisinden faydalanılan bilgi, ona dua eden salih evlât."  diye müjde vermektedir.

Babasının hatırasını yaşatan vefakâr bir evlât olmayı isteyenlere Hz. Ömer’in (ra) oğlu Abdullah (ra) güzel bir örnektir. O (ra), Mekke yolunda karşılaştığı bir bedevîyi selâmladıktan sonra kendi bineğine bindirmiş ve başındaki sarığı çıkararak hediye etmiştir. Yanındakiler bu hürmetkâr tavra şaşırıp, aslında bir bedevînin daha az iltifatla da mutlu olabileceğini söyleyince, "Bu adamın babası, babamın yakın dostuydu." demiştir. Elbette Abdullah b. Ömer’in (ra) böyle davranmasına sebep olan Sevgili Peygamberimizin (sas) şu sözüdür: "İyiliklerin en iyisi, evlâdın baba dostlarını ziyaret etmesidir."

Unutulmamalıdır ki Peygamber Efendimiz (sas), "Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak en yüce kapılardan birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!"  buyurmuştur. Duamız her zaman,"Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla." olmalıdır."

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam